“Onların dualarına baktığınızda, kâmil ve tamamen ilâhî bir dinin mensubu olduğunuzu anlayabilirdiniz. En avamî bir Müslüman’ın bile Rabbine dua ederken kullanmayı aklından geçirmeyeceği ifadeler, en çok ettikleri dualarında geçmekteydi.”
Bu yaz Kapadokya’da dindar bir Hristiyan turist grubun her gün tekrarladıkları dualarını dinleyince şöyle düşünmekten kendimi alamadım: Nasıl dünya tarihinin ilk katili, öldürdüğü insanı defnetmesini bilememişse, bizler de eğer, Allah öğretmeseydi dua etmesini dahi beceremezdik.
Bildiğiniz gibi Âdem aleyhisselâmın oğullarından Kâbil, Hâbil’i öldürdükten sonra kardeşinin cesedini ne yapacağını şaşırır. Derken Yüce Allah bir karga gönderip ölmüş kargayı ona gömdürtür. Mâide suresinin 30 ve 31. âyetlerinde bu kıssanın ibretlik hâli bizlere gösterilir.
Bahsettiğim dindar grup Parislilerden oluşuyordu. Yirmi kişi kadardılar. Başlarında bir papaz vardı. İçlerinden bir karı kocayı yıllardır tanırdım. Zaten bu çift beni oraya davet etti. Üç gün birlikte olduk. Bir akşam da ben onlara İslâm’ı anlattım. Birkaçının İslâm’a olan düşmanlıklarının gidip, dinimize sevgi duymaya başladıklarına şahit oldum. Sabah ve akşam birer saat âyin yapıyorlardı. Beni de âyinlerine davet ettiler. Katıldım. Ve dinimce sakıncası olmayan bazı dua ve ilâhilerine iştirak ettim.
Her âyini bitirmezden önce topluca ettikleri bir dua dikkatimi çekti. Bu dua onların bir bakıma bizdeki Fâtiha’nın eş değerindeki bir dualarıydı. Duadaki özellikle bir cümle beni hayrete düşürdü. Diğer cümlelere de itiraz edilebilirdi elbette, ama o cümle işin en can alıcı noktasıydı. Ve ben böyle bir ifade nasıl olur da duada kullanılır diye hayret ettim. Bu duayı hangi papaz efendi yazmış, hangi Kilise Babası kaleme almış diye çok soracak oldum, ama kalpleri kırılır diye soramadım. Çünkü onların vereceği cevabın arkasından hemen itirazımı dile getirmem gerekiyordu. Bu da o atmosferde olmazdı.
Dönüşte araştırıp öğrendim ki bu Lâtince tabiriyle Pater Noster (Babamız) adlı bir dua idi. İncilleri birkaç kere okuduğum hâlde dikkatimden kaçmış. Daha doğrusu âyinlerde onun Fâtiha gibi okunduğunu bilmediğim için pek ilgimi çekmemiş.
Bu dua dört İncil’den sadece ikisinde, Matta ve Luka’da yer alıyor, diğer ikisinde yok.
Buyurun onların bizim bir tür Fâtiha’mız mukabilindeki dualarını bir Matta İncili’nden, bir de Luka İncili’nden okuyalım:
“Ey göklerde olan Babamız, ismin mukaddes olsun; melekûtun gelsin; gökte olduğu gibi yerde de senin iraden olsun; gündelik ekmeğimizi bize bugün ver; ve bize borçlu olanlara bağışladığımız gibi, bizim borçlarımızı da bize bağışla; ve bizi iğvaya götürme, fakat bizi şerirden kurtar; çünkü melekût ve kudret ve izzet ebedlere kadar senindir. Amin.” (Matta, bap 6, cümleler 9-13)
“Ey Baba, ismin mukaddes olsun. Melekûtun gelsin. Gündelik ekmeğimizi bize günden güne ver. Ve günahlarımızı bize bağışla; zira biz de bize borçlu olan her adama bağışlarız. Ve bizi iğvaya götürme.” (Luka, bap 11, cümleler 2-4)
Evet, Hristiyanların her âyinde okudukları en önemli duaları işte bu.
Şimdi, bizim asla kabul ve tasvip edemeyeceğimiz “Babamız” veya “Göklerdeki Babamız” ifadelerini bir yana bırakalım. Beni o Kapadokya’daki âyinler sırasında en çok rahatsız eden şu ifadeye bir bakalım: “bize borçlu olanlara bağışladığımız gibi, bizim borçlarımızı da bize bağışla.”
Bu ifadede Allah’ın hâşâ bizi örnek alması isteniyor. Mutlak kemâl sahibi olan Allah, kusurlu, günahkâr, açgözlü, cimri, kinci ve daha neci ve neci olan bir kulundan ibret almaya davet ediliyor.
Şurası bir hakikat ki Hz. İsa yukarıdaki duanın halis ve Allah’a yaraşan asıl şeklini öğretmişti, ama hemen kayda geçirilmediği için dilden dile aktarılırken duanın ifadeleri bozulmuş gitmişti.
Geçenlerde, kendilerini üzmemek için azami gayret göstererek bazı Hristiyan ahbabıma böyle bir ifadenin İncil’de bulunmasının, İncil’in tahrife uğradığının en açık belgesi olduğunu söyledim. Tevrat, Zebur ve İncil’in tahrife uğramasının zaten son derece normal olduğunu, çünkü Kur’an gibi vahiy iner inmez kayda geçirilmediklerini, sözlü olarak nakledildiklerini, insan hafızasının unutkanlıkla malûl olduğunu, onların hayli zaman sonra kitaplaştırıldıklarını anlattım. Fakat dinletemedim. Çünkü onlarda tahkiki iman meselesi pek kaale alınmıyor. Taklidi iman hüküm sürüp gidiyor.
Bir Kur’an’da Rabbimizin bize öğrettiği dualara bakalım, bir de yukarıdaki duaya.
Evet, eğer Allah bize nasıl dua etmemiz gerektiğini öğretmeseydi, biz o Yüce Varlığa ne eli yüzü düzgün bir dua edebilir ne de kusursuz bir niyazda bulunabilirdik.