Musibete uğrayan müminler “Ne yapalım, kader.” diyorlar. “Kader böyle imiş, buymuş alın yazın.” diye birbirlerini teselli ediyorlar.
“Bu, kaderciliktir.” diyor kimileri. Buna ne diyeceğiz?
Fatalizm, kadercilik ve yazgıcılık aynı anlama gelen terimlerdir. Bütün olguların, olayların, durumların önceden belirlendiği ve asla değiştirilemeyeceği tezinden yola çıkarak insan iradesini yok sayan bir felsefî görüşü anlatır.
Kimi anlamını bilerek kullanıyor “kaderci” terimini, kimi bilmeden. Bilerek kullananlardan bir kısmı, inananların “kaderci” olduğunu söylüyor, daha doğrusu suçluyorlar.
Bu düşünce bir parça Cebriye mezhebine benziyor. İslâm âleminde boy gösteren sapkın bir mezheptir Cebriye. İnsan iradesini kabul etmez. İlginçtir, bu akımı savunanlar, irade yok sayılırsa inanmanın ya da inanmamanın bir anlamı kalmaz, diye düşünmemişler.
Kuşkusuz çarpık bir düşüncedir kadercilik, bu nedenle şiddetle eleştirilmiş ve yıpratılmıştır. Günümüzde adı anılmaz olmuştur artık.
Hâlbuki doğru kader inancına sahip bir Müslüman, “Nasılsa kaderim değişmeyecek, ne yapsam nafile, çalışmak anlamsız.” deyip oturamaz. Hiçbir gayret göstermeden beklemek tevekkül değil, tembelliktir.
Mümin, iradesini kullanır, sebeplere teşebbüs eder, çalışır, çabalar, sonra da elinden gelen her şeyi yapmış olmanın gönül rahatlığıyla sonucu bekler. Çünkü bilir ki, insan seçim yapabilir ama sonucu yaratamaz. Bu konuda eli kısadır. Bekleneni vermek ya da vermemek Rahmanın iradesine bağlıdır.
Fakat çoğunlukla çalışıp çabalama biçimindeki duanın sonuçsuz kalmayacağını da bilir. Mesela, tarlasını sürer, eker, sular ve bekler. Bilir ki, bitkileri yaratmak yaratıcının elindedir.
KADERE TESLİM OLMAK “KADERCİLİK” DEĞİL MİDİR?
Fakat bazen işitiyoruz, musibete uğrayan müminler “Ne yapalım, kader.” diyorlar. “Kader böyle imiş, buymuş alın yazın.” diye birbirlerini teselli ediyorlar. “Bu, kaderciliktir.” diyor kimileri. Buna ne diyeceğiz?
Evet, Müslüman, yeri gelince, “Kaderim böyleymiş.” demeyi de bilir. Ne zaman olur bu? Başına bir bela geldiğinde, olaylar olup bittikten sonra, başka bir deyişle, elinden hiçbir şey gelmediği, sonucu asla değiştiremeyeceği durumlarda. “Kader” der, teslim olur. Bu teslimiyet, ümitsizliğin, karamsarlığın ve üzüntünün ilacıdır.
Yoksa günah işleyen bir adam, “Kaderimde günah işlemek varmış, ne yapayım, ben hep böyle yaşamaya mecburum.” diyemez. Tembel bir talebe, “Belli oldu, tembellik benim kaderimmiş.” deyip oturamaz. Çünkü insan geleceği önceden bilemez.
“Müslüman kadercidir.” diyen adam, ya kadere imanın ne olduğunu bilmiyor, ya da biliyor ama müminlere bilerek iftira ediyor. Sahih kader inancıyla müminin kendine özgü yanlış tavrı birbirine karıştırılmamalı.
Sözün kısası, Müslüman, kaderin, iradenin tanımı gereği, “kaderci” ya da “yazgıcı” değildir, ancak “kadere iman etmiş” bir mümindir. Bu ince farkı görmek gerekir.
TEDBİR TAKDİRİ BOZAR MI?
Deprem günlerinde kader konusu çokça konuşuldu, tartışıldı. Özellikle, bina yaparken tedbirli olmanın üzerinde duruldu. Kimi “Takdir neyse o olur.” derken, kimi de “Tedbir kaderi önler.” dedi. İnsanların kafası karıştırıldı. Sadece deprem konusunda mı? Hayır, her felakette bu konu gündeme getirildi. Peki, nedir tedbir ve takdirin yeri?
