11 Ağustos 1999 Tam Güneş tutulmasını beklediğimden daha çok bekledim 29 Mart’ı. Hem tadı damağımda kalmıştı hem de depremin gölgesinde kalan o tutulmayı da zihnimde temize çıkaracaktım. Canım yeğenimi, arkadaşlarımı, evimi barkımı, küçücük teleskobum ve dürbünüm dahil her şeyimi o depremde yitirmiş birinin duyguları ile gittim 29 Mart 2006’ya... Ama felaketle alakası olmadığını bildiğim için rahat rahat gittim. Tek bir aksama oldu 6 senelik planda... Bir gün önceden gidip toroslarda kamp yapma planlarım son anda tutulma sabahı gidiş akşam dönüş şekline dönüşmek zorunda kaldı. Kolay değil tabi daha 1 hafta önce kucağıma almıştım yeni doğan oğlum Tarık’ı... Vedalaşamadım... Ama, ona yıldız ismi vermek dahil geri kalan her şey plana uygundu çok şükür...
Uçakta yanında tripod taşıyanlara bakıp iç geçirdim. Ben sadece seyretmeye gidiyorum o yüzden ne teleskop, ne tripod, onların yerine portatif bir padişah koltuğu aldım. Buna rağmen video kamera son anda girdi portföye bana haber vermeden. Yine hiç haberim olmadan alelacele tutulma gözlüğünden bir filtre bile yaptım ona.
Dönüş yolculuğu dahil ince planlarla kendime hazırladığım gün saat 10.30’da Manavgat şelalesinde başladı.. Birazdan Güneş altında pişeceğimden şelalenin ilerisinde suyun sığ bir yerinde padişah koltuğumu açıp paçaları sıvayıp şırıldayan suyun içindeki koltuğuma oturdum. Akşam hazırladığım çıkından 2 sandviç çıkarıp kolayı patlattım yanında. Eriyen karların şişirdiği buz gibi su ayaklarımda hipotermi riski oluşturmaya başladığında Side’ye hareket vakti de gelmişti..
Saat 11.50 Side: Aman Allahım bu ne! Polisler, jandarma, gözlük satanlar bir kalabalık ki sorma. Sarışınlığın getirdiği ve kanıksadığım bir durum üstüne herkes “hey sir” deyip İngilizce bir şeyler satmaya çalışıyor bana..
En uyanık görünen gözlükçüye sanki gözlüğüm yokmuş ve gerçekten de onun sandığı gibi bir turistmişim gibi yanaşıp “how much?” diye soruyorum tutulma gözlüğünün fiyatını.. 5 Euro deyip “This is the best vs vs” laf kalabalığı yapıyor. Türkçe’ye dönüp “Ben Türk’üm bana da mı 5 Euro?” deyince, “Abi sen 3 milyon ver yeter” diyor. Ben de bohçasındaki yüzlerce gözlüğü görüp 10 saniyede bir gözlük satsan bunların yarısından fazlası elinde kalır. 2 saat sonra 10 kuruş desen alan olmaz diye akıl verip fiyatı bir buçuk liraya çekmesini yoksa Dimyata pirince giderken olanların olacağını anlatıyorum ama nafile.. Beni bırakıp 5 Euro diye atlıyor bir turistin önüne, tabi bu adam muhtemelen birkaç bin km uzaktan gelmiş tutulma izlemeye, Side’deki satıcının dandik gözlüğü ile hiç işi olmaz. Size daha sonra tutulma sonrası halini aktaracağım bu satıcının.
Antik tiyatroda NASA var diye herkes oraya hücum ediyor. Polis ve jandarma antik kent girişinde, insanlarla uğraşıyor. Sanki Nasa: “Tam Güneş tutulmasını, tam Nasa’nın yanından izleyeceklerin arasından bir kişiye noter huzurunda çekiliş ile uzay mekiği hediye edeceğiz.” anonsu yapmış zannedersiniz...
