TR EN

Dil Seçin

Ara

Kader Nasıl Yazılır? / Hayalin İçinden Öyküler

Kader Nasıl Yazılır? / Hayalin İçinden Öyküler

Deniz Hanım mutfakta son hazırlıkları yapıyordu. Çalan kapı zilini kendisinden başka kimsenin duymamış olma ihtimali ile seslendi: 

“Biri kapıya bakabilir mi?”

Uğur Bey bekledikleri misafirin gelmiş olabileceğini düşündü. Çalışma odasından çıkarak kapıya yöneldi ve eşinin çağrısına cevap verdi:

“Bakıyorum hayatım.”

Kapıyı açtığında tahmininde yanılmamış olduğunu gördü. Gelen, bekledikleri misafirdi. “Hoş geldiniz Sinan Bey” derken, bu uzun boylu, güzel yüzlü adamı şöyle bir süzdü ve onun hiç kimsenin inkar edemeyeceği kadar karizmatik olduğunu düşündü. 

“Hoş bulduk Uğur Bey” dedi genç adam. 

O sırada Deniz Hanım ve lise son sınıftaki ikizleri Güneş ile Doğa, merak ettikleri gazeteciyi görmek için gelmişlerdi. Onlar da tanışıp hoş geldiniz dedikten sonra Uğur Bey misafirini çalışma odasına buyur etti. Bu buluşmanın amacı Uğur Bey’in son kitabı hakkında bir röportaj yapmaktı. Sinan Bey söz aldı:

“Öncelikle bu röportaj talebimi kabul ettiğiniz için kendi adıma ve gazetem adıma teşekkürlerimi sunuyorum. Biliyorum ki bu günlerde birçok kanal ve gazete peşinizde. Çok satan kişisel gelişim kitabınızla gündemdesiniz. Birçok yönden tartışılan KADER DİYE BİR ŞEY YOKTUR adlı kitabınızda dikkatimi çeken ilk paragraf şu oldu:

“İnsan denilen muhteşem canlının, kendi hayatı hakkında en önemli belirleyici kuvvet olması kadar doğal ne olabilir? İnsanoğlu tarih boyunca bunu kanıtlayan ve sayılamayacak kadar çok başarılı ya da başarısız hatıraya sahiptir. İnsanın gerçekten, samimiyetle isteyip de başaramayacağı hiçbir şey olamaz. Başaramadıysa yeterince istememiştir. Oysa insan düşünceden ibarettir. ‘Olduğu kadar; olmadı kader’ diye düşünen bir insan olumsuz sonuçları kadere yükler. Kuantum fiziği milyarlarca olasılık içinden insanın istediğini seçtiğini kanıtlamaktadır. Kader diye bir şey yoktur. Bu safsata, buna inanan insanları yapabileceği birçok şeyden alıkoymaktadır.”

Tartışma konusu daha çok burada, safsata olarak nitelediğiniz kader inancı ile ilgili. Çünkü kader konusu dinimizde olmazsa olmaz derecede önemli bir konu. İmanın şartlarından birisi aynı zamanda. Bunun yanında ahiret inancı gibi, ayet ve hadislerle bildirilmiş birçok konuyu daha, ‘safsata’ olarak nitelendiriyorsunuz. İnanmasanız bile saygı göstermeniz gerekmiyor mu? Üstelik yeterince araştırmış olsaydınız dinimizin düşünmeyi, akıl etmeyi, araştırmayı, bilimi, bilgiyi, bilmeyi ve çalışmayı ne kadar önemsendiğini görmüş ve “Biz insanın kaderini onun çabasına bağladık” anlamındaki ayeti de fark etmiş olurdunuz. 

Diğer yandan DNA’larımıza yüklenen bilgiler de bir kaderdir. Kaderin iki kısma ayrıldığını, birisinin insanın iradesi ile şekillenen kader, diğerinin ise insan iradesinin karışmadığı ve Allah’ın çok hikmetlerle dilediği kader olduğunu; insanın cinsiyetinin, fizyolojik özelliklerinin, doğumunun, ölümünün ve hangi anne-babadan geleceğinin de ikinci çeşit kadere girdiğini sizin gibi akıllı ve donanımlı birisinin anlaması gerektiği kanaatindeyim. 

Diğer bir sorum da şu: Sizin bu ve benzeri birçok tartışmalı görüşünüze yer verdiğiniz kitabınız nedeni ile ölüm tehditleri aldığınıza dair haberler çıktı. Bu haberler doğru mu? 

Bunlar Uğur Bey’in beklediği sorulardı, bu nedenle hiç şaşırmadı.

