TR EN

Dil Seçin

Ara

Frekans / Hayalin İçinden Öyküler

Frekans / Hayalin İçinden Öyküler

“Müminin ruhu, borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır.”

— Hadis-i Şerif

Üzülerek söylemeliyim ki bu cenaze töreni de çoğunda olduğu gibi dünya işlerinin yoğunluğundan dolayı uzun süre görüşemeyenlerin hasret giderdiği, genellikle futbol ve siyaset konuşulan bir tören oldu. Bu törenlerde nedense sadece merhumu iyi bilenlerin ve haklarını ona helal edenlerin bir araya geldiğini düşünmeden edemedim. Bana mı denk gelmedi bilmiyorum, hakkını helal etmeyen ya da merhumu iyi bilmeyen birisine şu ana kadar rast gelmedim. Borcunu ödemeden ya da kul hakkı yemiş ve telafi edemeden ölmüş biri olmuyor mu hiç?

Fakat bu cenaze törenine sebep teşkil eden er kişi gerçekten de hem çok iyi bir öğretmen hem de çok iyi bir insandı ve benim üzerimde çok hakkı vardı. Sadece akademik kariyerimde değil hayat kariyerimde de çok önemli bir payı olan hocama herkesin “iyi bilirdik ve helal ettik” cevaplarını güçlü bir ses tonu ile vermeleri gayet yerinde idi. 

Yasin ve kısa sureler de bitince defin işlemi de tamamlanmış oldu ve kalabalık yavaş yavaş dağıldı. Ben biraz daha kaldım. Ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırmış bir haldeydim. Sahi, diğerleri nasıl bu kadar rahat terk edebilmişlerdi. Onlar için bu kadar kolay olmasına şaşırmıştım. Hepsi için demiyorum fakat birkaç kişi vardı ki içlerinde, sarf ettikleri sözlerden sonra oradan hiç ayrılamayacaklarını sanırdınız. Onları yadırgamıyorum, sonunda ben de buradan ayrılacak ve normal hayatıma devam edecektim ve onlardan bir farkım kalmayacaktı. 

Aklıma insanın ölür ölmez isminin değişmesi ve hemen ceset adını alarak bu adla anılması geldi. Cesedin kabire indirilişi ve üzerine toprak atıldığı dakikalar gözümün önünden gitmiyordu. İmam Efendi son duasını yapmak için beni bekliyordu. Kendimi toparladım ve mırıldanarak da olsa ben de birkaç cümle söylemek istedim: 

“Artık gitmeliyim,” dedim. “Fakat şunu bil seni hiç unutmayacağım. Hatıralarımızı hep canlı tutacağım. Senden öğrendiğim güzellikleri başkalarına da öğreterek çoğaltacağım. Biliyorum insanın yanında kimseyi ve dünyaya dair hiçbir şeyi götüremediği bir yolculuk bu. Fakat senin, manevi olarak yanında götürdüğün çok şey olduğuna inanıyorum. Cömertliğinin ve samimiyetinin yüzlerce şahidinden biriyim. Mekanın cennet olsun ve bize orada da görüşmek nasip olsun inşallah.” 

Gerçekten de bu yolculuğunda onu rahat ettirecek hazırlığı ziyadesi ile yapmış ve sadece bana değil çevresindeki herkese güzel bir örnek olmuştu. Şimdi daha iyi anlıyordum ki, şu zaman denilen mefhumu, bu yolculuğu düşünerek değerlendirebilmek için kararmamış bir kalp gerekiyordu. Onun her fırsatta hatırlattığı şu söz geldi aklıma: 

“Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın bir salgın hastalığa dönüştüğü ve insanoğlunu ele geçirdiği bir çağı yaşıyoruz.” 

Kanaatimce bu hastalık kalpleri de çok hızlı bir şekilde karartıyordu.

O anda duyduğum bir ses ile sıyrıldım düşüncelerimden. Çok yakınımdan gelen bu ses:

“Başınız sağ olsun.” dedi.

“Dostlar sağ olsun” diyerek çevreme bakındım fakat kimseyi göremedim. 

“Rahmetli ile çok yakın olmalısınız. Dikkatimi çekti, sadece siz kaldınız.” 

Bunları duyup yakınımda kimseyi göremeyince, tahmin edeceğiniz gibi nutkum tutuldu. Bir an başka bir yerde miyim diye düşündüm. Hayır, aynı zamanda, aynı mekandaydım. İmam Efendi yaklaşık 20 metre mesafede cep telefonu ile hararetli bir konuşma yapıyordu. Onun varlığı ile biraz rahatladım.

