TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinattan Haberler

“Pencereye bakarsanız tozları, sinek izlerini, cama çarpan topun yol açtığı çatlağı görürsünüz. Pencereden bakarsanız, ardındaki dünya gözlerinizin önüne serilir.”

—Frederick Buechner

 

***

 

“Anne bu ne?”

Biz yetişkinler, genellikle yanımıza bir çocuk gelip de Bu nedir?” diye sorduğunda, ona sorduğu şeyin ismini söyler geçeriz. Onların sadece gösterdikleri cismin adını sorduklarını zannederiz. Halbuki bu yaptığımız, onların yeni oluşmaya başlayan dünyalarında gördükleri cisimlere bir etiket vermekten öteye geçmez.

Yeni bir araştırma, çocukların Bu ne?” sorularının karşılığında sadece cisme ait ismi beklemediklerini gösteriyor. Dünyanın yeni misafirleri karşılaştıkları eşyaların isimlerinden çok, onların ne işe yaradıklarını öğrenmek istiyorlar.

Araştırma yapılırken, iki, üç ve dört yaşında olan çocuklar ayrı ayrı gruplara yerleştirildi. Gruplardaki her çocuğa bilmedikleri bir eşya gösterildi ve bu eşya hakkında soru sormaları istendi.

Yaşlarına bakılmaksızın bütün çocuklar, kendilerine eşyanın adı söylendiğinde, onun içeriğine, işlevine ait sorular sordular. Cismin sadece adını öğrenen çocuklar devamlı olarak onun ne işe yaradığı hakkın bilgi almaya çalıştılar ve aradıkları cevapları alamayınca sormaya devam ettiler. İstedikleri cevabı alan çocuklar ise diğerlerine göre daha fazla tatmin oldular.

Minik dostlarımızın boyları bizlerden küçüktür, ama beyinleri çok daha tazedir. Onlar eşyaların isimlerini öğrenmekle kalmazlar özelliklerini de merak ederler. Meselâ kızgın ütüye yaklaşan çocuğa cız yaklaşma!” demekten öte bir açıklama yaparsak anlatmak istediğimizi daha iyi kavrar.

 

***

 

YAPRAK KESEN KARINCALAR

Orta ve Güney Amerika’da yaşayan yaprak kesen karıncalar geçimlerini yaprak keserek gerçekleştiriyorlar.

Yaprak kesme işlemi için otuz metre yüksekliğindeki ağaçlara çıkıyorlar. Yapraklardan kendi beden ağırlıklarının 50 katı olan yarım daire şeklinde parçalar kesip yer altındaki yuvalarına taşıyorlar. Bu kadar zahmetle taşıdıkları bu yaprakları yemiyorlar. Yaprak parçalarını çiğneyerek yeni bir madde oluşturuyorlar ve oluşan maddeyi yuvalarındaki mantar bahçesini gübrelemek için kullanıyorlar. Küçük düğmeler şeklindeki mantarlardan oluşan bu bahçe onların besinlerini karşılıyor. Ayrıca kraliçe karınca bu mantarları kullanarak yumurtalarını koyabileceği yuvalar hazırlıyor. Kraliçe karınca bu yuvalara her gün yaklaşık 30 bin yumurta bırakıyor.

Bu gayretli karıncalar yuvalarını yağmur ormanlarının zeminine kuruyorlar.

Böylelikle bütün bu işlemler gerçekleştirilirken bir yandan da yağmur ormanlarının toprakları gübrelenmiş oluyor.

 

***

 

İlk dil nakli gerçekleşti!

Viyana’da yaşayan 42 yaşındaki bir adam dilinde oluşan tehlikeli bir tümörden dolayı konuşamıyor, yutamıyor, ağzını dahi açamıyordu. Geçen sene Temmuz ayında dokuz cerrah tümörlü dili kestiler. Yerine beyin ölümü gerçekleşmiş birinin dilini yerleştirdiler. Ameliyat tam 14 saat sürdü. Cerrahlar büyük bir dikkatle bütün sinirleri birbirine bağlamaya çalıştılar. Sonuç olarak hasta yeniden yiyebilme ve konuşma yeteneğine kavuştu. Fakat, hiçbir zaman tad alma duyusuna sahip olamayacak.

 

***

 

Allah yüz parça rahmet yarattı. Doksan dokuzunu, Kıyamet günü için kendi katında sakladı. Sadece bir parçasını yeryüzüne indirdi. İşte, yaratıklar, o tek bir parça rahmet sebebiyle birbirine merhamet eder. Hattâ, yavrulu hayvan, yavrumu ezerim korkusuyla, ayağını yavrusunun üzerinden kaldırır.”

