TR EN

Dil Seçin

Ara

Büyük Günahları İşleyen Kafir Olur mu?

Bu soruyu cevaplarken, işlediği günahlarla övünen ve bunlardan pişmanlık duymayanların konumuz dışında olduğunu hemen belirtelim. Asıl mevzumuz, inandığı halde bu tür günahlara düşen ve onlardan pişmanlık duyanlardır.

Büyük günahları işlemek, imânsızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle, akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.

Bu soruyu cevaplarken, işlediği günahlarla övünen ve bunlardan pişmanlık duymayanların konumuz dışında olduğunu hemen belirtelim. Asıl mevzumuz, inandığı halde bu tür günahlara düşen ve onlardan pişmanlık duyanlardır.

Ehl-i sünnetin dışında kalan Mutezile mezhebi ve Haricîlerin bir kısmı, “Büyük günah işleyenlerin kâfir olacağını veya imânla küfür ortasında kalacağını” söyler ve bunu şöyle izah etmeye çalışırlar:

“Büyük günahlardan birini işleyen bir müminin imânı gider. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a inanan ve cehennemi tasdik eden birinin büyük günah işlemesi mümkün değildir. Dünyada hapse düşme korkusuyla kendini kanun dışı yollardan koruyan birinin ebedî bir Cehennem azabını ve Cenâb-ı Hakk’ın gadabını nazara almayarak büyük günahları işlemesi, elbette onun imansızlığına delâlet eder.”

İlk bakışta doğru gibi görünen bu hüküm, insanın yaradılışını bilmeyen sakat bir düşüncenin mahsulüdür. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bu sorunun cevabını Lemalar adlı eserinde şu şekilde vermektedir:

“...İnsanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hâzırayı [el altında bulunan hazır bir lezzeti], ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hâzır sıkıntıdan, ileride büyük bir azâb-ı müecceleden [sonradan gelecek, tehir edilmiş bir azaptan] ziyade çekinir. Çünkü: Tevehhüm ve heves ve his, ileriyi görmüyor. Belki, inkâr ediyorlar. Nefs dahi yardım etse, mahall-i iman olan kalb ve akıl susarlar, mağlup oluyorlar.

Şu halde; kebâiri [büyük günahları] işlemek, imânsızlıktan gelmiyor, belki his ve hevesin ve vehmin galebesiyle, akıl ve kalbin mağlubiyetinden ileri gelir.”

Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi, insanın yaradılışında Cennetin akılalmaz lezzetlerini çok ötelerde görmesi ve bu yüzden onları ikinci plâna atıp, hemen eli altındaki günah lezzetlerine meyletmesi gibi bir özellik vardır. Çok acıktığı için kendisini en yakın lokantaya atan bir adamın, ısmarladığı iki porsiyonluk döner 10-15 dakika gecikeceği için hemen eli altında bulunan kuru ekmeği kemirmeye başlaması ve midesinin yarısını onunla doldurması, bu sırdandır.

Yine Bediüzzaman’ın dediği gibi, insan bir ay sonra gireceği bir hücre hapsinden çok, hemen yemek üzere olduğu bir tokattan korkar. Yani bu hissiyata göre Cehennem aza bı, onun için çok uzaktır ve Allah da zaten affedicidir.

İşte insan, bu mülâhazalarla (imanlı olmasına rağmen) günahlara meyleder ve nefsinin de desteklemesiyle içine düşebilir.

Evet büyük günahları işlemek, imansızlıktan gelmez. Fakat o günahlar, tövbe ile hemen imha edilmezse, insanı imânsızlığa götürür. Bu konuda yine Bedîüzzaman’ı dinleyelim:

“Günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra, tâ nûr-u imânı [iman nurunu] çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre [Allah’ı inkâra] gidecek bir yol var. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”