TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanı Alçaltan Üstünlük Kompleksi / Pusudaki Düşmanlar II

İnsanı Alçaltan Üstünlük Kompleksi / Pusudaki Düşmanlar II

Ümit dolu olmak atalete düşmemek için gerekli, ancak yeterli değil. Yolculuğun daha ilk adımında karşımıza dikilen ümitsizlik düşmanını etkisiz hale getirmekle işler bitmiyor. İkinci düşman sıradadır: Üstünlük kompleksi

Ümit dolu olmak atalete düşmemek için gerekli, ancak yeterli değil. Yolculuğun daha ilk adımında karşımıza dikilen ümitsizlik düşmanını etkisiz hale getirmekle işler bitmiyor.

İkinci düşman sıradadır: Üstünlük kompleksi

… 

İnsanın iç dünyasında ve ilişkilerinde tahrip edici rolü olan bu sorun, kibir olarak kendini gösterir. Megalomani ve narsisizme kadar uzanır.

İşte bu düşmanın esiri olanların bazı ortak özellikleri:

- Eleştiriye tahammül edemez fakat başkalarını eleştirmeden duramaz. Sürekli ateş eder.

- Övgü açlığı içindedir.

- Güç eline geçince, kararları adaletten uzak ve acımasızdır.

- Eziklik kaynaklı agresif ve saçma davranışlar gösterir.

- Kötülükleri kendine hiç yakıştırmaz ve hep başkasında arar. İddialaşır.

 

Bir Arızanın Arka Planı

Büyük bir fabrikada çalışan bir ustabaşı vardı. Fabrikanın bir bölümündeki üç adet üretim bandının birinden sorumluydu. Gündüz mesaisi sona erince fabrikadan ayrılıp evine gitmişti.

Gece vardiyasına gelenler birdenbire ortaya çıkan arızayı giderememiş. Üretim bandını bir türlü çalıştıramamıştı. Arıza halledilememiş. Sabaha kadar uğraşıp durmuşlar, ama nafile.

Sabah, ustabaşı geldiğinde perişan vaziyetteki mühendisleri görünce, “Hele durun, bir de ben bakayım,” demiş.

Birkaç dakika içinde problemi çözmüş. Üretim bandı tıkır tıkır çalışmaya başlamış. Ustabaşı omuzlarda, mühendisler madara. Bu, olayın görünen çehresi. Madalyonun bir de arka yüzü vardı.

Fabrikaya büyük maliyet yükleyen bu arızanın arka planının farklı olduğu çok sonraları öğrenildi. Şeytanın aklına gelmeyecek bu arızayı ustabaşının planladığını kimse bilmiyordu. Ama o olay yaşandığında arızayı kısa zamanda bulan ve giderenin kim olduğunu ise duymayan kalmamıştı. 

Yıllar sonra bir içki masasında baklayı ağzından çıkarana kadar da kimse olayın iç yüzünü bilemeyecekti. 

Bazı kayıpların ne istatistikte ne de vicdanda yeri vardır. Üstünlük hastası bir insan neler yapmazdı ki.

Benzer olayların açtığı yaralar insan havsalasına sığmayacak kadar büyük. İnsan değerlerine, işletmelere ve ülke ekonomisine kaybettirdikleri rakamlara sığmaz.

 

Tevazu ve Otorite Dengesi

Ülkemizde ve yurt dışında fabrikaları olan bir şirketin patronu, bu konudaki bir tespitini paylaşmıştı: 

“Fabrika müdürü seçiminde çok itinalı davranıyoruz, ancak zamanla şunu gördük: Müdür seçerken elbette dürüstlük, kabiliyet, çalışkanlık, bilgi, tecrübe vs. özellikleri taşıyor olmasına önem veriyoruz. Ancak üstünlük kompleksi varsa, kaçınılmaz problemler yaşanıyor. Bu durum verimliliği olumsuz etkiliyor. 

“Kabiliyet Allah vergisidir ve alçakgönüllü olmayı gerektirir. Yetenek, bir yöneticiyi zirveye taşıyabilir. Ancak mizaçta sorun varsa, olmaz.

“Kötülüğün kaynağında kibir var. Kendini üstün görmek şeytana ait bir vasıf. Kendini tanımayan ve diğerlerini küçümseyen birisi sağlıklı iletişim kuramıyor. Her insan gibi bir müdür de, kurduğu iletişim kadar.

