Doğru İslâmiyet
Doğru bilinen din ancak dosdoğru yaşanabilir.
Ara
Doğru bilinen din ancak dosdoğru yaşanabilir.
Nur Külliyatı’ndan Tarihçe-i Hayat’ta diğer dinlere mensup kişilerin, taklit yoluyla değil, muhakeme-i akliye ile İslâmiyet dairesine dahil oldukları beyan edildikten sonra şu çok önemli tespite yer veriliyor:
“Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.”
Bu cümlede geçen “doğru İslâmiyet” ifadesiyle, İslâm adına ortaya çıkıp nice zulümler işleyen, terör estirerek toplum huzurunu bozan anarşist hareketlerin kaynağı en güzel şekilde ortaya konuluyordu:
Bunlar “doğru İslâmiyet”i bilmiyorlardı ve yaptığı işler de “İslâmiyet’e lâyık doğruluk” ve “istikamet”ten çok uzaktı.
İstikamet; her türlü aşırılıktan uzak ve her şeyiyle Kur’ân’a ve sünnete uygun olan doğru yol…
Her mümin, Fatiha Sûresini okurken Rabbinden bu doğru yola, bu sırat-ı müstakime hidayet talebinde bulunur. Bir başka sûrede ise bu istikamet yolunun, “nebilerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin yolu” olduğu ders verilir. (Nisa Sûresi, 69)
Bugün özellikle batı dünyasında Müslüman denilince, anarşi çıkaran, kan döken bir cani tip anlaşılıyorsa, bu bizim “doğru İslâmiyet’i” yeterince sergilemeyişimizden de kaynaklanıyor.
İslâm’ın ve bütün semavî dinlerin ortak noktalarına nazar edilse “doğru İslâmiyet’i bulmak kolay olacaktır.
Hepimizin çok iyi bildiği bir âyet-i kerîmeyi yeniden hatırlayalım:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât Sûresi, 56)
Âyet-i kerîmede geçen “ibadet” kelimesine birçok tefsir âlimi “marifet” mânâsı veriyorlar. Nitekim, bir hadis-i kudsîde “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim de mahlukatı yarattım.” buyrulması da bu mânâya kuvvet veriyor. Buna göre, âyet-i kerîmenin anlamı şöyle oluyor:
“Ben cinleri ve insanları sırf beni tanısınlar ve bana ibadet etsinler diye yarattım.”
O halde, bütün âlemlerin yaratılış gayesi Allah’ı tanımak, O’na iman ve ibadet etmektir ve “doğru İslâmiyet”te de temel gaye budur; insanlara Allah’ı tanıtmak, O’nun kemaline hayret ettirmek, rahmetine karşı kalplerin şükürle dolmasına çalışmak, kısacası “insanların O’nun razı olduğu birer kul” olmaları için gayret göstermektir.
Bütün peygamberler bu ulvî gayenin tahakkuku için gönderilmişler ve bütün himmetleriyle buna çalışmışlardır.
Şeriatın yüzde doksan dokuzunu teşkil eden “ahlak, ibadet, ahiret ve fazillet” esaslarını ikinci planda tutarak, onu, sadece yüzde birlik kısım olarak anlamak “doğru İslâmiyet” mânasından sapma göstermektir. Bu eksik anlayışa sahip bir Müslüman, temel görevini o yüzde birlik kısmı tahakkuk ettirme şeklinde anlar ve buna muvaffak olamayınca da ya ümitsizliğe kapılarak bir köşeye çekilir, yahut silahlı mücadele yolunu tutar. Bu ise, sair din mensuplarının Müslümanları silahlı örgüt olarak görmelerini ve İslâm’dan uzak durmalarını netice verecektir.
Başka dinlere mensup insanların hidayete ermelerinde ilk adım, İslâm’ı merak etmeleri ve araştırmak istemeleridir. Bu merak, çoğu insanda gözlemlere dayanır. Bu insanlar, kendi dinlerinde olmayan birçok güzelliği Müslümanların hayat tarzında seyredeceklerdir ki, İslâm’ı tanıma merakına kapılsınlar. Mazide, pekçok insan bu merakın sevkiyle Müslüman olmuşlardır.
Günümüzde, birtakım Müslümanların tebliğ ve irşat görevlerini bir tarafa bırakıp silahlı mücadele yolunu tutmaları, sâir dinlerin tabilerinde İslâm’ı merak etme duygusunu körleştiriyor ve nice insanın İslâm’dan uzak kalmalarına sebep oluyor.
İslâm dininde harbin gayesi “intikam almak, adam öldürmek ve başka din mensuplarını Müslüman olmaya zorlamak” değil; İslâm düşmanlarının kuvvetini kırmak, onları mağlup ederek Müslümanlara hücum etmekten alıkoymak ve kendi müntesiplerinden İslâm’ı kabul eden kişilere baskı yapmalarını engellemektir. Bu ikinci nokta şu âyet-i kerîmede açıkca beyan edilmiştir:
“Size ne oldu ki, Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir koruyucu ver, bize katından bir yardımcı ver.’ diyen zayıf erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa Sûresi, 75)
İslâm’da sulh esastır. Bütün insanlara, İslâm’ın güzellikleri, ancak barış ortamında rahatlıkla sunulabilir. Bu ise ilim ister, sabır ister, şefkat ister. Bunlar nefsin hoşuna gitmeyen zor işlerdir, ama hayır da bu yoldadır.
İnanmayanları öldürmek yapılacak en son ve en kolay iştir. Önemli olan onları öldürüp cehenneme göndermek değil, kalblerini fethederek cennet yolunu göstermektir.
Asrımızda kul hakkının ve bu hakka en büyük tecavüz olan bir insanı…
Bir okuyucumuz, önceki dinlerin hükmünün İslâm’ın gelmesiyle bitmiş olduğunun ayetlerle açıklanmasını talep…
İrtica kelimesinin bizim ülkemizdeki kadar sık işitildiği ve bu kavramla bu kadar…
Hollanda’nın aşırı sağcı Özgürlük Partisi PVV’den 2010 ile 2014 yılları arasında milletvekili…
Zafer: Daha önce Zafer Dergisinde Tolstoy’un yazdığı mektupları ve daha sonra da…
Arkeolojik araştırmalar sünnetin Eski Mısır, İbraniler ve Fenikelilerde, Amerika kıtasında Azteklerde ve…