TR EN

Dil Seçin

Ara

Orda Bir Köy Var Uzaktaaa…

Kışın, üniversite öğrencilerinin ellerinde “kirli torbaları”, gözlerinde memleket rengi ışıltılarla bindiği otobüsler, yazın tatilcilere kalır. “İstanbul’dan hareketle Ordu istikametine seyahat etmekte olan herhangi bir turizmin sayın yolcuları...” ikazıyla biten yarım saatlik çay ve ihtiyaç molalarının haricinde sürekli oturmak zorunda olduğunuz uzun bir yolculuk... Ne gemiye benzer, ne uçağa, ne de otomobile... Uykunuza kıyamayıp molada da oturmaya devam ederseniz, beklenmedik bir “foş” sesiyle irkilirsiniz örneğin, devasa bir fırça ile başınızı yasladığınız camı dışarıdan yıkarken muavin. “Arkalara doğru ilerleyelim.” nidalarından münezzeh bir hizmet anlayışı; kilometrelerce uzunlukta sıkış tepiş trafikten uzak, bomboş yollar, öyle her zaman erişilebilecek imkânlar değildir.

 

ETRAFTA BİRİLERİ VAR

Köyümüze vardığımızda, bambaşka bir medeniyetin kucağına geldiğimizi anlamak yolunda ilk adımı, araçtan inip eve doğru yürürken atacağız. Zira karşımıza yol kenarlarında konuşlanmış ‘komşular’ çıkacak. Gittiğiniz bu yerde insanların birbirlerini gördüğünde selam verdiğine, iki çift lâf ettiğine şahit olacaksınız. Bu sizi korkutmasın; söz konusu diyaloglar maksatlı değildir. Altında Çapanoğlu sülalesinden herhangi bir ferd de yoktur. Devasa metropollerinde kendi evini bulamayıp yolda karşılaştığı komşusuna bir yabancıya sorarmışçasına evinin yolunu sorabilme olasılığına sahip kişileriz biz. (Biraz abarttık sanırım. Olsun, hemen hemen böyle...) Burada ise mensubu bulunduğunuz aileyi açıkladığınızda, artık tanınıyorsunuz demektir. ‘Yabancı’ diye bir şey kalmaz, herkes ‘dost’ oluverir. Hiç kimse ayrı dünyaların insanı değildir. Şimdi, bu arkadaşlarımızla ilgili önemli bir noktaya işaret edelim. Mümkünse bu kişilerle sizli bizli konuşmayın. Size, “Hoş geldin yavrum, sen kimin çocuğusun has kızım.” şeklinde bir reveransta bulunan hemşehrinize, “Ben filancanın çocuğuyum efendim, siz kimsiniz acaba?” derseniz, karşı taraf bocalayarak, “Biz de buralıyım senin dedenizin emmoğlugilin hanımıyım.” gibi özne yüklem uyumsuzluğu içerisinde kıvranan bir cevap vermek zorunda kalacaktır.

 

ZAMAN NE DE ÇABUK...

Erken yatıp, erken kalkılır. ‘Bahça bahçalanacak’tır, ‘çangal ayıklanacaktır, ‘mal yayılacak’tır. (1. Toprağı kazarak havalandırmak, 2. ağaçlardan yontulan dalların yaş, kuru şeklinde sınıflandırılması, 3. ineklerin otlamaya bırakılması için bir değnek yardımıyla dürtülmek suretiyle otlak araziye götürülmesi)

“Şefin spesiyali, bugün ne pişirelim” listesinden ev hanımının imalatı olan peynir ve tereyağ seçilip yenir, çay içilir. Ardından ajandaya bakıp günün randevuları ve yapılacak işleri gözden geçirilmez. Telefonla birini arayıp lüzumsuz konuşmalar da yapılmaz. Onun yerine karşı eve doğru bir nâra atmak yeterlidir:

“Saaafiyeee, uuuuuu”

Bu, “Safiye, evde misin?” anlamına gelir. Safiye evdeyse “uuuuuuu” diye bağırır. “Buyur, söyle.” demektir bu da. “İstanbul Müzik Festivali kapsamında bugün Darphane-i Amire binasındaki konsere gidelim miiiii?” diye sorarsa beriki, Safiye de cevabını verir ona: 

“Siz uşak devşek gidiveriiin, benim pekmezim kaynayacaaak.” İşte, konu çözüme kavuşturulmuştur.

