TR EN

Dil Seçin

Ara

“Meryem’i An!”

“Meryem’i An!”

Meryem’in sözünde yer ara kırık kalbine: “Rahman’a sığınırım ben; başkasına değil.”

Kâfidir kendine yetmeze.

Hâdidir şaşkına, yol bilmeze.

Yâr olur her daim çaresize.

Ayna tutar mahcup yüze.

Sâdıktır Allah verdiği söze.

 

Zekeriyya: İnce Nida

İlk yükü o aldı üzerine. Zekeriyya. “İşte bu, Rabbinin, kulu Zekeriya’yı rahmet diye anmasıdır.” Dedi ki: “Yâ Rab, işte ben, artık kemik gevşedi bende…” İşte bu, Rabbinin kulu Zekeriya’ya rahmetini anmasıdır. Dedi ki: “Yâ Rab, işte ben, baş bembeyaz alev aldı...” İşte bu, Rabbinin sana rahmetini kulu Zekeriya’yı anarak anlatmasıdır. Dedi ki: “Yâ Rab, Senden istediğimde elim hiç boş dönmedi.”

Dendi ki Zekeriya’ya: “İşte Biz seni ‘Yahya’ ile müjdeliyoruz.” ‘Hayat’ demek ‘Yahya’… Yaşlı bir babadan, kısır bir anadan Yahya doğar mı? Yaşlı gökler ile kısır yer arasında hayat mı olur? Olur, elbet… Olmazlar o kadar çok oldu ki, sorulmaz oldu bu soru. Sorulmayanı Zekeriyya sordu:

“Rabbim, nasıl olur bu?”

Rabbin, kulu Zekeriya üzerinden rahmetini hatırlatıyor şimdi: “Öyle san sen. Rabbin der ki, ‘Bu bana kolay.’ Sen daha evvel bir ‘şey’ bile değilken, seni Ben yarattım…”

 

Yahya: İnsana Ayna

Zekeriya’nın suskunluğunda ninnilendi Yahya. Kimsenin anlamayacağı, kimseye anlatamayacağı ‘hayat yükü’nün ağırlığı altında konuşmadan kesildi Zekeriyya. Söz orucuna tutuldu. İnsan diye yaşamanın adı oldu ‘Yahya’. Kitab oldu yükü Yahya’nın. Fıtratı. Kendisi. Doğası. Varlığa şahitliği.

Der ki Rabbi ‘insan Yahya’ya: “Ey hayat sahibi, kuvvetle sarıl ‘kitab’a. Fıtratının çizgilerini izle. Varlığın ilkelerine tutun. Söz’ü iliklerinde duy.”

Der ki Rabbin: “Çünkü biz sana ta çocukluğunda ‘anlayış yeteneği’ yükledik.” ‘Oku’maya müheyya ettik seni. Anlam aramaya teşvik ettik. Katımızdan sana eşsiz bir sevimlilik bahşettik. Rikkatli yaptık. Dikkatle donattık. Sorumlu kıldık seni.”

Yahya sana aynadır artık. Yahya’nın y/adında bul adını. Yahya’nın hatırasında gör senden umulanı. Anlam bulman bekleniyor senden. ‘Kitap’ diye okuman her şeyi. Her şeyin anlamlı bir bütün halinde bir araya getirildiğini görmen isteniyor.

İşte bu yüzden, doğduğun gün selâmdır sana. Var olmaya lâyık görüldüğün gün. Hayata kabul edilişin ‘selam’ sana. Bakışının âlemde arandığı gün. Nazarının yüzlerin yüzünde özlendiği gün. Öyle yaşa ki, öldüğün gün de selam olsun sana. Öyle öl ki, sonsuza dirildiğin gün de selâm olasın başkalarına. Selâm’da olasın. Cennet olasın kardeşlerine. Cennet bulasın kardeşlerinde…

Doğru taşı yükünü ey Yahya… Doğrult belini. At üzerinden tortuları. Şuur giydir hayata. Selâm ile bürü tenini. Kıyama kaldır gövdeni. Söz’e harca nefeslerini. Rabbine bağla hecelerini…

 

Meryem: Sancılara Ana

“Şimdi Meryem’i hatırla. Meryem’in ‘kitap’ta yeri var. Meryem de anlam ifade eder sana. ‘Oku’maya değer…”

Ailesinden ayrılarak, doğu yönünde bir yere çekildi Meryem. Onlardan uzağa. Perdeledi kendini. Hicaba sardı içinin derdini. Ki her insan başkalarının uzağında bir yalnız. Kalabalıkların kıyısında sancı. Tenhada gözyaşı. Kendi doğusunda, ruhunun ilk ışıklarının ufkunda bekler durur. İşte ‘oradan’ gelir vahiy meleği. ‘Doğu’sundan yaklaşır insana. Fıtratının ışıklarının sızdığı yerden. Çocukluk cennetinin eşiğinden. ‘Vicdan ufku’nda görünür Söz meleği. İlk orada.

