TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaşadıklarımızdan Öğrendiğimiz Çok Şeyler Var

Yaşadıklarımızdan Öğrendiğimiz Çok Şeyler Var

Yaşamak, yaratılanların arasına karışmak değil mi!.. Ya da yaratılanlara karışmazsan yaşamaktan söz edilir mi!? Allah’ın o her şeyi kuşatan rahmetini görebilmek değil mi yaşamak!..

Yaşadık mı, hissederek yaşamalıyız; öyle görmeli, öyle bakmalıyız. İnsan hiç usanmadan saatlerce gökyüzüne bakabilir, gökyüzünün mavisini ekmeğine katık edebilir.

Bir ağacın altında onun yapraklarını, meyvelerini seyre dalabilir, dokunabilir gövdesine… Âlemin her noktası insanı alıp götürecek, mest edecek güzelliklerle doludur.

Yaşamak, yaratılanların arasına karışmak değil mi!.. Ya da yaratılanlara karışmazsan yaşamaktan söz edilir mi!? Allah’ın o her şeyi kuşatan rahmetini görebilmek değil mi yaşamak!..

“Yaşadın mı, hissederek yaşayacaksın…”

Bitkin düşmeliyiz belki de koklamaktan çiçekleri. Ama koparmaya kıyamamalıyız.

Akşam dostum Enes, zambağa eliyle işaret etti. Eğildim, kokladım.

“Koparayım mı?” dedi.

“Hayır hayır!” dedim. “Bizden sonra başkaları da koklasın. Tıpkı o çocuk gibi…”

Meraklandı. Anlattım ona da… Tekrarında fayda vardır. Güzellikler tekrarlana tekrarlana çoğalır. Çoğaltalım güzellikleri, iyilikleri, samimi sevgileri… Çiçekler gibi her yanımızı sarsınlar. Allah dışımızı çiçeklerle beziyor; biz de içimizi güzel duygularla süsleyelim…

Evet anlatılır ki, bir çocuk yoldan geçerken bir taşın üzerindeki çiçeği görüp tırmanmış ve koklamış. Sonra kısa bir süre seyretmiş ve tekrar aşağı inmiş. Sormuş onu gören birisi:

“Niye koparmadın?” diye.

Çocuk, büyük cevap vermiş: “Onu görmek ve koklamak, buradan geçen herkesin hakkı” demiş.

Evet, yeryüzünde yaratılmışların arasına usulcacık karışmak, beraber nefes almak, dakikaların nabzını beraber tutmak… Mahlukatın Allah’a hamdlerine, övgülerine, şükürlerine eşlik etmek… Kalbinde her gördüğünden, tanıdığından ayrılığın acısıyla değil; imanla görmenin, tanımanın, tefekkürün neşesiyle yaşamak… Hayat bu işte…

İnsan güzel sesleri dinlemek için çaba sarf etmeli. Kulağını kuşların, böceklerin, rüzgârın, şimşeklerin, yağmurun, güneşin zikrine açmalı. İster gündüz olsun, ister gece... Gökteki yıldızlar kadar yerde çiçekler var… Püf noktası Allah adına bakmak, her şeyi Onun eseri olarak görmek… Kulağı, bütün kâinata açılmalı, gözleri güzellikleri kucaklamalı insanın. Yandan, kenardan değil, işte böyle balıklama dalmalı hayatın içine.

Hayatı Allah verir; hayat, Allah’ı tanıyınca başlar… Gerisi mi; yaşadığını sanmaktan ibaret…

Bir adamın bir kahvenin önünde çayını içerken yüzündeki mutluluğu seyretmiştim de imrenmiştim.

Nimetin hakkını veren, onun kadrini bilir; nimetin kadrini bilen ise gerçekten şükredebilir… İşte böyle olmalı. Bir bardak suyu yudum yudum içerken, iftar vaktinde ya da ne bileyim, yazın sıcak gününde şiddetle ihtiyaç duyduğunuz anda haldır haldır yemek içmek değil, onu nimet olarak görüp tadına vara vara içmek; tadına vara vara şükretmek… O nimetin kimden geldiğini ve kimin gönderdiğini bilerek içmek… Asıl doymak bu…

Evet, acılarla yaşarız, kederler de vardır hayatın içinde; onlar da bizim hayatımızın birer parçasıdır. Ama acılar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı, yoğurur. Kışın şiddetinin tohumun kabuğunu çatlatması gibi, hayatımızın kışları da içimizdeki baharlara hizmet eder…

İnsan yaşadı mı, evet, tam yaşamalı her şeyi. Kopmamalı, kaçmamalı.

Yaşadı mı, büyük yaşamalı insan. Büyük dediğim, inanarak yaşamalı. Irmaklara, göğe, bütün bir kâinata bahar rüzgârının ipekten elleriyle dokuna dokuna dolaştığı gibi karışmalı, akmalı, gitmeli insan… Çünkü ‘ömür’ dediğimiz şey bir iplik. Ha bitti, ha bitecek…

Evet, insan hayatı hissederek yaşamalı. İnandığı gibi yaşamalı, inandığı gibi olmalı. Hatta bir sahilde nasıl uzanmış yatıyorsa kumlara, o da öyle karışmalı; kum tanelerinden bir kum gibi olmalı hayatın sahilinde. Bulunduğu yerden seyretmeli yeryüzünü, gökyüzünü… Hayatı hissederek yaşamalı, onun hakkını vermeli, kadrini bilmeli; çünkü nimetin kadrini bilen gerçekten şükredebilir…