TR EN

Dil Seçin

Ara

Ünlü İngiliz Gazetecinin İslâm’a Yolculuğu: Yvonne Ridley

Yvonne Ridley, tesettürlü İngiliz gazeteci. Müslüman dünyada sıra dışı görüşleriyle İslâm’ı savunmasıyla tanınıyor. Afganistan’da Taliban tarafından kaçırıldıktan 30 ay sonra Müslüman oldu. İngiltere’deki Müslüman cemaat tarafından sevilen bir isim. Müslüman olduğu dönemde Sunday Express gazetesinde kıdemli gazeteci olarak çalışıyordu. On yıl boyunca ünlü Fleet Caddesi’nde The Sunday Times, The Observer, Daily Mirror ve Independent gazetelerine haber ve yorum yazdı. 30 yıllık meslek hayatı boyunca BBC TV ve radyosunda, CNN, ITN ve Carlton TV’de Afganistan, Irak ve Filistin’le ilgili programlara, gerek programcı, gerek sunucu gerekse yapımcı olarak katkıda bulundu. Kadın hakları yanı sıra, savaş karşıtı görüşleriyle biliniyor. Irak, Filistin, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir ve Özbekistan, İslâm’da Kadın, Terörle Savaş ve Gazetecilik gibi konularda dünyanın çeşitli yerlerinde ders ve konferanslar veriyor. Yayınlanmış iki kitabı var: “Taliban’ın Ellerinde” ve “Cennet’e Bilet.” Yvonne Ridley, şu anda İslâm Channel adlı bir televizyon kuruluşunda siyasî editör olarak görev yapıyor. Ayrıca New York’ta çıkan Muslims Weekly gazetesinde köşe yazarlığı; yüksek tirajlı gazetelerde Müslümanlarla ilgili konularda düzenli yorumcu olarak gazetecilik mesleğini sürdürüyor.

Önce size Yvonne Ridley’in sıra dışı ve ilginç İslâm yolculuğunu onun diliyle aktarıyoruz:

“Eylül 2001’de, yani Birleşik Devletler’e yapılan terörist saldırıdan sadece on beş gün sonra, baştan ayağa mavi bir burkaya bürünmüş olarak, bir gazeteye Afganistan’daki baskıcı rejim altında yaşanan hayatı kaleme almak maksadıyla, bu ülkeye sızdım. Fakat burka içinde saklanmaya çalışmam bir işe yaramadı ve benim oralı olmadığım anlaşılınca yakalandım. On gün boyunca beni alıkoydular.

Beni alıkoyan kişilerle ağız kavgası yaptım, onlara küfrettim. Bana “kötü kadın” diye isim taktılar. Ama Kur’ân okuyacağıma ve İslâm’ı inceleyeceğime söz verirsem, beni serbest bırakacaklarını söylediler. Ben de onlara söz verdim. Dürüst olmak gerekirse, benim serbest kalmamdan onların mı yoksa benim mi daha mutlu olduğundan emin değilim.

Londra’ya geri döndüğümde, İslâm’ı inceleyeceğime dair verdiğim sözü tuttum. Ve keşfettiğim şeyler beni büyüledi. Kur’ân bölümleri arasında kadının nasıl dövüleceğine, kızların nasıl baskı altında tutulacağına dair şeyler okumayı bekliyordum. Ama tam tersine kadının özgürleşmesini teşvik eden pasajlar okudum. Taliban tarafından yakalanmamdan iki buçuk yıl sonra Allah’ın hidayetiyle İslâm’a dahil oldum. Dost ve akrabalarım arasında utanç, hayal kırıklığı yaşayanların yanı sıra cesaret verenleri de oldu.”

Yvonne Ridley’in Müslüman olduktan sonra yaptığı ilk işlerden birisi, giyim tarzını İslâmî kurallara uydurmak oldu. Ridley, tesettürlü giyimi tercih etmesini bir yazısında şöyle açıklıyor:

“Tesettür Kur’ân’da yazılıdır, farzdır, Müslüman bir kadın örtünmekle yükümlüdür. Bir dine mensup olan kişi, o dinin gereklerinin bir kısmını alıp, bir kısmını terk edemez. Örtünmeyen, tesettüre girmeyen Müslüman kadınları yargılamıyorum ve onları tenkit etmiyorum. Seçimlerini yapmışlardır...”

Kendisiyle yapılan röportajlara verdiği cevaplarda Ridley’in Müslümanlığı seçişinde İslâm’ın kadına verdiği önemin özel bir yeri olduğu da anlaşılıyor. Bu konuda Batılı politikacıları kıyasıya eleştirmekten de geri durmuyor Ridley:

“Her iki tarafta [Batı ve İslâm] bulunmuş birisi olarak, İslâm dünyasında kadınlar konusunda ağlayıp sızlayan Batılı erkek politikacıların çoğunun ne konuştuklarından haberi olmadığını söyleyebilirim. Bu politikacılar tesettür konusunda, çocuk yaşta evlilikler, kadınların sünnet edilmesi, töre cinayetleri ve zoraki evlendirme konularında hiç haketmediği halde İslâm’ı suçluyorlar. Kendini beğenmişlikleri ve küstahlıkları, cehaletlerinin önünde gidiyor.