Duy şimdi Meryem’e fısıldananı: “Ben sadece Rabbinin Elçi’siyim. Sana tertemiz bir oğlan çocuğu armağan etmeye geldim.” Rabbinin kulu Meryem’e rahmetini anışıdır bu. Anlatışı. Anlaşılır kılması.

Dersin ki Meryem gibi: “Olacak şey mi bu?” Duy şimdi Meryemce: “Sen öyle san. Rabbin der ki ‘Bu bana kolay…’”

Meryem’in aynasında gör kendini. Rabbine kolay, sana zor bir teklifi kabul ettin. Büyük yük aldın omuzlarına. Zekeriya’yı şaşırtan yük. Yahya’yı ihya eden yük. “Babasız bir çocuk ha!” İftiralar. “Sen ne kötü bir iş işlemişsin ey Meryem!” Yaftalamalar.

Topluma anlatamayacağı bir sır oldu Meryem’in batnı. Anlatsa bile kimsenin anlamayacağı. Kimsenin bir ucundan tutup kaldıramayacağı. Tek başına en ağır yüke hamile. Ortaksız. Tenhalarda. İsa’nın kendisi hafif aslında. İsa’ca var olmak ağır… Hem de çok…

Meryem, insanın kendisini doğuruşunun meseli. İnsanın dünyaya ‘doğu’şundan dünyadan ‘batı’şına kadarki kıssası. Ölmeye doğar insan. Doğmaya ölür her defasında. Doğarken ölmeye başlar. Ölürken dünyanın rahminden sonsuz genişliğe doğar.

İşte insanın yükü: Var olmak. İnsan diye var olmak. “Ben” diyebilmek kendine. Varlığını, Var eden’den bağımsız görme isyanını göze almak. Kendini kendine yeter görme rüyasına kanmak üzere olmak. Kendisine emanet verilen “ben”ine yaslanıp emanetin sahibine karşı koymayı ihtimal dâhiline almak.

Yaşamak bir boyun ağrısı sahiden. Bin sancı. Her insan kendini İsa diye doğurma telaşında. Bir ömür boyu. Sabahtan akşama. Akşamdan sabaha... Kıvrana kıvrana kendine anne olmakta.

 

İsâ: Gecede Rüya

Her bir insan hamileliğinde yalnız. Yapayalnız. İçinin içindeki sancılı sızıları diline bile getiremiyor. Kalbinde közlenmiş “ah!”ları kimsenin eline bırakamıyor. Acılarını tutamıyor kendi avucunda. Sessiz kederler saklıyor mavi mutlulukların dibinde. Sözsüz gamlar uçuruyor hayallerinin uzak kıyılarına. Tutunacak kimsesi yok. Başkaları taşıyamayacak bu yükü. Paylaşmayacaklar, belli. Kınayacaklar belki: “Sen ne kötü bir iş işlemişsin!”

Böyle böyle “uzak bir köşe”ye çekilir insan. Saklar hamileliğini. Karnının şişi görünsün istemez. Bunaldığı her noktada unutulmak ister. Hiç sayılmaya razı olur. Hepten yok olmayı arzular. Ciddiye alınmamış olmayı diler. “Keşke”lere sarılır. Dönüş yolu arar. “Oynamıyorum artık!” dediği kerteye gelir. Kendine kendisi yokuş gelir. Ar olur günah yükü. Kendi gözlerinden bile saklar yüzünü. Acıyla inler: “Keşke unutulanlardan olaydım, hatta unutulduğu bile unutulanlardan…”

Kaçacak yer var mı? Hayatın ortasındayız işte! Var olmaktan vazgeçilmez ki. Yola girdik, duramayız. Geri dönüş yok; arkaya bakmamalıyız. Kesinleşti hamileliğimiz. Çare yok; İsa’mız doğacak. Kınansak da doğacak. Ayıplansak da. Kovulacak olsak da yüzlerden, İsa’ya anneyiz artık. Saklanacak köşe yok. Sığınılacak siper görünmüyor yakınlarda. Mahcubiyetimizi örtecek perde bulunmaz bu diyarda.