— Hz. Peygamber

 

***

 

Maymunlar dünyasının örnek ailesi:

GİBONLAR

Maymunların yakın akrabası olan gibonlar Birmanya, Tayland ve Malaka yarımadasındaki muson ve yağmur ormanlarında yaşarlar. Bembeyaz elleri, yüzleri ve ayakları koyu kahve rengindeki vücutlarındaki en belirgin yerleridir. Kürk kılları aşırı derecede yoğundur. Derilerinin üzerindeki her santimetrekarede iki binden fazla tüy vardır. Boyları 44-63 santimetre arasında değişir. Kiloları ise ortalama 5,5 kgdır. Akrabaları maymunlardan farklı olarak kuyrukları yoktur.

Gibonlar çoğu hayvanın tersine tek eşlidirler. Karı koca gibon, kendilerine ayırdıkları bölgelerinde yavrularıyla birlikte yaşarlar. Eşler arasında hiçbir zaman cinsiyetten kaynaklanan bir üstünlük olmaz. Erkek gibonlar dişiler üzerinde sosyal olarak veya fiziksel olarak baskın değillerdir.

Eşler sabahları kalktıklarında yaklaşık yarım saat boyunca karşılıklı olarak değişik sesler çıkarırlar. Bu hareketleri aynı iki sevgilinin birbirlerine karşılıklı düet yapmalarına benzer.

Genellikle kendi ailelerinin bulunduğu bölgeye başka gibonların girmesini istemezler. Erkek gibon, ailesinin bulunduğu bölgenin girişini devamlı başka şebeklerin saldırısına karşı denetler. Bütün gibonlar bu prensibi benimsemiş olmalılar ki kavgalar çok nadir görülür.

Günlük besinlerinin yüzde 75ini olgun meyveler karşılar. Bir gün boyunca onlarca meyve ağacının dallarında gezinirler. Yapraklar, bitki filizleri, çiçekler, kuş yumurtaları, kuşlar, böcekler ve örümcekler mönünün kalan kısmını oluşturur. Su ihtiyaçlarını karşılama yöntemleri oldukça ilginçtir. Yağmurlu günlerde, tıpkı bir sünger gibi yağmur suyunu içine çeken sık kürklü kollarını emerler. Yağmur olmadığı günlerde ise, yerlerdeki ıslak yapraklara kollarını sürterek kürklerine bulaşan suyu yalarlar.

Gibonlar diğer orman maymunlarıyla karşılaştırıldığında çok daha hızlı ve sessiz hareket ederler. Bir yere gitmek istediklerinde ağaç dallarına asılarak bir ağaçtan diğerine sıçrarlar. Bulunduğu ağaçtan yedi metre uzaktaki bir ağaca sıçrayarak geçebilirler. Gözleri ve elleri inanılmaz bir uyumla çalışır. Bu çeviklikleri onların orman şartlarında 30-40 sene gibi uzun bir süre hayatta kalmalarını sağlar.

 

***

 

İLAÇLAR ARTIK MANAVDAN!

Kanser, felç, kalp hastalıkları gibi kronik hastalıklar toplumumuzu giderek daha fazla tehdit etmeye başlıyor. Bilim adamları bu hastalıkları önlemek için yıllardır araştırmalar yapıp deney düzenekleri kuruyorlar. Aslında bu hastalıkları önlemek sandığımız kadar zor değil. Bizim çeşit çeşit ilaçlar vasıtasıyla almaya çalıştığımız antioksidanlar, vitaminler, anti-kanserojen bileşikler vb. bütün hastalık önleyiciler aslında çok lezzetli bir yoldan da alınabiliyor. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre meyve ve sebzeler, erken ölümlere, sakatlıklara sebep olan kronik hastalıkları önlemede çok etkili oluyorlar. Uzmanlar, meyve ve sebze tüketimini artırmanın, kanseri önlemek için sigarayı bırakmaktan sonra ikinci önemli faktör olduğunu söylüyorlar.

