Yaşamamız için muhakkak gerekli değilmiş gibi görünen pek çok ve çeşit çeşit nimetin, niçin yaratılmış olduğunu hiç düşündünüz mü?
Bir söz vardır ya; misafiri olduğumuz cömert insanların ikramlara karşısında mahcup olup “aman efendim ne gerek vardı” deriz.
Hepimizin misafir olduğu bu yeryüzü sofrasında, bize öyle ikramlar ediliyor, öyle nimetlerle karşılaşıyoruz ki, insanın bir misafir mahcubiyetiyle “ne gerek vardı” diyesi geliyor. Ama ne gerek olduğunu ilk bakışta göremesek de, bunların değişmez ve en önde gelen bir gereği vardır. O da, bütün bu nimetlerin arkasında duran rahmeti göstermesi, ikramı yapanı, hediyeyi vereni bilip tanımamızı kolaylaştırmasıdır.
Dünya hayatının yaşandığı süreçte Allah ile doğrudan görüşmek, onun tarafından yapılan hitaba mazhar olmak sadece Peygamberlere nasip olsa da birazcık dikkat edebilsek bütün bu ikramları yapan Mükrim’i ve bütün bu nimetleri veren Mün’im’i görmek ve hissetmek çok yakınımızdadır.
Bir bakış açısı her şeyi değiştirir. Çevremizdeki her şeye “var olduğu için var” şeklinde bakmakla, “varsa bir sebebi var” şeklinde bakmak, etrafımızdakileri nasıl gördüğümüzü belirleyecektir.
Etrafımızdaki şeylerin niçin var olduklarını ilk anda anlayamayabiliriz. Ama var edilmiş olmaları, hem de güzel var edilmiş olmaları onların bizler için birer ikram olduğunu göstermeye yeter. İkram olduklarını düşünmek bizi kayıtsızlıktan kurtarır.
Önümdeki tabakta duran kirazlara bakınca aklıma gelenler bunlar oldu. Bazı yerleri kopacak kadar ince ve uzun. İçinden ne geçtiği belli olmayan yeşil bir sapın ucunda, zıt bir renkten, kırmızı kocaman bir kafa. Peki lezzeti güzel de, görünüşü niçin bu kadar dekoratif? Yani daha kısa bir sapı olsa ya da incir gibi doğrudan dalın üzerinden çıksa daha kolay olmaz mıydı? Hem kiraz niçin var ne işe yarar ki? Sevmeyenine rastlamadığım, sadece dekoratif görüntüsü için bile kullanılan bu meyve eğer olmasaydı dünyanın işleyişinde bir problem olur muydu acaba? Belki olurdu ama ben kısacık zekamla düşündüm ve aklıma bir şey gelmedi. Yani sadece kirazla beslenen bir canlı yok. Zaten olsa da ilk kiraz mevsimi sonunda nesli tükenirdi. Peki ne gerek vardı kiraza?
Yaz aylarının değişmez serinletici yiyecekleri vardır. Dondurma, buzlu içecekler vs. Ancak bir anket yapacak olsak kimse karpuzu bunlara değişmez. Karpuzu tam mevsiminde, sıcakların bunalttığı günlerde yaratana, ama kiraz gibi ağaçta yetişecek şekilde yaratmayana şükrederek bir değerlendirelim... Serinletici etkisi, vücudun mineral ve sıvı ihtiyacını karşılayan formülü ve şişmanlatmayan şekerini bir tarafa koymak zor da olsa gelin bir tarafa koyalım ve karpuz olmasa dünyada ne değişirdi onu düşünelim. Bence kimse ölmezdi en kötü ihtimal serinlemek için dondurma yer veya ayran içerdik. Yani ne gerek vardı karpuza?