Ses konuşmaya devam etti:

“Korkmayın size bir zarar veremem. Şu bırakıp gitmeye kıyamadığınız kişi gibi bir ölüyüm ben de. Onun sağ tarafındaki beşinci mezar benim mezarım.”

Ben biraz kekeleyerek ve güç bela:

“Madem ölüsünüz nasıl konuşabiliyorsunuz benimle?” Şeklinde bir soru sormayı başardım. Fakat bir yandan da kalbimin sıkıştığını yüzümün yanmaya başladığını hissettim.

Bunu Bay Ölü de fark etmiş olmalı ki:

“Lütfen korkmayın.” dedi. “Amacım sizi ürkütmek değil. Bu seslenişimi onlarca kişiye yaptım fakat şu ana kadar sadece siz duydunuz. Bana sadece siz cevap verdiniz. Zaten sesimi kulak ile duymak mümkün değil. Kalbe ulaşan bir ses bu. Yeni gömülmüş bir ölü ile sizin kadar içten konuşana ve yanında uzun süre kalana pek rastlamadım. Üstelik sesli bir şekilde ifade ettiğiniz duygularınızı duyunca daha da umutlandım. Bu sefer başaracağım dedim ve haklı çıktım.” 

Bay Ölü’nün sesi ürkütücü değil bilakis rahatlatan bir tonda idi. Bu samimi cümleleri de duyunca kendimi daha iyi hissetmeye başladım ve sordum:

“Benden ne istiyorsunuz?” 

Bay Ölü’nün bu soruma verdiği cevap kısa ve netti ve bir an önce harekete geçmem gerekiyordu. Sadece alacaklının ve kendisinin bildiği bir borcu vardı ve ödemeye fırsat bulamadan vefat etmişti. Ruhunun eziyet çekmesine neden olan bu durumu maalesef en yakınlarına bile, ne ölmeden önce ne de öldükten sonra anlatmayı başarabilmişti. Çünkü bu borçlanma yeni tanıştığı biri ile, ödemenin ertesi gün yapılacağına dair verilen bir söze istinaden yapılmıştı. Fakat henüz orta yaşlarda ve önemli bir sağlık sorunu olmadığı için, bir gün bile ömrü kalmamış olabileceğini hesaba katamamıştı. Rakamın alacaklı için önemli bir meblağ olduğuna ve ne kadar gecikirse o kadar mağdur olacağına inanıyor ve ruhunun çektiği ızdırabı buna yoruyordu. Verdiği adres şehrin biraz dışındaki bir kasabaya aitti. 

İmam Efendinin o hararetli telefon konuşması bitmiş, yanıma gelerek başsağlığı dilemiş ve son duayı yapmak ve telkin için müsaade istemişti. O sırada benim gizleyemediğim şaşkın yüz ifademi fark ettiğinden olsa gerek:

“Bu mezarlıkta son birkaç aydır, son duayı yapıp telkin verirken, tam anlaşılmayan karışık sesler duyuyorum. Hani frekansı doğru ayarlanmadığında radyodan duyulan karışık sesler gibi. Bunu, mezar ziyaretine gelen birkaç kişi daha söyledi bana. Siz de böyle şeyler mi duydunuz yoksa?”

O an ne diyeceğimi bilemedim. Birkaç saniyelik suskunluktan sonra:

“Hayır” dedim. “Hiçbir şey duymadım. Ben sadece ölümün başka hiçbir nasihate ihtiyaç bırakmayacak kadar büyük bir olay olduğunu düşünüyordum.”

O kasabaya gidip, o kişiyi bulup, o borcu bizzat ben ödedim. Bay Ölü adına helallik istedim. Ölmeden önce bana vasiyet ettiğini fakat benim istemeden geciktirdiğimi söyledim. Gerçekten de ihtiyacı olan birisiydi. Tam zamanında yetiştiğimi söyledi. Borcun sebebini ne ben sordum ne o söyledi.

Bay Ölü ile bir daha görüşmedik. Bu konu onunla aramızda bir sır olarak kaldı. 

Mezarlıkta İmam Efendinin kulaklarımızla ilgili yaptığı çekmeyen radyo benzetmesi hiç aklımdan çıkmadı. Fakat ben bu benzetmeyi kalpler için uyarladım. Çünkü kalplerimizin kararmaması, daha iyi görebilmesi ve duyabilmesi için, asıl onları doğru frekansa ayarlamak gerekiyordu.