“Sizin bana bu röportaj talebinizi ilettiğiniz mailinizde yönelttiğiniz sorular çok ilgimi çekti. Bu yüzden sizinle sanal ortamda değil gerçek ortamda yani şu anda bulunduğumuz yer olan çalışma odamda görüşmek istedim. Sizin kitabımı sadece okumakla kalmadığınızı aynı zamanda benim bile tekrar okumamı ve farklı düşünmemi sağlamaya çalışmakta olduğunuzu gördüm. Bazı ifadeleriniz beni düşündürmedi değil. Fakat çabanızın boşuna olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ben de bu konunun öncelikle bir iman konusu olduğunu düşünüyorum. Bir yaratıcıya inanması veya inanmaması kişinin bütün doğrularını belirliyor. Benden, varlığına inanmadığım bir güç tarafından alnıma yazı yazıldığına inanmamı bekleyemezsiniz. Birinci kısım ikinci kısım diye ayırmak da sizin inandığınız kaderi haklı çıkarma çabanız bana göre. Anne babanızı ya da coğrafyanızı seçememenizi açıklayamayınca kader demek zorunda kalmaktan başka bir şey değil sizinki.

“Benim görüşlerimin saygısızlık olarak algılanmasına ise katılmıyorum. Sonuçta benimki de bir iman meselesidir. Başkasının inandığı gibi inanmak zorunda değilim. Az öncede söylediğim gibi birinin yazdığına inanmadığım için kendi kaderimi kendim yazıyorum. Oysa siz “Bir insan kendi kaderini yazsaydı, kendine bir son yazar mıydı?” gibi sorular sorarak laf ebeliği yapıyorsunuz. 

“Ölümle tehdit edildiğim ise maalesef doğru. Gazetenizin yayın çizgisinin ve sizin, benim görüşlerime tamamen karşı olduğunuzu biliyorum. Siz de kabul edersiniz ki ölüm tehdidinde bulunanlar büyük ihtimalle sizin ve gazetenizin görüşlerine yakın kişiler çıkacaktır. Buna rağmen talebinizi kabul ettim. Bu tehditlere pabuç bırakmayacağımın bilinmesini istedim.”

Sinan bey, bu her yanı dikenle sarılmış, kibir kokan sözleri hiç bölmeden sabırla dinledi. Bu sözlere verilecek cevapları elbette vardı. Fakat onun görevi bu değildi. Artık asıl kimliğini açıklamak zamanı geldiğini düşünerek söz aldı:

“Beni her şeye rağmen ve hatta sizin canınıza kastedebilecek bir profile uygun olmama rağmen kabul etmeniz büyük cesaret. Bu kadar cesaretli olmanızdan cesaret alarak ve bana verilen yetkiyi kullanarak şu anda sizin ömür sürenizin dolduğunu ve benim de canınızı almaya gelen bir melek olduğumu söylesem ne dersiniz?”

“Hakkınızda yanılmadığımı düşünür ve buna elbette ki gülerim. Sizin bir katil olmanız ihtimalini bile kabul edebilirim fakat bir melek olma iddianız komik doğrusu. Üstelik benim, meleklere de inanmadığımı biliyorsunuz.”

“Fakat yine de bana iddiamı ispat hakkı tanımanızı rica ediyorum. Biz şimdi sizin çalışma odanızdayız öyle değil mi? Evde şu anda eşiniz ve çocuklarınız var. Onları çağırabilirseniz iddiamı kanıtlama şansım olacak.”

Uğur Bey ailesine bir kötülük yapılmış olmasından da korkarak odanın kapısını açtı ve eşine ve çocuklarına seslendi fakat yanıt alamayınca odadan çıkarak onları, evin tamamında aramasına rağmen bulamadı. Üçünün de telefonlarını arayıp, ‘aradığınız numara kullanılmamaktadır’ mesajı alınca tedirginliği daha da arttı. Odaya geri döndü ve korku dolu bir ses tonu ile:

“Fakat bu nasıl olabilir? Eşim ve çocuklarım bana haber vermeden evden ayrılmışlar. Onlara zarar verecek bir şey yapmadığınızı umarım.”

“Hayır Uğur Bey sakin olun. Size iddiamı kanıtlamaya çalışıyorum. Sizden başka kimseye zarar verme yetkim yok. Benim görevim sizin canınızı almak.”

“Kesin artık bunun şakası bile kötü. Haddinizi aşmaya başladınız. Bu röportajı sizin aklı başında ve görüşleri benimle aynı olmasa da düşünen bir insan olduğunuz kanaati ile kabul etmiştim. Fakat görüyorum ki sizin aklınız başınızda değil.”