Meyve ve sebzelerin sağlıklı beslenmenin ilk şartı oldukları yıllardır araştırmacılar tarafından söyleniyor. Fakat sağlığa olan katkıları sağlıklı beslenmenin çok ötesinde. Çünkü meyve ve sebzeler, yüzyıllardır doktorların baş edemediği kanser, felç, kalp hastalıkları gibi rahatsızlıkları önleyen çok kuvvetli koruyucu özellikler taşıyorlar. Ama bu özelliklerden en doğal hâliyle faydalanmak gerekiyor. Meselâ acı olan sebzelerin genetik yapılarıyla oynanarak farklı bir tat yüklemeye çalışmak, faydalı özellikleri de yok ediyor. Çünkü bazı sebze ve meyvelerde hissettiğimiz acılık aslında yapılarındaki anti-kanserojen bileşiklerden kaynaklanıyor. İngiltere Besin Araştırmaları Enstitüsü’nden Prof. Ian Johnson’ın yaptığı açıklamaya göre, brokoli, lahanalar ve turp ailesinde daha belirgin hissettiğimiz bu acılığı yumuşatmak için yapılan genetik uygulamalar bu sebzelerin faydalı etkilerini yok etme riskini taşıyor. Acılığın asıl kaynağı olan kimyasal maddeler vücudu kansere karşı koruyan aktif bileşiklerdir. Bu bileşikler ayrıca meyve ve sebzelerin tadını ve rengini, bazen de genel yapı özelliklerini belirliyorlar. Prof. Johnson, turp ve lahanalara acılığı veren bu kimyasalların vücuttaki kansere sebep olabilecek maddeleri seçerek öldürdüğünü anlatıyor ve ekliyor:Genetik yapılarıyla oynayarak meyve ve sebzelerin tadını değiştirirken aslında onların sağlığımıza olan faydalarını da yok ediyoruz.”

Bilim adamları, turp ve lahana ailesinin yanı sıra hastalık önleyici sebzeler ailesine birkaç örnek daha veriyorlar. Griffith Üniversitesi’nden Dr. Shawn Somersetin gıda üzerine yaptığı bir araştırmaya göre, domates kabuğunda hücrelerin hastalanmasını önleyen bileşikler bulunuyor. Yine Dr. Somerset, sebze ve meyvelerin vücudu kalp hastalıklarına karşı koruduğunu ve hastalık taşıyan hücreleri erkenden yakalayıp öldürdüğünü belirtiyor. Queensland Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre de havuç suyunda bulunan beta karoten adlı madde prostat kanseri tedavisinde yardımcı oluyor

Meyve ve sebzelerde C ve E vitaminleri gibi antioksidanların yanı sıra diğer faydalı anti-kanserojen bileşikler de dahil olmak üzere, yüzden fazla yararlı bileşik bulunuyor. Fakat bileşiklerin faydalarından en iyi şekilde yararlanabilmek için doğal hâliyle yemek gerekiyor. Çünkü bu kimyasallar ayrılmış şekilde tek başına alındığında faydası yerine zararı dokunabiliyor.

Dünyanın dört bir yanından uzmanlar ve bilim adamları günde en az beş defa meyve ve sebze tüketiminin, sağlıklı bir vücut kazandıracağı gibi kanseri ve kalp hastalıklarını da büyük ölçüde önleyeceğini söylüyorlar. Çeşit çeşit meyve ve sebze yemek, kan basıncını ve kolesterol seviyesini düşürüyor ve kandaki antioksidan gibi yararlı bileşiklerin seviyesini yükseltiyor. Her çeşit meyve ve sebzenin bol miktarda bulunduğu ülkemizde, bu amansız hastalıklardan korunmak hiç de zor görünmüyor. Yıllar önce bu gibi hastalıklar dedelerimizin, ninelerimizin hayatlarına giremiyordu. Bizim de onlar gibi doğal halleriyle yeterli miktarda meyve ve sebze tüketmemiz, büyük ihtimalle çeşit çeşit ilâçlardan daha etkili olacaktır.

 

***

 

Görecek gözü olan için, dünya hâlâ ilk günkü kadar tazedir ve henüz keşfedilmemiş yeniliklerle doludur.’’

— T. Huxley

 

***

 

SUSADIĞINIZ KADAR İÇİN

American Journal of Physiology-Renal Physicology dergisinde yayınlanan bir araştırma, ne kadar çok su içilirse, sağlığa o kadar faydalı” inanışını boşa çıkardı. Araştırmacılardan Prof. Dr. Dale Schoeller, günde ortalama 8 bardaktan az su içen insanları gözlemlediklerini ve az su içmelerine rağmen bu kişilerin vücudunun susuz kalmadığını belirlediklerini söyleyerek tavsiyemiz sadece susuzluğunuzu dinlemeniz ve aşırı sıcaklara ya da düşük neme maruz kaldığınız veya fiziksel açıdan çok aktif olduğunuz durumlarda dikkatli olmanız yönünde” diyor.

 

***

 

“3 HAFTA SÜREYLE BUZ KALIBINDA DONDURULAN BİR AKREP, BUZ ERİTİLDİĞİNDE YÜRÜYÜP NORMAL HAYATINA DEVAM EDER.”