TR EN

Dil Seçin

Ara

Okumak… Yine… Yeniden…

“Yusuf, sen neden okumak istemiyorsun?” “Okumak öğrendim ya! Daha ne okuyayım!” Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf” adlı romanında, tahsile lakayt bir tavır takındığını gözlemlediği romanın başkahramanı Yusuf ile kendisine babalık yapan Salâhattin Bey arasında geçen bu diyalog, yaz tatillerinde gittiğimiz kurslarda, elifba’dan başlayarak Kur’an okumayı öğrenmeye çalıştığımız günlere götürmüştü beni.

“Yusuf, sen neden okumak istemiyorsun?”

“Okumak öğrendim ya! Daha ne okuyayım!”

Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf” adlı romanında, tahsile lakayt bir tavır takındığını gözlemlediği romanın başkahramanı Yusuf ile kendisine babalık yapan Salâhattin Bey arasında geçen bu diyalog, yaz tatillerinde gittiğimiz kurslarda, elifba’dan başlayarak Kur’an okumayı öğrenmeye çalıştığımız günlere götürmüştü beni. Kurs süresinde elifba’yı tamamlamadıysak eğer, bir sonraki yaz tatilinde yine başa dönmek zorunda kaldığımız, nihayetinde “Kur’an’a geçmeyi”  başardığımızda büyük sevinç duyduğumuz günler. Ancak, insanlığa inen ilk ayet, “Oku! Yaratan Rabbin adıyla” ayetini nasıl anlamamız gerektiğine dair düşünmediğimiz günlerdi o günler. 

Okumayı öğrenmiş olmayı nihai hedef olarak görmek ve sonrasında daha okumama ne gerek var demek, çocuk saflığı ve naifliği ile izah edilebilir belki. Oysa insan akletmeye başladığında; akleden kalbi kendine, varlığa, hayata dair sorularına cevap arayıp mutmain olmak istediğinde durum değişiyor. O zaman okumaktan maksadın metin okumasından daha öte bir anlam içerdiği daha iyi anlaşılıyor. 

Kur’an, kıyamete kadar gelecek tüm insanlara dünya ve ahiret saadeti vaat eden son vahiy. Her çağda insana ve hayata dair temel meselelerin ele alınışı ile ilgili bir bakış açısı kazandıran, aklı ve kalbi insan fıtratıyla uyumlu olarak terbiye eden, duyguları düşünceleri ve davranışları böylece şekillendiren ilahi rehber. Kur’an okuyan insan aynı zamanda kendini, tabiatı, olan biteni, hayatı “Yaratan Rabbin adı ile okumayı” öğreniyor. 

Bu okumaların nihai hedefi, kendine özgü değerler dünyasından meselelere bakan, yorumlayan ve çözüm üreten insan tipini yetiştirmek bir anlamda. Çünkü insan, hangi çağda yaşarsa yaşasın bir fıtrat üzere dünyaya gelen, merak eden, sorular soran, anlamaya çalışan bir varlık. Mikro âlemden makro âleme süre giden muazzam işleyişi anlama yolunda “nasıl?” sorusunun peşine düşüyor bu yüzden. Görülen, duyularla algılanan fizik âlemin işleyişine dair bilgilenmek yeterli olmuyor tek başına. Çünkü aklın yettiği, izah edebildiği bir alanın yanı sıra, onu aşan ve Aşkın rehberliğe ihtiyaç duyulan bir başka alan daha var. Görünenin ötesini anlama, bağ kurma, maddeden manaya ulaşma istek ve ihtiyacı, bu kez “niçin?” sorusunun peşine düşürüyor insanoğlunu. İşte bu noktada vahiyle ilahi rehberlik, peygamberler vasıtası ile güzel örneklik imdada yetişiyor. 