Fındık mevsimi geliyor. Adı üstünde çerez. Yani çikolataya süs, pastaya süs, aşureye süs. Şimdilerde yağını da çıkardılar ve kızartmada ve salatada kullanıyorlar. Ama zaten ayçiçeği, mısırözü, zeytinyağı falan var. Yani fındık elzem değil. Besin değeri çok yüksek ama başka şeyler yiyerek de besin alabiliriz. Gerçi fındık bir de kurutulup bir sonraki fındık mevsimine kadar saklanabiliyor. Yani Yaratan kopya vermiş. Deep Freeze falan gerekmiyor. Kendi kabuğunda saklayın kışın yiyin diye. Ceviz de öyle. Yazın güneş enerjisini yeşil yapraklarıyla toplayıp biriktirerek kışın kullanmaya hazırlamanın en güzel örnekleri bunlar. Ancak bunlar olmasa da yaşardık. Yani geçen kışı hiç kuru fındık veya ceviz yemeden geçirenler yok mu? Yani fındık ve cevizin olmadığı bir dünya da döner. Ne gerek vardı ki bunlara?
Kirazı, karpuzu, fındığı geçelim; ya incir ne işe yarar? Tamam o da kurutulup saklanıyor olabilir. Veya taze yendiğinde lezzetlidir. Fakat siz hiç incir yemediği için ölen birisini duydunuz mu? Garip bir ağaç ve üzerinde yetişen değişik bir meyve. Ortasından kesilen bir incirin dekoratif görüntüsünü, içinden süt akan dallarındaki dizayn farklılığının süsleyici etkisini veya mükemmel lezzeti bırakmak zor da olsa, bırakıp yaşayabiliriz. Ne gerek vardı ki incire?
Ya zeytine ne demeli? Şimdi kimse zeytinyağının kalp damar hastalıklarını önleyici etkisinden bahsetmeye kalkmasın lütfen. Yani bundan 20-25 sene önce herkes zeytinyağının tersine etki yaptığını düşünürdü. Ayrıca hiç zeytinyağı bilmeyen veya yemeyen insanlar yok mu bu dünyada. Onların hepsi kalpten mi ölüyor acaba? Ne olurdu ki arada sırada kahvaltılarda içine pul biber ve kekik serpilmiş mis gibi bir tabak zeytinyağına kızarmış ekmeği banıp yemesek? Ne gerek vardı ki buna?
Bunlara, en azından bir kısmına bakınca şu anki bilgilerimizle dünya için çok da gerekli olmadıkları görünebilir. Ama böyle görünen, hattâ gerçekten gereksiz sandığımız her nimetin Yaratılmasındaki en büyük amaç yaratanın imzasını taşımak onun sevgisini bize ulaştırmaktır. Bize bir hediye verildiğinde, hele hediyeyi veren bizi çok seven ve bizim de onu çok sevdiğimiz biriyse.. Nasıl da mahcup, nasıl da, duygu dolu oluruz; “Aman ne gerek vardı.” derken. Evet belki, hediyenin kendisine gerçekten hiç ihtiyacımız olmazdı. Ama herkesin sevildiğini bilmeye ihtiyacı vardır. İkram etmek, hediye vermek bu demektir.
Biz bu dünyada yaşayan insanlar olarak etrafımızdaki nimetlerin bir çoğuna hayatta kalmak için bağımlı olmayabiliriz. Örneğin su da bir nimettir ama hayatta kalmamız için gereklidir. Ama bir kiraz, bir karpuz, bir incir veya zeytin.. onlarsız da yaşardık belki. Belki alıp verdiğimiz nefes, içtiğimiz su, ekmek, yaşamamız, şükretmemiz için yeterdi. Ama bizi Yaratan Zât’ın imzasını görmekte biraz daha zorlanırdık. Bu süsleyici nimetlerle kendisine inanana daha büyük nimetler vereceğini vaad eden Rabbimiz, inanmayı kolaylaştırmak için dünyamızı böyle süslerle bezeyerek en büyük Rahmet sahibi olduğunu gösterir.
Bu durumda tabiatın kendi kendini yarattığını ve bunu yaparken gereklileri koruyup gereksizleri imha ettiğini savunan zihniyete de çok güzel bir cevap çıkıyor. Böyle nisbeten gereksiz şeyler rahmet ve hediye değilse, gereksizleri budayan bir tabiat ürünü olabilir mi hiç?