 

TEY TEY TEY TEY!

Burada insanlar köy düğünleri yaparlar. Elinize bir kilo bulgur veya mercimek alıp düğün evine gidiniz. Önünüze konan sofraya oturunuz. Karnınız tok mu?! İlahi... İnsan düğün evine tok gelir mi? Hem zaten yiyeceğiniz ne ki... Altı üstü bir tabak yahni, bir tabak keşkek, bir tabak dolma, bir tabak börek, bir tabak baklava, bir bardak da ayran. İnsan bunun için gönül kırmaz... Yemekten kalktıktan sonra evin önündeki harman adı verilen bölgeye alınacaksınız. “Pisti boşaltıp” gelinle damada yer açacaksınız. Bu arada köye gittiğinizde kireçsiz sudan yapılmış çay, hormonsuz erik, içi hava değil hamur dolu ve lezzetli ekmek gibi gıdaları bünyeniz başta reddedecekse de, zamanla bu duruma alışırsınız.

 

BİLMEDİKLERİMİZ, BİLEMEDİKLERİMİZ...

Duymaya pek de alışkın olmadığımız isimlerle karşılaşacaksınız. “Hüddi”, “Casiyet”, “Deli Seniye” gibi daha pek çokları konusunda pratik yapın. Ayrıca yanınızda bir adet de, deneyimli teyze, nine vs. bulundurmanızda fayda var. Hiçbir ‘atasözleri ve deyimler sözlüğü’ kapsamında anlamını bulamayacağınız sözler duyacaksınız. Bunları sessizce deneyimli teyzenize sorun. Cehaletinizi açık ederseniz çok gülerler, mahcup olursunuz. Diplomalarınız, mastırınız ve dahi doktora teziniz burada bir anlam ifade etmeyeceğinden, bir kenarda küçülür, zavallı bir İstanbullu olursunuz. Buraya ayak bastığınızda, artık bildiklerinizi unutma vakti gelmiştir. Ne olasılık hesapları çözebilir, kapıdan içeri şen kahkahalarıyla bir komşunun gireceği vakti, ne de Yunan felsefesinde “Moskovun andırı” diye bir kavram vardır.

Zaten burada, yaşlı bir teyze size hayata dair merak ettiğiniz her şeyi öğretebilir. Tarlada çalışırken dünyaya getirdiği çocuğu evdeki diğer çocuklarına bırakıp, iki gün sonra tarlaya geri dönüşünü meselâ... Yahut bir amca anlatır beline kadar çamurlu yollarda beş kilometre yürüyüp ilkokula nasıl gittiğini. Fonda bin yılın türküleri çalarken bir yandan, bir fındık bahçesinin kenarından, siz ne kadar çok şey bilmediğinizi daha iyi anlar, daha çok şaşırırsınız.

Hasılı, insanın nefsinden ziyade ruhuna hitap eder buralar. Özleyip de göremediklerini gösterir. Kimse, cesaret edip de, kentten köye göçemez elbette. Ancak, en azından, buraya gelen bilir ki, içinde kaybolduğumuz koca şehirlerin yalnızlıklarından ibaret değil hayat. Kendisi göçemese de, tatlı mutluluklarından bazılarını buralara emanet bırakır. Sonra da dayanamaz, her sene görmeye gelir o mutlulukları. Köy ziyareti dediğimiz de, işte bu kısacık mutluluk kaçamağından başka bir şey değildir aslında...

 

Not: Bu yazının ortaya çıkmasında farkında olmadan emeği geçen Ordu Nizamettin Köyü, Öceli Köyü ve Manyas Seyyidler Köyü sakinlerine çok teşekkür ederim.