Âdemoğullarının Efendisidir:
“Ben kıyamet günü Âdem neslinin efendisiyim. Kabri ilk açılacak olan benim. İlk şefaat eden de, şefaati ilk kabul edilen de benim.” (Müslim, Fedail, 3) manasındaki hadis-i şerifte bu gerçeğin altı çizilmiştir.
Makam-ı Mahmud Sahibidir:
Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü insanlar, cemaatler hâlinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip: ‘Ey falan! Bize şefaat et. Ey falan! Bize şefaat et!’ diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte “Makâm-ı Mahmûd” budur.” (Buhârî, Tefsir 17/11)
Bu makam, başta kendi ümmeti olmak üzere bütün insanlar için söz konusu olacak büyük şefaattir. Bu gıpta edilmeye değer makamın tek namzedi Hz. Muhammed’dir (asm). Aşağıdaki ayette Allah’ın kendisine söz verdiği bu makama işaret edilmiştir:
“Resulüm! Gecenin bir kısmında kalkıp, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Artık Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a tayin etmesini bekleyebilirsin.” (İsra, 17/79)
Yaratıkların en faziletlisi, Allah’ın en sevgili kuludur:
“Allah’ın, Hz. İbrahim’i (as) dost edinmesini (Nisa, 24/125); Hz. Musa’ya (as) hitap ederek konuşmasını (Nisa, 4/164); Hz. İsa’nın (as) Allah’ın kelimesi olmasını (Nisa, 4/171); Hz. Âdem’in (as) Allah nezdinde seçilmiş bir kul vasfı taşımasını hayret verici bulan bazı sahabilere, Resulullah (asm) bunların hepsinin doğru olduğunu söylemiştir. Ancak kendisinin de Allah’ın habibi (en sevgili kulu) olduğunu, kıyamet günü Hz. Âdem’in (as) ve diğer peygamberlerin kendisinin altında bir mevkide bulunacağını, hamd sancağını kendisinin taşıyacağını, ilk defa kendisinin şefaat edeceğini, cennetin kapı halkalarını ilk önce kendisinin hareket ettireceğini, Allah’ın ilk defa kendisini içeri alacağını, beraberinde de müminlerin fakirlerinin bulunacağını ve Allah katında öncekilerin ve sonrakilerin en değerlisinin kendisi olduğunu belirtmiş, bu özelliklerin her birinin sonunda, “Bunu övünmek için söylemiyorum” cümlesini tekrarlamıştır.” (Darimî, Mukaddime, 8; Tirmizî, Menakıb, 1)
Livâü’l-hamd sancağının sahibidir:
Livâü’l-hamd, Allah’a en çok tesbih ile hamd etmiş ve bu yüzden ‘Ahmed’ adını almış, sonra “Sen gerçekten çok büyük bir ahlak üzerindesin” (Kalem, 68/4) mealindeki ayetin de ifade ettiği gibi, Allah tarafından en çok övgüye layık görülmüş ve bu sebeple de ‘Muhammed’ adını almış Hz. Peygamber’in (asm), bu manevî kimliğinin bir belgesi ve manevî riyasetinin (üstünlüğünün) bir simgesi olan sancak anlamına gelir.
Şu hadis-i şerif bu hususu belirtmektedir:
“Ben kıyamet günü Âdem neslinin efendisiyim. Livaü’l-hamd sancağı benim elimdedir. Fakat asla gururlanma olmaz. O Âdem ve ondan sonra gelen bütün peygamberler benim sancağım altındadır. Ve kabri ilk açılacak olan da benim. Fakat asla gururlanma yoktur.” (Ahmed, III/2)
O Bir Sirac-ı Münîr’dir:
Bu kavramı ihtiva eden ayetin meali şöyledir:
“Ey Nebi! Muhakkak ki, biz seni bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, kendisinin izniyle Allah’a davet edici ve aydınlatıcı bir güneş/lamba olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/45-46)
Bu ayette, Hz. Peygamber (asm) hem Güneş’e hem de Ay’a benzetilmiştir. Şöyle ki, Arapça’da ışığın kaynağı olan şeyler için ‘muzî’ tabiri, ışığını dışarıdan alıp yansıtanlar için de ‘münîr’ tabiri kullanılır. Kur’an’da ay için nur/münîr, güneş için ziya/siraç tabiri kullanması bu ince farkı belirtmek içindir.
İşte söz konusu ayette normal Arapça dil kuralına ve Kur’an’ın diğer kullanış alanlarından farklı olarak Hz. Muhammed (asm) için “siracen münira” tabirinin kullanılması, burada hem Güneş, hem de Ay’a yapılan bir benzetmenin göstergesidir.
Ayette bu benzetmenin varlığını gösteren işaretleri şöyle sıralayabiliriz:
• Hz. Muhammed (asm) nübüvvet cihetiyle bir ay gibidir. Vahyin ışığını Şems-i Ezelîden/veya Kur’an güneşinden alıyor. Risalet cihetiyle bir güneş gibidir. Güneş, ışığını her tarafa saçtığı gibi, o da “konuşan, yaşayan bir Kur’an olarak” kendisinde bulunan hidayet ışığını tüm insanlığa saçmıştır. Ayette geçen Sirac-ı Münir kavramı bu iki hususa ışık tutmaktadır.
• Hz. Peygamber (asm), Allah’tan vahiy alan bir kişi olarak nebi; aldığı ilahî mesajı başkalarına ulaştırma görevinden dolayı da resul/elçi adını alır. Ayette “Ey Nebi” mealindeki “Yâ Eyyühe’n-Nebiyy” ifadesi Onun nübüvvetine, “Seni elçi olarak gönderdik” mealindeki cümlesi ise, risaletine işaret etmektedir.
“Allah’ım! Risalet semasının güneşi, nübüvvet yörüngesinin ayı olan Hz. Muhammed’e salât ve selâm eyle” mealindeki salavat-ı şerifede, bu hakikate işaret edilmektedir.
Risalet semasının güneşi ve nübüvvet yörüngesinin kameri/ayı olan Hz. Muhammed’e (asm) Onun âl ve ashabına kâinatın atomları sayısınca salât ve selâm olsun. (Âmin!)