Bu kültürel meselelerin ve geleneklerin İslâm’la hiçbir ilgisi yok. Kur’ân dikkatle okunduğunda görülecektir ki, 1970’li yıllarda Batılı feministlerin elde etmeye çalıştığı her hak, Müslüman hanımlara 1400 yıl önce verilmiştir. İslâm’da kadın maneviyatta, eğitimde ve değerde erkekle eşittir; kadının çocuk doğurması ve onu terbiye etmesi müspet bir nitelik olarak görülür, övülür.

İslâm kadına bu kadar çok değer verdiği halde, niçin Batılı erkekler Müslüman kadınların kılık kıyafetiyle takıntı derecesinde ilgileniyorlar? Onlara soruyorum hangisi daha özgürleştirici: Eteğinizin boyu ve cerrahi müdahaleyle şekle sokulmuş göğüsleriniz üzerinden değerlendirilmek mi; yoksa karakteriniz ve zekanız üzerinden değerlendirilmek mi? İslâm’da üstünlük dindarlık ve takva iledir -güzellik, zenginlik, güç, konum ya da cinsiyetle değil!”

Aslında Yvonne Ridley, kendisine din olarak İslâm’ı seçmezden evvel de, dindar bir Hristiyandı. Düzenli olarak Kilise’ye devam ediyordu. Kendisinin bu zamana kadar niçin İslâm’a uzak kaldığını sonradan yaptığı bir değerlendirmede şu cümlelerle izah ediyor:

“Geriye doğru baktığımda nerede zehirlendiğimi anlıyorum. Ben İngiltere’nin kuzeyinde küçük bir kasabada büyüdüm. Sadece Protestanlar ve Katolikler vardı. İran Devrimi sırasında şekillendi benim İslâm hakkındaki düşüncelerim, İranlılar birçok Amerikalıyı rehin almışlardı. O sırada Hollywood devreye girdi. Not Without My Daughter (Kızım Olmadan Asla) filmini izledim. Travmatikti. Betty Mahmudi ve kızının İranlı kocası tarafından maruz kaldığı kötü durumları konu alıyordu. Filmi beyaz perdede izledim. Sonra kitabını da okudum ve İslâm’ın kadını kadınlıktan çıkardığını ve onları köleleştirdiğini ve baskı kurduğunu düşünmeye başladım.”

Ridley’in İslâm ve kadın hakkındaki bu yanlış kanaatleri Kur’ân-ı Kerim’i incelemesiyle birlikte son buluyor:

“Taliban üyelerine verdiğim söz nedeniyle Londra’ya döndüğümde Kur’ân-ı Kerim i okumaya başladım. Arkasındaki indeksten kadınla ilgili tüm bölümleri tespit edip o bölümleri okudum. Kadına ve aileye karşı ne kadar merhametli olunması gerektiğiyle alâkalı bölümler özellikle dikkatimi çekti. Okuduklarıma inanamadım. Çünkü kadına yönelik şiddet ve aşağılama iddialarına karşın, Kur’ân kadın eşitliğini, onun manevî kişiliğini tanıyordu. Eğitime çok önem veriyordu. Kadının evli ya da bekâr olsun, eğitim için evin dışına çıkması ona bir görev olarak sunuluyordu. Bu beni hayrete düşürdü. Daha sonra kadının boşanma hakkı, mülk edinme hakkı, miras haklarına baktım, onları inceledim. Kur’ân’ın bu meseleleri 1400 yıl önce açıklığa kavuşturmuş olduğunu hayretle gördüm. 17. yüzyılda Amerika ve İngiltere’de kadınların elde etmeye çalıştıkları hakların onlardan çok daha önce Müslüman hanımlara verilmiş olması, benim için gerçekten çok değerli bir keşifti.”

Ridley, keşfettiği bu bilgiden sonra İslâm coğrafyasında yaptığı seyahatlerde Müslüman kadınları daha yakından tanımaya çalışmış. Ve sonuçta İslâm’ın neden günümüze kadar bu kadar güçlü bir şekilde gelebildiğine dair bir başka sonuca ulaşmış:

“Ben İslâm’ı kabul ettikten sonra dünyanın farklı bölgelerinden müslüman kadınlarla temas kurma imkânı buldum. Asya’dan, Ortadoğu’dan, Avustralya’dan, Avrupa’dan, Güney Afrika’dan, Hindistan’dan, Yeni Zelanda’dan. Hepsi de, diplomalı olsun ya da olmasın, parlak fikirliydi, güçlü ve esnek kimselerdi. Ve genellikle bu kadınlar ‘ilk eğitici’ konumundaydı. Buradan İslâm’ın günümüzde niçin güçlü olduğunu anladım. Bu, mücahidler ve onların çabalarından ileri gelmiyordu sadece. Aynı zamanda, kadınların büyük katkısı vardı. Çünkü onlar İslâm’ı kendi çocuklarına, onlar da kendi çocuklarına aktardılar. Dolayısıyla İslâm’ın koruyucusu aslında kadınlar oldu. Kadınların önemi İslâm’da o kadar büyük ki, ilk Kur’ân’ın muhafaza edilmesi görevi bir kadına verilmişti.”

