Eskilerden beri bazıları “Hayat bir yardımlaşmadır.” derken bazıları da “Hayat bir mücadeledir.” diye savunur. Peki hayat yardımlaşma mıdır, mücadele midir?
Bu sorunun cevabını, hayatın en üst basamağında yer alan insana bakarak bulmaya çalışalım.
İnsan vücudunda faaliyet halinde birçok sistem vardır. Bunların uyumlu ve dengeli çalışmasıyla hayat devam eder. Denge bozulduğunda hastalıklar ortaya çıkar, bu bozukluğun şiddetli ve ani oluşuna göre de tekrar denge sağlanamazsa ölüm bile vuku bulabilir.
İnsan vücudunun bütün organları, hücreleri arasında bir yardımlaşma vardır. Vücutta gerçekleşen her türlü değişikliğe karşı dengenin korunmaya çalışılması, yani “Homeostasis” vardır. Tabiattaki ekolojik dengenin insan bedenindeki karşılığının adıdır bu. Bu dengeyi korumak için yaşanan yardımlaşmaları anlatmaya kitaplar yetmez. Bu yazıda bu olayı biraz kavramak için bir pencere açıp bakmakla yetinelim.
…
Dengenin korunmasında vücudun sistemlerinin çalışması ön planda gelir. Bu sistemlerin başında dolaşım sistemi vardır. İnsanlardaki dolaşım sistemi organların besin ve oksijen ihtiyacını karşılayan, atıklarını uzaklaştıran ve bunları değişen durumlarda da devam ettiren bir sistemdir. Bu sistem için, bir pompa (kalp) ve damar ağı yaratılmıştır. Kalp bir kasılır bir gevşer, kan pompalanır sonra toplardamarlarla geri döner. Ve bu döngü gece gündüz, uykuda ve uyanıkken devam eder gider.
Tüm damar sistemindeki basınçların ana belirleyicisi atar damarlardaki basınçtır. Her insanın damarlarında akan kan damar duvarına basınç yapar. Her yaşa göre de bu basıncın sınırları değişir. Halk arasında tansiyon olarak bilinen ve koldan ölçümü yapılan kan basıncının oluşumunda o kadar çok faktör vardır ki bilenleri hayrette bırakır. Ancak bu faktörlerin birbiriyle uyumlu olması ve birbirine yardımcı olmasıyla normal tansiyon sağlanır. Normal tansiyon 12/ 8 mm Hg’dır. 14/9 mm Hg’nin üstü değerler yüksek tansiyon olarak bilinir.
Bu faktörler öyle fazladır ki mesela Aort damarında ve şah damarında (karotis) bulunan basınç algılayıcıları, kimyasal algılayıcılar, kalp-akciğer sistemindeki basınç algılayıcıları, iletişimi kuran sempatik ve parasempatik sinirler, kandaki oksijen ve karbondioksit miktarları, kandaki sodyum, potasyum ve kalsiyum gibi elementlerin oranları gibi daha pek çok faktörler, tansiyonun normal sınırlarda tutulması için hep birlikte ayarlanırlar. Bu organlar ve kandaki bazı kimyasal maddeler öyle titizlikle kullanılır ve çalıştırılırlar ki, aralarında sessizce işleyen bu muazzam işbirliğinden haberimiz bile olmaz.
…
Mesela damarlarımızın çeperlerinde algılayıcılar yaratılmıştır. Damar duvarlarında bulunan bu algılayıcılar, kan basıncının verileri anlık olarak beyindeki ilgili merkezlere ulaştırır. Bu anlık verilere anlık cevaplar otonom sinir sistemi (sempatik ve parasempatik) üzerinden gönderilir ve ihtiyaca göre damarlar ya kasılır ya da gevşetilir.
Böbrek ve hipofiz bezlerinin salgıladıkları bazı hormonlar (renin, angiotensin, aldosteron, ADH gibi) tansiyonun normal kalmasını sağlar. Böbrekler dolaşım sistemi üzerinde önemli görevleri olan organlardır. Böbrekler ayrıca vücuttan sodyum atılımında çalıştırılan en önemli bir organdır. Vücudun günlük tuz ihtiyacı 6 gram sodyum klorür (2,4 g sodyum~100 mmol) civarındadır.