Bakış açısı ile duygu ve düşünceleri bu asli kaynaklardan beslenen bir insanın, özgün kelime ve kavramlarla inşa edilmiş bir anlam dünyası, hayatı ve olan bitenleri farklı bir okuma ve yorumlama biçimi oluyor haliyle. Farklı medeniyetlerin yetiştirdiği insan tiplerinin hayata kattıkları ya da hayattan alıp götürdükleri bu minvalde düşünülebilir. Ardında ölümler, zulümler, yıkımlar bırakanlar da var, geçtiği yerlerde gül kokusu, barış ve huzur iklimi soluklananlar da. Tarih ve günümüz dünyası bunun sayısız örnekleriyle dolu. 

Bu noktada etkileyen ve etkilenen bir varlık olarak insanın önemi bir kez daha öne çıkıyor. Çünkü medeniyetlerin temel referans kaynakları bir insan tipi yetiştirir. Medeniyetler de kendisini temsil eden insanların varlığı ve gayretleriyle yaşar. 

Devasa bir medeniyet birikimi ile gelinen günümüzde, Batı merkezli düşünce, kavram ve onlar üzerinden inşa edilen kurumlar ile işleyen bir hayatın içindeyiz. İslam ve diğer medeniyetlerin bu birikime olan katkıları ne yazık ki göz ardı edilmekte. Batı dışı düşünce ve hayat tarzları, “hayatın olağan akışı içinde” istisnai, nostaljik veya folklorik unsurlar olarak görülmekte. Barış, huzur ve esenliğin diğer adı olan İslam, barış ve huzuru tehdit eden korkulası bir unsur olarak lanse edilmekte çeşitli bahanelerle. Böylesi edilgen ve pasif konuma düşmüş olmamızın farklı sebepleri var muhakkak ama kendi payımıza düşen sorumluluğu da unutmamalı. 

Batı kaynaklı bilgi üretimi ve sosyal değişimler baş döndürücü bir hızla devam ederken, bütün insanlık olarak ciddi bir anlam ve değerler krizi yaşandığı malum. Siyasi ekonomik sosyal sorunlar bu temel sorunun yansımaları olarak tezahür etmekte. Şu halde insanlık tarihine çok önemli katkılar sunan, insani değerler üreten bir medeniyetin mensupları olarak, bir durup düşünmek durumundayız. 

Yoğun bilgi bombardımanına maruz kalan, bağ kuramayan, anlam dünyasından yoksun, değişim rüzgârlarıyla savrulan bugünün insanını ve toplumlarını, “Oku! Yaratan Rabbin adıyla” ayeti ışığında yine yeniden okuma ve anlama gayretini kuşanmak önemli bir başlangıç noktası teşkil edebilir. Kendi ürettiği sorunlarla ilgili çözümsüzlük sarmalına giren yerleşik düşünce ve hayat tarzına farklı bir pencere açma, yeni bir bakış açısı sunma teşebbüsü… Anahtar kelime “denge”… İnsana insanı anlatmak, insanlığı ile buluşturmak, güçlü yanlarıyla ve zaaflarıyla, bir bütün halinde... Bireysel hak ve özgürlüklere sahip çıkmak ama hakkı hukuku ve adaleti gözeterek, toplumsal sorumlulukları unutmadan… Ekonomik kalkınma ve refah düzeyini artırmayı hedeflemek ama başka coğrafyalardaki insanları ötekileştirmeden, haklarını çiğnemeden. Maddi dünyanın güzelleştirilmesi ve güçlendirilmesi için uğraşmak ama vicdan ve irade eğitimi ile manen güçlenmeyi güzelleşmeyi ihmal etmeden…

Kendi değerlerimize yaslanan okuma ve yorumları yansıtan çalışmalarla, Batılı paradigma üzerine inşa edilen sosyal bilimler literatürüne ciddi katkı sunulabilir ve meselelerin çözümünde önemli mesafeler kaydedilebilir. Tüm insanlığın hayrını gözeten, insani temelde yükselen medeniyetimizin ihyası için, temel referans kaynaklarımız ve tarihi tecrübemiz orada durmakta. Okumayı bir kez öğrendik daha ne diye okuyalım dememeli vesselam. Hele şu zamanda hiç… 

Öyleyse…

“Oku! Yaratan Rabbin adıyla”… Yine… Yeniden…