Ridley’in Müslüman olmasıyla birlikte yaşadığı açılımlar, onun Batı-İslâm, Hristiyanlık-Müslümanlık, İncil-Kur’ân.. arasındaki farkları da daha iyi kavramasını sağlamış. Söz gelimi, İncil ile Kur’ân hakkında söyledikleri biz Müslümanlar için bile gerçekten ilginç:

“İslâm’ın güzelliği şu ki, Kur’ân 1400 yıl boyunca en ufak bir değişikliğe uğramamış. Düşünürseniz, bu müthiş bir güç aslında. Yani, değişmesi için herhangi bir ihtiyaç duyulmamış. Ben Kur’ân’ın mushaf halini alışını incelediğim gibi, İncil’in de bu konudaki tarihsel geçmişini inceledim. İncil, Hz. İsa’nın vefatından yetmiş yıl sonra kitap haline getirildi. Bir gazeteci olarak günün yirmi dört saati haberlerle iç içe olan birisiyim. Yetmiş yıl sonra yazılan bir haber ne kadar tam doğru olabilir ki? Anladım ki, değişik İncillerin birbiriyle çelişmesinin arkasında bu tarihsel geçmiş yatıyor.”

Kur’ân-ı Kerim’in başlangıcından bugüne en ufak bir değişikliğe uğramamış olmasının onun en güçlü yanlarından biri olduğunu vurgulayan Yvonne Ridley, bu noktadan hareketle “İslâm ve modernleşme” sorununa da kesin cümlelerle yaklaşıyor:

“Bazıları İslâm’ın güncellenmesi, modernleştirilmesi gerektiğini söylüyor. Kanadalı lezbiyen bir yazar İrşad Manji, bazı şeriat kurallarının değiştirilmesi gerektiğini ifade ediyor meselâ. Daha başkaları da var. Ben de onlara söylüyorum ki, Kur’ân bizatihi mükemmeldir ve değiştirilmesine ihtiyaç yoktur. Müslümanlar kendi içlerindeki modernleşme hareketlerine dikkat etmeliler. Çünkü modern bakış açısıyla bizim büyük inancımızı parçalamaya ve bizi kandırmaya çalışıyorlar. Hristiyanlık gibi melez bir din haline getirmeye çalışıyorlar.

Günümüz Hristiyanlığına bir bakın. Hristiyan kiliseleri bölündü. Gay din adamları, gay papazlar var. Değişik gruplara hitap eden değişik kiliseler var. Kadın piskoposu olan kiliseler açılıyor. Böylece yeni icad edilen bazı unsurları dine sokmaya çalışıyorlar. Dini popülerleştirme, bu işi yapmanın yollarından birisi. Ama bunlar İslâm açısından işe yaramaz.”

Yakın zamanda Ridley ismini ön plana çıkartan bir başka olay, Danimarka’da patlak veren karikatür krizine verdiği güçlü tepkiydi. Bu tepkide Hristiyan liderlerin bizim pek duymadığımız ilginç görüşleri de yer alıyor:

“Danimarka medyası İslâm’dan bihaber. Bu sadece onların değil, tüm Batı dünyasının İslâm konusundaki cahilliğini de ortaya koydu. Bunu ‘fikir özgürlüğü’ adı altında yapıyorlar. Bu tamamen bir yalan. Kabul edilemez. Hemen her sabah İslâm kanalı “Islamic Channel”da program yapıyorum. Özgürlüğüm var, fakat bu bana kötü lisan kullanmamı gerektirmiyor. Tüm görüşlere saygı gösteriyorum. Tepkilerin devam etmesi çok güzel. Devam etmeli. Bunlarla verilmek istenen mesaj çok açık. İslâm ile oynamaya çalışmayın. Bu nazik, hassas bir konu. İman ve inançlarla alay edilmesine izin veremeyiz. Hz. İsa’nın imajının da kötü çizilmesine karşıyız. Hristiyanlar da buna tepki gösteriyor. Hristiyan liderler, şimdi İstanbul, İslamabad ve Cakarta’daki gösterilere ve tepkilere bakıp, ‘Hristiyanlar da inançlarında böyle güçlü olabilselerdi, Hristiyanlık bugün bir krizin içinde olmayacaktı’ diyorlar.”

Evet, Yvonne Ridley’in sıra dışı ihtida öyküsü ve önemli konularda ortaya koyduğu görüşleri bu şekilde. Batı dünyasını İslâm konusunda bilgilendirici ve çarpıtmaları düzeltici bir rol oynarken, Ridley öte taraftan Müslüman dünyaya da İslâm’ın temel sac ayakları hususunda mukavemetli olunması mesajını veriyor.