“Size çabuk karar vermemenizi tavsiye ederim. Pencereden dışarı bakarsanız beni daha iyi anlayacaksınız.”

Uğur Bey inanmayan fakat merakını da yenemeyen bir hal içinde pencereye yöneldi. Dışarıya baktığında gördükleri karşısında içine düştüğü şaşkınlıkla kısa bir süre konuşamadı. Daha sonra zar zor da olsa şu cümleler döküldü dilinden:

“Olamaz bu bir rüya olmalı, odamda değilim de bir uzay gemisinden dünyayı seyrediyor gibiyim. Muhteşem bir görüntü.”

Kendine geldiğinde misafirine dönerek şaşkınlık ve korku içinde sordu:

“Ne demek şimdi bütün bunlar? Bir rüyada mıyım, bir şaka programında mı? Öldüm mü yoksa?”

Misafir, onu daha önce oturduğu koltuğa tekrar yönlendirerek ve sakin bir ses tonu ile yatıştırmaya çalıştı:

“Korkmayın. Benim bir melek olduğum doğru fakat Azrail değilim. Belki de o gelecekti fakat bildiğim kadarı ile siz kendi kaderinizi yazmak konusundaki ısrarınızda başarılı oldunuz ve ben gönderildim. Size tanıyacağım yirmi dört saatlik bir zaman zarfında, daha ne kadar yaşayacağınızı, ne şekilde yaşayacağınızı ve kendi ölümünüzün ne şekilde olacağını ve nelere sahip olacağınızı ana hatları ile belirleme hakkı kazandınız. Bu konuları belirlerken herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayacaksınız. Fakat ölüm tarihinizi ve ölüm şeklinizi, yaşayacağınız yerleri, sahip olacağınız olanakları, mal ve mülkleri ve sahip olacağınız yetenekleri mutlaka belirlemeniz gerekiyor. Bu arada eşiniz, çocuklarınız ve sevdikleriniz konusunda sizin “Herkes kendi kaderini kendi yazar” iddianız gereği bir tasarrufunuz olamayacak. Fakat bir istisna olsun, onlarınkini de ben yazayım derseniz bu da mümkün.”

“Bütün bunlar bir rüya olmalı. Değilse böyle bir şeyi benden istemeniz bana bir ceza amacını mı taşıyor? Evet kendi kaderimi kendim yazarım iddiasında bulundum fakat aslında bunu sizin istediğiniz şekilde yazmak konusunu hiç düşünmemiştim. Şimdi istediğinizi yapmazsam zaten sürem dolmuş ve öleceğim öyle mi?”

Uğur Bey’in kafası karmakarışıktı. Bir an yaşadığı tereddüt ile, evdekilerin karşı komşuya geçmiş olma ihtimali geldi aklına. Evin dışarıya açılan kapısına yöneldi ve açtığında yine aynı manzara ile karşılaştı. Kapı bir uzay boşluğuna açılmaktaydı. Karşılaştığı görüntü muhteşemdi. Biraz daha ikna olmuş bir halde odaya geri döndü ve misafirine sordu:

“Evrene ve yaratılışa dair sorularım olabilir mi?”

“Bu konular için normal bir akıl seviyesi, Kuran-ı Kerim ve hadisler yeterli. Benim görevim yirmi dört saat sonra gelip kendi yazacağınız kaderinizi sizden teslim almak. Süreniz başladı, yarın aynı saatte burada olacağım. Bu süre zarfında eşiniz ve çocuklarınız da evde olmayacak. Uzay manzaranızı dilediğiniz kadar izleyebilirsiniz.”

Misafir bir anda gözden kayboldu. Artık oturduğu yerden ne tarafa baksa aynı manzarayı görebilen Uğur Bey de olayın gerçekliğine dair şüphe kalmadı. Elleri çalışma masasındaki kağıt ve kaleme uzandı. Kendini bildi bileli bir safsata olarak nitelediği kader için şu anda çok farklı şeyler düşünüyordu. Gerçekten de bundan sonraki hayatına dair her şeyi yazabilseydi eğer, neler yazardı?

Melek ona sorduğunda laf ebeliği olarak yorumladığı “Bir insan kendi kaderini yazsaydı, kendine bir son yazar mıydı?” sorusu geldi aklına. İçinden bir ses başka bir soruyla cevapladı bunu: “Kendisine bir ‘başlangıç’ yazamayan bir insan, bir ‘son’ yazabilir miydi?”

Uğur bey çalan kapı zili ile geldi kendisine. Çalışma odasında uzandığı kanepeden doğrulurken, eşinin mutfaktan seslenişini duydu:

“Biri kapıya bakabilir mi?”