Onları kendi hallerine bırakıp benim gibiler nerede diye bakınca Nasa’nın yayın yaptığı tiyatronun 400 metre doğusunda kalan bir kum tepesi üzerindeki teleskop, tripod ve sakince bekleşen insan siluetleri dikkatimi çekiyor. Onları gördüğüm o an, yerimin onların yanı olduğunu anlıyorum. Hem o tepeden deniz ve tutulma hattının Afrika’ya doğru olan kısmı da gözükecek belli ki...
12:15 Tepedeyim. Ter içindeyim. Güzel bir yer bulup koltuğumu açıp ötedeki taze portakal suyu sıkıp satan adamdan 1 milyona aldığım koca bardak mis gibi portakal suyunu içiyorum. Şölene az kaldı...
Çevremdeki insanlar soyunmuş güneşleniyor. Hava sıcak. Gölgede 22 ölçtüm ama malum tutulmayı gölgeden takip etmek diye birşey yok o yüzden biz çok daha yüksek sıcaklıklara maruz kalıyoruz. Zemin kum. Ayakkabıları çıkarıp Manavgat’ta dondurduğum ayaklarımı sıcak kumla romatizma riskinden uzaklaştırma, ayrıca kolsuz bir tişört ve uzun şortla bu olaya mümkün olduğu kadar doğal yakalanmak iyi gelir diye düşünüp, düşündüğümü de yapıyorum.
12:45 ilk temastan biraz sonrası... Tutulma gözlüklerininin kullanımında bir patlama var.. Herkes takmış gözlükleri. Hemen yandaki bir Alman teleskop ve buna bağlı kamerasını hem kurcalıyor hem de kendi kendine konuşuyor. Bir problemi mi var diye yanaşıyorum. “Video çekiyorum ama takip mekanizması çalışmıyor.” diye söylüyor İngilizce. Yardımcı oluyorum. 8 pillik bir gruptan enerji alıyor. Pozitif kutup başı korozyon yapmış. “50 Euro cent ver!” diyorum. Bu iş için para istedim zannedip cins cins bakıyor ve parayı uzatıyor. Ben ise paranın kenarı ile kutup başındaki korozyonu törpüleyip kendisine geri veriyorum. Pilleri tekrar takınca biiip deyip çalışıyor mekanizma. Kahkahalar dorukta tabii, ve çevredeki Almanlarla hemen arkadaş oluveriyoruz.
Koltuğuma dönüp biraz çekim yapıyorum. Deniz tarafında 10 metre ilerideki 35-38 yaşlarında görünen 4 kişilik bir bayan arkadaş grubu İngilizce bir şeyler konuşuyor. Birinin dediğine biri inanmıyor. Yaklaşınca gölge ne yönden gelir tartışması yaptıklarını duyuyorum. Onlara birşey demeden bilgisayarda karelediğim harita ve GPS’imi alıp 20 metre aralıklı 2 nokta tespit edip kum üzerinde derince bir çizgi çiziyorum, çizginin ucuna da bir ok işareti... Tabi aradığınız cevap bu gibilerden artist artist hareket ediyorum, biz Türklerde de bu işleri bilenler var havasındayım. Zaten konuşmayı bırakıp ilk andan beri seyrediyorlar beni. Dönüp koltuğuma oturduğumda birisi gelip soruyor hemen “What is this?” Gölgenin geliş yönü olduğunu izah edince “How do yo know it?” (Nereden biliyorsun?) sorusu geliyor. Harita ve GPS ile kanıtlayınca son ve en kritik soru “Where are you from?” (Nerelisin?) Gururla geliyor cevabım “İSTANBUL/TÜRKİYE” 1 dakika sonra hepsi yanımda bitiyor tanışıyoruz. Avustralya’dan gelmişler. Onlara sonradan bilmediklerine şaşırdığım başka bir şey daha gösteriyorum. Parmaklarımı hafif aralıklı birbirine dik hale getirip yerde oluşan gölgenin arasındaki ışıklı kısımların hilal şeklinde olduğunu gösterince acayip şaşırıyorlar. Ama sadece parçalı tutulma esnasında olan bu hadiseyi bilmemelerine benim ne kadar şaşırdığımı bilmiyorlar...
