İrtica kelimesinin bizim ülkemizdeki kadar sık işitildiği ve bu kavramla bu kadar çok yüz yüze gelindiği bir başka ülke herhalde yoktur. İrtica’nın dinle ve daha doğrusu İslâmiyet ile ilişkilendirilmesi ve dinlerinde hassas insanların ‘mürteci’ olmakla suçlanması da en çok bizim ülkemizde var desek yanlış olmaz. Peki İslâmiyet’in irtica ile ne alâkası vardır?
İrtica Türkçe’ye gericilik şeklinde çevrilmiştir. Bundan maksat, zamanın getirdiği, modern dünya görüşü ve davranış kalıplarını, ferdî ve sosyal hayata yön veren kaideleri, kısmen veya küll hâlinde bırakıp geçmiş zamanlara dönmek, geçmiş zamanların görüş, inanış ve kaidelerine tâbi olmaktır! “Bu mânâda irticaya İslâm nasıl bakar?” sorusuna en güzel cevabı Mehmed Akif merhum vermiştir: “Biz her eskiyi eski diye atmayız, kötü ise atarız; her yeniyi yeni diye almayız, iyi ise alırız.” İslâm’a göre iyi ve kötünün ölçüsü vahyin ışığında, rehberliğinde akıl ve ilimdir. Vahiy bir yana bırakılarak yalnızca akla ve müsbet ilme dayanılacak olursa iyi ve kötünün belirlenmesinde bazı hatalara düşmek kaçınılmaz olacaktır. Hattâ biraz mübalağa ile denebilir ki, insanların sayısınca farklı iyi ve kötüler olacaktır. Allah Teâlâ, vahiy yoluyla kullarını irşâd etmiş, aklın ve müsbet ilmin erişemediği konularda tek kaynak olarak, bunların eriştiği konularda ise teyid edici kaynak olarak gerçekleri, iyi ve kötüyü bildirmiştir. İslâm’a göre iyi (Kitabın, Sünnet’in, İslâm’ın iyi dediği) ne kadar eski olursa olsun iyidir, terk edilmemelidir. Kötü dediği de ne kadar yeni olursa olsun kötüdür, alınmamalıdır. Bu kâideden hareketle irtica, İslâm’ın iyilerini bırakıp, İslâm dışı kaynakların—dine ters düşen—iyilerini almak, buna dönmektir. Başka bir ifade ile İslâm’ı bırakıp, İslâm öncesine (cahiliye çağına) dönmektir. Burada cahiliyeden maksat bir zaman dilimi değil, bir hayat felsefesi ve nizâmıdır. İslâm bu çağı kapamak için gelmiştir; ancak başlangıçtan günümüze kadar ona karşı direnenler, cahiliyeye dönmek veya orada kalmakta (irticada) ısrar edenler olmuştur, olacaktır. Müslümanların vazifesi insanların akıllarında hâsıl olan karışıklığı gidermek ve onlara gerçeğin, iyinin bilgisini ulaştırmaktır.
Müslümanlığı mürtecilikle aynı şey kabul edip ardından Müslümanların terörist olduklarını herkese kabul ettirmeye çalışanların gerçek niyetleri nedir?
İslâm’a göre irticanın ne demek olduğunu bundan önceki bölümde açıklamaya çalıştık. İslâm’ın doğrularını ve iyilerini kabul etmeyenlere göre Müslüman olmak mürteci (gerici) olmak demektir. Bize göre bu değerlendirme yanlıştır ve buna katılmak mümkün değildir. Öte yandan İslâm’da değişen ve değişmeyen kâideler vardır. Değişen kâideler, örf ve âdete bağlı bulunan, bu sebeple geçmiş zamanların şartlarında müctehidlerin ictihad ederek ortaya koydukları hükümlerdir. Zamanın değişmesi ile değişeceği Mecelle kâidesi hâline getirilmiş bulunan bu nevi kâide ve uygulamalar üzerinde ısrar etmek İslâm’a göre de irtica sayılabilir. Ancak Müslümanları gerici olmakla suçlayanların yalnız bu nevi irticayı kastettiklerini sanmıyoruz. Bu irtica nev’ini, Müslümanların bir iç meselesi olarak kabul ediyor, İslâmî eğitim ve öğretimin kalitesinin iyileştirilmesi ve yaygınlaştırılması ile düzeleceğine inanıyoruz.
Müslümanların terör ile ilgilenmelerine gelince bunu iki ayrı saha içinde değerlendirmek gerekir, a) Gerçek Müslümanlarda terör, b) İslâm’ı kalkan olarak kullananlarda terör.
a) Gerçek Müslümanlarda terörün olmayacağı, Müslümanların içinde teröristlerin barınmasının mümkün bulunmadığı birinci ve ikinci soruların cevabından anlaşılmış olmalıdır.
b) İslâm’ı bir kalkan, bir örtü olarak kullanan, gerçekte Müslüman olmayan, İslâm dışı ideolojilerin mensubu bulunan kişiler ve grupların, hedeflerine ulaşabilmek için terörü kullanmaları mümkün ve vâkidir. Tarih boyunca casusların, Bâtınîlerin, diğer sapık mezheb ve ideoloji mensuplarının, Müslüman görünerek ümmetin içine sızdıkları, çeşitli fesatlar çıkardıkları bilinmektedir. Günümüzde de aynı uygulamanın devam etmemesi için bir sebep yoktur. Ayrıca gerçek Müslümanları lekelemek, insanları İslâm’dan korkar, çekinir hâle getirmek isteyen bazı çevrelerin bu tür faaliyetleri tertipleyerek Müslümanlara yamamaları da mümkündür ve örnekleri görülmüştür. İşte bütün bu gerçekleri görmezden gelerek masum Müslümanların üzerine atılan her terör olayını manşetlere geçirip istismar etmek yalnızca bilgisizliğe bağlanamaz; bu davranış kasıtlıdır ve İslâm’ı karalamaya, Müslümanlar üzerine dünyanın nefretini çekmeye yöneliktir.
Müslümanların topraklarını istilâ eden ve onları yurtlarından çıkarmak isteyen yabancılara karşı, keza zorla işbaşına gelerek gayr-ı meşrû bir düzen kurmak için faaliyet gösterenlere karşı Müslümanların direnişini, ellerinden gelen ve meşrû olan bütün imkânları kullanarak mücadele etmelerini—böyle isimlendirenler bulunsa da— anarşi ve terör olarak değerlendirmek doğru ve isabetli değildir. Bu şanlı direnişler cihaddır, ibâdettir.