Allah, Hakîm’dir. Hikmetle iş yapar. Bu dünyada her sonucu bir sebebe bağlamış. Netice almak isteyen kişi sebepleri ihmal edemez. “Allah Kadir’dir, takdir neyse o olur.” deyip bekleyemez. Bunu “daha güçlü bir iman” sanmak yanlıştır. Kadir ismini nazara alırken, Hakîm ismini unutmak demektir.
Şu halde, mümin belalara, musibetlere, felaketlere karşı bir yandan diliyle yakarırken, bir yandan da eliyle sebeplere teşebbüs edecek. Dil duasının yanına el duasını da katacak. Kalbî ve kavlî duayı ediyorum diye fiili duayı ihmal etmeyecek. Çalışarak yapılan dua Hakîm ismine uygun davranmanın göstergesidir.
Bilim, olayları inceler, neden sonuç ilişkilerini bulur, bunları yasalar halinde dile getirir. İşte bu noktada bilimle ilgilenmek, Hakîm ismini incelemek ve tanımaya çalışmak demektir. Sahih bilimin gereklerini yapmak Hakîm ismine uygun davranmak anlamına gelir.
Hasta mısın, doktora gideceksin, ilaç kullanacaksın. Çocuk sahibi olmak mı istiyorsun, evleneceksin o zaman. Başarıyı mı hedefledin, çalışacaksın. İyi meyveler elde etmek niyetinde misin, tarlana, bahçene iyi bakacaksın. Evin başına yıkılsın istemiyorsan bilim adamlarının tavsiyelerine kulak verecek, inşaat yaparken sağlam temeller atacak, hafif ve kaliteli malzemeler kullanacaksın.
Biz takdirin, kaderin, alın yazısının muhtevasını bilmeyiz. Özgür irademizle tercihler yapar, sonucu bekleriz. Hadiseler olup bittikten sonra biliriz kader defterimizde yazılı olanı.
Tedbir takdirin içindedir. Kader tedbirle sonucu birlikte kapsar. Sonucu bilen Allah, elbet sebebi de bilmektedir. Tedbir alınmışsa kader defterindeki kayıt ona göre yazılıdır. Tedbiri takdirin dışında bir olgu olarak düşünmek yanlıştır.
KADERE İMAN TEMBELLEŞTİRİR Mİ?
Hristiyanlar, Hristiyan oldukları için bilimde, teknikte, medeniyette ileri gitmediler, hayır! Müslümanlar da Müslüman oldukları için geri kalmadılar. Tam tersi bir durum var ortada.
Batı, Hazreti İsa aleyhisselamdan sonra oluşturulan din anlayışından uzaklaştıkça ilerledi. Çünkü böyle bir din anlayışı bilimsel araştırmalara imkân vermiyordu. Bilimle din adamları arasında ciddi sorunlar vardı.
İslâm, tam aksine, bilimi, düşünmeyi, incelemeyi, araştırmayı tavsiye etti. “Hiç düşünmez misiniz?” der âyet. Dikkati güneşe, aya, denize, rüzgâra, hayvanlara, bitkilere çeker, “Bakın, görün, düşünün, anlayın!” buyurur... Kur’an, bu tür âyetlerle doludur.
Surelerin isimleri bile insanın nazarını çevresindeki varlıklara çekecek biçimde verilmiştir. Güneş, ay, yıldız, insan, kadın, balarısı, örümcek, sığır, fil, demir, zaman gibi.
Allah, bunları surelere isim yapmakla kalmıyor, aynı zamanda her biri için “âyet” tabirini kullanıyor. Ne demektir âyet? Alamet, bellik, nişan... Kâinat da bir kitaptır. İçindeki her bir varlık birer âyettir, birer kelimedir. Nasıl Kur’an sözel âyetlerden oluşmuşsa, kâinat da görünen âyetlerden oluşmuş.
Kur’an’a muhatap olan dikkatli bir mümin, Rabbinin bu büyük kitabını da okur, onun sırlarını keşfeder, maddeten de ilerler. Bunu yapmıyor da geride kalıyorsa bu onun hatasıdır.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kadere herkesten ziyade iman ederdi, fakat aynı zamanda insanların en çalışkanıydı. En güzel örnek odur!