“İletişim anlam paylaşımıdır. Ortak dil gerektirir. İnsana tepeden bakmamayı, tarafgir olmamayı gerektirir. Ötekileştirmek veya berikileştirmek aynı oranda zararlı. Hakkaniyetten uzaklaştırır, zulme kapı açar. Kibir zaafı olan birisi, tecrübe ile sabit ki, etkili iletişim kuramıyor.

“Bu tecrübelerden sonra, müdür seçiminde olmazsa olmaz bir kriter ekledik: Müdürün tevazu ve otorite dengesini kurabilecek vasıfta olması.”

 

Tarihe baktığımızda, üstünlük kavgaları sonucu çıkan savaşlar, silinip giden devletler görürüz

İstikametli olan doğru yol, kendini hiç kimseden büyük görmemek, kibirlenmemek.

Başarıları güzelce takdir etmeyi bilmek ve hiç kimseyi firavunlaşmasına yol açacak kadar yüceltmemek. Yöneticilik optimumu bulma sanatıdır. Dengeli yaklaşım ve empati gerektirir.

Üstünlük kompleksi girdabındakiler empati yapamaz. Buğulu pencerelerinden bakarlar dünyaya. Daha ziyade kendi yansımalarını görürler camda. Dünyanın kendilerinin ekseni etrafında döndüğünü sanırlar. Âdil olamazlar. Megalomaniye ve zulme yatkınlıkları yüzünden işbirlikleri başarısız veya etkisiz olur. Ortaklıklar yürümez. Menfaat çatışmasında adalet rafta kalır. Terazilerinin ibresi daima kendinden yanadır. Her şeyi şahsi menfaat cetveliyle ölçer.

Sinerji oluşturamayan birlikteliklerin gelişmeleri kısa ömürlüdür. 

Merkezde kendini tanımanın olduğu özsaygı ve özgüven değerlidir. Fakat kendini tanımayan, bilmeyen, insanları ötekileştiren, güçlüye yapmacık nezaket gösterip kuyruk sallayan, zayıfa diş gösteren, saygıdan nasibi olmayan megaloman bir yapının yönetim tarzı en korkunç hâkimiyettir.

Üstünlük meylinden doğan olumsuz duygular, işletme vizyonunu, gaye-i hayalini unutturmakta, rotayı şaşırtmakta, kabiliyet enerji zaman kaynaklarının israfına yol açmaktadır. Her şeyden önemlisi, insan değerleri çarçur edilir.

Kabiliyetli insanları kendisi için tehdit olarak algılayanlar, türlü entrikalarla birilerinin ayağını kaydırmaya çalışır.

Osmanlı Devletinin son döneminde bir saray pehlivanından bahsedilir. Uzun yıllar saray başpehlivanı olarak kalmış. İleride kendisine rakip olabileceğinden endişe ettiği kabiliyetli gençleri nasıl sakatladığına dair birçok öykü anlatılır.

 

Hizmetkâr Liderlik

Bir arkadaşım yurt dışında doktora çalışması esnasındaki bir anısını paylaşmıştı:

Bölüm dekanı olan bayan profesör mesai saatinden önce okula geliyor ve tuvaletleri temizliyormuş. Arkadaşım merak etmiş ve sebebini sormuş.

Dekan, ‘hizmetkâr liderlik’ anlayışını benimsediğini ve bazı duygularını törpülemek için bu şekilde davranmayı seçtiğini belirtmiş.

Buyurgan liderliğin olduğu, ilkelere değil lidere sadakatin esas alındığı, atama ve terfilerde liyakate önem verilmeyen işletmelerde atalet ve çöküş kaçınılmazdır.

Belki de bu yüzden demiş F. Kafka: “İki çeşit şeytan vardır: rütbesi alınmış melek ve atanarak terfi edilmiş insan”

Ülkemizin büyük ölçekli işletmelerinden birinin patronu bu konuya dikkat çekmiş ve demişti ki:

“İşletmeler için en muzır mahluklar, kendini tanımayan, yetersizlik sınırını bilmeyen, gelişmeye kapalı, kibir batağındaki üst yönetimlerdir, patronlardır.”

Üstünlük sarhoşluğu; yorar, yıpratır, yalnızlaştırır.

Kendini tanımayan, bilmeyen, megaloman bir yapı ancak korku kültürü ile hâkimiyet sağlamaya çalışır. Bu anlayışın insanlığın başına açtığı hadsiz belalara tarih şahittir. İnsanlığa, işletmelere ödettiği zararlar hiçbir istatistikte yer almaz, fakat yaptığı tahribat akıl almaz büyüklüktedir.