Gel, Meryem’in sancısını tenhalarda duyan Rabbin yanında ara sığınağı. Kimselerin duymadığı sancıyı ciddiye aldığını haber veriyor Rabbin Meryem’e. Sana, bana. Kendimizi Meryem aynasında seyredelim diye: “Sakın, mahzun olma…” Meryem’ce can kulağı olalım diye ebedi teselliye: “Sakın, mahzun olma…”

Doğum sancımızı bir duyan varmış; duyalım. Hamileliğimizin utancını bir gören varmış; görelim. Yüklendiğimiz pişmanlıkları biri anlayışla karşılarmış; hissedelim.

 

Hurma Dalı: Göğe Ağma

Vardır elbet bir “hurma dalı” şu yeryüzünde. Şu dünyada, şu aşağı yerde, şu kuyuda sıkışıp kalmış insanın ellerine hurma dalı gibi eğilip uzanan bir merhamet meyvesi. Bir teselli. Vardır elbet.

O ses şimdi herkesin can kulağında. “Hurma dalı”nın altında: “Sakın mahzun olma, Rabbin bulunduğun zeminden bir çıkış hazır etti sana. Hurma dalını kendine doğru silkele…”

Rahmeti görmelisin şimdi. Üzerinde hep var olan şefkati. Gölgesi yüzünden hiç eksilmeyen sonsuz merhametin dal uçlarına yapıştır kalbini.

Sıkıştığımız zeminde kurtuluşumuz. Düştüğümüz yere uzanmış merhamet eli. Dibinde beklediğimiz eşikten açılıyor kapılar. Perdemizin ardından geliyor ışık. Hüzün gömleğimizin yırtıklarından sızıyor müjde Yusuf’u.

Evet, bir çıkış yolu var; hemen altımızda. Şikâyetçisi olduğumuz zeminde. Ümitsizliğimizin kaynağı olan yerde. Tam orada. Ne kadar çok fark edersek günahımızı, ne kadar açıkça itiraf edersek kötülüklerimizi, ne kadar net yüzleşirsek karalıklarımızla, tam oradan, tam oradan bir akış başlıyor. Bir tatlı seyran çağlıyor. Ayaklarımızın altından bir zemzem fışkırıyor. Cennet nehirleri köpükleniyor. Alıyor kirlerimizi. Ayaklarımızı yerden kesmeye hazırlanıyor.

İçimize işler sözün özü: “Senin günahlarından büyüktür rahmeti Rabbinin. Senin ayıplarından geniştir örtüsü Rabb-i Rahim’in. Senin kötülüklerinden kat kat fazladır affı Rahman-ı Rahim’in…”

Kalbimize akar teselli nehri: “Hamileliğini bir O anlar. Sana yükleyen O değil mi bu yükü? Yükünü görüyor O. ‘Olur böyle şeyler, insanlık hali!’ diyor. Utanmadan doğur şimdi İsa hakikatini… Ebe ol bu bahtiyar anneliğe. Kâr çıkar acılarından. Rabbine dönüş çıkar bugün/“ah!”larından.

‘Hurma dalı’nda saklıdır senin tesellin. Duy: “Artık ye, iç, gözün aydın olsun.” Anlamayacaklar seni. Aldırma. Yürü bildiğince. Sana Allah’ı aratan derdin tadını çıkar şimdi. “Şayet beşerden birini görürsen, ‘ben’ de, ‘Rahmana oruç adadım, onun için bu gün hiç bir insana söz söylemeyeceğim.’”

Sus ve içinin sessizliğiyle konuş. Meryemce. Yırt dünyanın kozasını. Geç bu ‘gece’den, sabaha hazırlan.

Zekeriya’nın ince nidasını al nefesine: “Rabbim, Senden istediğimde elim hiç boş dönmedi ki…” Zekeriya’nın diliyle Rabbinin rahmetini an: “Senden istemenin kendisi, elimde olacakların en değerlisi…” Rabbinin rahmetini anla: “Yok elimde Senden istemekten ötesi…”

Meryem’in sözünde yer ara kırık kalbine: “Rahman’a sığınırım ben; başkasına değil.”