Oyalanırken saat olmuş 13:15; biraz çekim yapıp devam ediyorum seyre. Ama içim de burkulmaya başlıyor. 45 dakika sonra bitmiş olacak. Bu olay uzun bir süre, bir daha yaşanmayacak...
13:25 Bu arada o bölgede biraz popüler olmuşum ki birkaç kişiye istekleri üzerine İngilizce ve Türkçe olarak kamera çekimlerinde anons yapıyorum. Yer, zaman ve olay ile ilgili. Konu mankeni de olduk. Hava serinliyor. Tişört üzerine gömleği giymiyorum ama giymek gelmiyor değil aklıma.
13:35 Kaldı 19 dakika. Işık azaldı. Yetersiz ışık altında, kalitesiz filmle çekilmiş ilk sinema filmlerinin bize karanlık görünmeleri gibi görünüyor dünya. Biraz gerçek dışı biraz da gizemli. Gömleği giyiyorum. Şimdilik gömlek üzerine hırka giymiyorum ama giymek gelmiyor değil aklıma...
13:45 Bahçeşehir üniversitesinden gelmiş 2 genç Serkan ve Gökhan etrafımda pervane, durmadan soru soruyorlar. Hava kararacak mı, güzel olacak mı. Çocuklara bak yahu, sadece cep telefonlarını ve hırkalarını alıp uçağa atlayıp tam tutulma seyretmeye gelmişler ama haberleri yok dünyadan ve dahi güneşten ve aydan. Cebimde buruş buruş olmuş tutulma yıldız haritasını veriyorum onlara. Tam tutulmada hava kararınca Venüs, Merkür ve Mars’ın görüneceği noktaları elimle gökyüzünde işaretleyip kum üzerinde elimle düzlediğim haritada da gösterip okunma şeklini öğretiyorum alelacele. Ardından biraz daha çekim yapıyorum. Işık iyice azaldı ve hava iyice serinledi tatlı bir esinti var. Kuşlar denizden yuvaya dönmeye başladı. Uzaktan bir horozun akşam oldu sanıp öttüğünü duyuyorum. Hırkayı giyiyorum. Şimdilik hırka üzerine mont giymiyorum ama giymek gelmiyor değil aklıma.
13:54 Olmak üzere. Ama anlatılmazlık şimdiden başladı. Rüzgar artıyor. İleride bir havai fişek görüyorum. Herkes saniyelerin kıskancı oldu. Kimse 1 saniyeyi dahi paylaşmıyor artık, paylaşan olsa da isteyen yok zaten. Işık geometrik bir şiddetle azalıyor... Derken.....
Elmas yüzük ve 2. Temas. Biri aniden dünyanın ışıklarını söndürüyor. İçimdeki tüm enerji boşalıp gidiyor. Kumun üzerine kemiksiz bir et parçası gibi yığılıyorum. Etrafta çığlık atanlar ve ıslık çalanların sesleri güneşten geliyor sanki.
İşte oradan bize bakıyor kâinat sorarak, benim anlık yokluğum sizin için nedir?
Peki sizin anlık varlığınız benim belki de bu bir milyarıncısı olan tutulmam için nedir?
Bir daha buralar gün ortasında geceyi yaşadığında siz nerede olacaksınız?
Bana doya doya bakın ve anlayın zamandaki varlığınızın veya benim için varlığınızın yokluğunuzdan farkı olmadığını. Ben belki yarın tekrar buralarda bu gösteriyi yapacağım ama o sadece benim için yarın, sizin için ise ölüm uzaklığı...
