Fetih’ten iki yıl sonrasıydı. İstanbul’un ilk Belediye Başkanı Hızır Bey’in giriştiği imar hareketiyle, şehrin eli yüzü epey açılmıştı. Fetih sırasında yanmış, yıkılmış yerler temizlenmiş, fethe kadar ihmâl edilmiş neresi varsa, elden geçirilip güzelleştirilmişti.
Fakat İstanbul’un üstüne titreyen en önemli kişi, onu Peygamberimiz’in (sav) buyurduğu gibi fetheden ve dedesi Osman Gazi’nin vasiyetiyle ‘gülizar’ yapmak isteyen Fatih Sultan Mehmed’di.
Hızır Bey’i yanına alarak sık sık şehri dolaşan Sultan Mehmed, bir gün de Haliç kıyılarını geziyordu. Bu kıyılarda o zaman, yan yana birçok bahçe vardı. Mevsim yaz başı olduğu için bahçeler şenlenmiş, fideler boy vermişti.
Sultan Mehmed, o sırada bir bahçıvanın topladığı ayrık otlarını küfeler içinde Haliç’e attığını gördü. Atını o tarafa doğru sürdü.
“Hayrola?..”
Bahçıvan, Hünkârı görünce şaşkın, el pençe divan, ezile büzüle cevap verdi:
“Hayrınız karşılasın Efendimiz. Kulunuz, gördüğünüz gibi, hizmet ettiğim bahçeyle uğraşırım.”
“İyidir, hoştur da, şu deryaya döktüğün nedir?”
“Şunlardır Efendimiz, yaban otlarıdır. Sebzeyi toprağa küstürmesin diye hep yolar, atarız.”
“Peki, hep böyle deryaya mı atarsınız?”
Bahçıvan, bu soruya bir mânâ veremiyordu:
“Başka nereye atarız Efendimiz? Derya yakın olunca, cümle kulunuz, kolayını hep böyle bulduk.”
Sultan Mehmed, “Bu ne gûnâ iştir efendi!” diye gürledi:
“Derya kimindir ki, bu zebile feda edersiniz?” Padişah’ın hiddetini görünce bahçıvanın beti benzi uçmuştu. Titriyordu. Sultan Mehmed, daha bir üsteledi:
“Söyle, kimindir bu derya?”
“Sizindir Devletlim!”
“Hayır!”
“Kulunuzu bağışlayın, sürç-ü lisan ettim. Önce Cenâb-ı Hakkın, sonra siz Efendimizindir.”
“Hayır!”
Bahçıvan ne diyeceğini şaşırmıştı. Başı önde, gözleri yerde, başka cevap bulamıyordu. Öyle ya, kimindi bu derya?..
Sultan Mehmed cevap verdi:
“Bak a efendi! Bu derya önce Cenab-ı Hakkın, sonra Devlet-i Alîyenindir. Bu zebili bu deryaya dökmekle, devletin malına halel getirdiğini bilir misin?”
Sonra, Sultan Mehmed, yanındaki Hızır Bey’e döndü:
“Efendi Hazretleri! Fermanımız odur ki, bundan sonra her kim bu deryaya fena ederse, kendine pek fena edeceğini elbette biledir!..”
Saray’a dönünce, yayınlanan fermanla, artık ‘deryadır’ diye ne Haliç’e, ne bir başka kıyıdan şu güzelim denize tek çöp atmak kimin haddineydi...
Ama, ya sonra?..