O durmadan anlatıyor, ama öyle bir dille anlatıyor ki hiçbir duyunuzla değil ama sadece beyninizle duyuyorsunuz. Koca kâinat 3 dakikaya sığdırdığı kozmik konferansta hem acizliğimizi hem mükemmelliğimizi anlatıyor. Zihnimde cevap veriyorum: “Benim gözümde görüntü olduysan, benim tenimde serinlik, benim kulağımda sessizlik olduysan sen koca kâinatsın, yoksa aynı anda milyarlarca galakside bu güzelliği, belki daha güzelini görüp onu takdir eden olmadıktan sonra ne kıymeti var?” Nasıl anlatayım ki ona? “Sen seni gören hisseden olduğu sürece koca kâinatsın, güzelsin, Güneşin tutulsa da tutulmasa da ben varsam varsın. Güneş, sakın sen de bizleri buraya topladığın için kendini birşey zannetme! Jüpiterin 4 ay’ı var. Her gün tam tutuluyorsun o dev gezegende. Oradaki tam tutulma hatlarında kimseyi toplayabiliyor musun? Hayır çünkü o dev kürede tutulmanı görecek ve anlamlı kılacak minicik kürelerden yok. Ama bizim mavi küremizde milyarlarca var göz denilen o minik küreciklerden. Sen ise ancak onlar varsa güzelsin.” Diyorum ama yine görüntüsü ile atağa kalkıyor kâinat ve aldırmayıp yüzyılın show’unu sürdürüyor: “Sen ne dersen de, işte orada yukarında siyah bir lamba var. Koyu lacivert gökyüzünde ilk beliren kendisi peşinden ise gösterişli Venüs, derken Merkür. Biz buradayız sen baksan da bakmasan da.” Neredeyse alt edecek beni kâinat. Saniyeler sonra tutulma sonu ile kaybedeceğim bu kozmik tartışmayı kazanmanın yolunu buluyorum son anda.. Nasıl mı? Bir çoğumuzun ölüme yaklaşınca, daha çoğumuzun ise başı sıkışınca sığındığı yere sığınıyorum. Amaaan be sen kâinatsan ben de insanım. Sonuçta ikimizin de yaratıcısı Allah yahu. Hatta seni bizim için yarattı. Seni görüp kendisini bulmamız için, sen bir ipucusun, sen O’nu anlatan bir kitapsın! Oh be.. Çok şükür yetiştin imdadıma Allah’ım.
Tekrar elmas yüzük ve 3. Temas. Birisi aniden söndürdüğü ışıkları yakıyor. Bunun bittiğine inanmıyorum. Bu topraklara ben varken bir daha uğramayacağına inanamıyorum. Tutulma öncesi coşku ve sevinç yok oldu. Sanki bu güzel beldeden ölü çıktı. Sessizlik. Az ileride Avustralyalı bayanlardan biri ağlıyor. Bir diğeri de gözyaşlarını silip ben ne olduğunu anlamadan bana sarılıyor. Sadece üzüntüyü paylaştığımı ve üzerimden son bölümünü seyrettiğim ve tekrarı olmayacak kâinat show’un ayrılık acısının sıyrılıp gittiğini hissediyorum. Zaten bu olay boyunca hiçbirimiz erkek veya dişi olmadık. İnsanlığımızı ve yüksek zevklerimizi paylaştık.
Bitti... Uzaktan hemen çalışmaya başlayan araba motorları, alelacele toplanıp işe güce okula dönenler. Benim gibi kaybettiğine üzülenler, hıçkırarak ağlayan ya da sessizce gözyaşı dökenler.
“Ne yapacan tutulmayı bunun için İstanbul’dan Antalyaya gidilir mi, buradan da görürsün gel vazgeç” diyenler, heey neredesiniz? Ne kaçırdığınızı hiçbir zaman bilemeyeceksiniz.
4. Temasla birlikte sırt çantamı, padişah koltuğumu yani şezlongumu alıp size bahsetmediğim ve yolda tanıştığım yol arkadaşım Hakan abi ile Alanya Antalya yoluna doğru yürüyoruz. Gözlem alanı dışına çıkarken 5 Euroluk gözlük satıcısı takılıyor gözüme. Beni fark eder farketmez elinde kalan 1 torba gözlükle ve bir arkadaşı ile yanıma geliyor. “Abi sen kaç saniyede bir satacan demiştin?” Arkadaşına da parmağıyla işaret ediyor beni “işte dediğim adam bu!” gibilerden. “Boşver artık ne önemi kaldı, bu olay tekrar etmeyecek.” diyorum.
Planımın devamında ise gökyüzü ile başladığım günü gökyüzü ile bitirmek olduğundan çok önceden dönüş biletimi saat 21.05 uçağına ayarladım. Check in olayını daha İstanbul’dan yaptırıp uçak İstanbul’a uçarken batıya bakan cam kenarında oturmayı garantiledim. Böylece Orion başta olmak üzere, Sirius, Procyon, Aldebaran, Satürn, Mars ve İkizler ile yol arkadaşlığı yapma fırsatım olacaktı. Nitekim uçağın kalkmasından sonra hemen girdiğimiz Anadolu’nun karanlık gökyüzünde birer birer tespit ettim yol arkadaşlarımı. Orion hemen göründü. Sirius ve Procyon da. Kafamı uçak penceresine gömmem yanımdaki yolcularda garip duygular uyandırsa da aldırmadım. Derken Satürn, Mars, ufka yakın Aldebaran ve zar zor İkizleri yakaladım. Kısa süren yolda Marmara Denizi’ne ulaştıktan hemen sonra İstanbul şehir ışıklarının kirlettiği gökyüzü hâkimiyet kurmaya başladı. İlk olarak İkizleri kaybettim ışık selinde, ardından Mars gitti. Boğaziçi üzerinden geçen rota aşağıda dünyanın incisini sunuyor olsa da gökyüzündeki incileri silercesine her şeyi bulanıklaştırdı. Satürn’ün bir esprisi kalmadı ama tüm yıldızları Satürn kadar parlak olmasa da görkemini koruyan birisi vardı: Orion... İşte Betelgeuse ve Rigel. Bellatrix ve Saiph. Kemeri de kılıcı da belli. Şu an görünmediğini biliyorum ama beynim M42’yi bile yerine koydu sanki görünüyor be. Görünse de görünmese de heybetli Avcı diyor ki “Ey İstanbul sal ışıklarını gönder gönderebildiğin kadar. Kemerimdeki 3 delikten birisinin ışığı bile senin bugün tutulan güneşinden büyük. Sen beni gökyüzünden silemezsin. Bak işte şu uçakta seni terk edip güneşi Antalya’da karşılayan birisi var!”
22:45 evdeyim. Uyuyan prenses kızıma ve minik bebek oğluma birer öpücük kondurup, çalışma masama geçiyorum. Uçakta aklıma gelen şeyi hemen yazmaya başlıyorum:
VASİYET:
Güzel Kızım Dilara ve Oğlum Tarık;
Ölümümden sonra açmanızı istediğim bu zarfın içinde mal, mülk, para, servet yok. 29 Mart 2006’da Side’den izlemeye gittiğim Tam Güneş tutulmasına ait ve benim oradayken o anda çektiğim birkaç güneş görüntüsü ve kendimin yani babanızın 35 yaşındaki fotoğrafları var. Size vasiyetimdir ki, eliniz ayağınız tuttuğu sürece 30 Nisan 2060 günü yani “Babamız yaşasaydı 89 yaşında olurdu” diyeceğiniz zaman Adana’ya, hava orada açık olmaz ise İskenderun’a gidecek ve tam tutulmayı seyredeceksiniz. Gerçi sağ olduğum süre içinde size gökyüzünü sevdirmek için her şeyi yapmış olacağım ve siz bu vasiyeti almamış olsanız da oraya gidecektiniz. Ama size diyorum ki gidin ve görün. Ne olur aşağıda verdiğim koordinatlarda 5 dakika 4 saniye sürecek olan tutulmanın birkaç saniyesinde beni düşünün ve dua edin, inanın bu mezarıma bırakacağınız en güzel gül olacaktır.
Tutulma Tarihi 30 Nisan 2060
Koordinatlar: N 36.37.38 E 35.36.29
Tam Tutulma başlangıç saati 10:44:10
Babanız Mehmet AKYÜREK 29.03.2006 23:00
(akyurekmehmet@yahoo.com)