…
Beyindeki hipotalamus bölgesi bir badem büyüklüğündedir, beynin %1’i kadardır. Genel organizasyonda merkezi rol oynayan bir organ konumundadır. Bu organ birçok çekirdekten oluşur ve her çekirdeğin ayrı bir görevi vardır.
Vücut için gerekli oksijen havadan alınır, akciğerlerde kana aktarılır. Akciğerler aynı zamanda kandaki atılması gereken CO2’yi alır ve verilen nefesle dışarıya atılmış olur.
Ayrıca vücuttaki atık maddeler, asıl olarak böbreklerden ve terleme yoluyla da ciltten atılır.
Alınan besinlerden dolayı kan şekeri arttığında, ihtiyaçtan fazlası karaciğerde depolanır; böylece rahmet tecellisi olarak dengeler yine korunmuş olur.
Bazı maddeler vücutta inaktif halde bulunur, gerektiğinde aktif hale getirilir ve yine denge korunur. Mesela kanama olduğunda pıhtılaşma faktörleri aktif hale geçer ve kanamayı durdurur, dengeyi korunur. Sonra yine eski hale, yani inaktif hale döndürülür.
…
Vücutta bazı organlardan ise hormonlar, enzimler salgılanır. Bu salgılar görevlerini yaparlar, iş bitince yıkılır ve ihtiyaç olduğunda yerlerine yenileri yapılır ve denge böylece korunur.
Enzimler, kimyasal faaliyetleri başlatırlar, kendileri hiç değişime uğramazlar, beden tıkır tıkır saat gibi işler. Mesela karaciğer vücuttaki en karmaşık ve en aktif organlarından biridir. Neredeyse 500’den fazla çok önemli fonksiyon karaciğere bağlı olarak yapılır.
Pankreas bezi de hem sindirimi kolaylaştırıcı enzimler yapar sindirim yoluna boşaltır, hem de kan şekerini düzenleyen insülin (düşürücü) ve glukagon (yükseltici) gibi iki zıt görevli hormon salgılar. Safra kesesinde, karaciğerde yapılan safra depo edilir, gerektiğinde ihtiyaç kadar sindirime katkı yapılır. Ağızdan başlamak üzere herbir organ sindirimde görev alır; kimi parçalamada, kimi yoğurmada çalışır ve sonunda gerekli maddeler emilerek karaciğere taşınır.
…
Tüm canlı organizmalar için esansiyel bir element olan demirin, insanlarda yaklaşık üçte ikisi kandaki kırmızı küreciklerde (alyuvarlar), hemoglobinin yapısı içindedir. Bir kısmı adalelerde (miyoglobin), bir kısmı da karaciğerde depo edilmiş (ferritin) olarak bulundurulur. Parçalanan alyuvarlardan açığa çıkan demir vücutta yine kullanılır; bağırsaklardan emilen günlük 1-2 mg demir ile ihtiyaç karşılanıp denge sağlanır. Hepsidin adı verilen bir hormon 12 parmak bağırsağından fazla demir emilimine engel olur. Çünkü fazla demir emilimi organlarda kalıcı hasar meydana getirir. Ayrıca 3 değerli demir buradan emilirken 2 değerli demire indirgenir. İşte bu karaciğerde yapılan ve çok önemli işlerde çalıştırılan ‘hepsidin’ ancak 2001 yılında keşfedilmiş bir hormondur.
…
Bedendeki bütün hücreler, kan damarları, kandaki şekilli elemanlar (alyuvar, akyuvar, trombosit ve kök hücreleri gibi) ve bu hücreler içinde bulunan moleküllerin çok ince hesaplı, hassas ve harika işleri vardır. Hepsi bizim sağlığımız için, bizim haberimiz bile olmadan çalıştırılırlar.
İşte yukarıda bir kısmına değindiğimiz bilgilerin ışığında insan vücuduna bakıldığında, büyük bir yardımlaşma görülüyor. Bu yardımlaşma öyle hassas, öyle ince bir hesap işi ki, birindeki küçücük bir aksama bütün düzeni bozar. Her bir organ hangi görev için yaratılmışsa o görevi mükemmel yapıyor…
Peki, bu büyük organizasyonu kimin idare ettiğini, sağlığımızı kimin koruduğunu düşünmek gerekmez mi? Bütün organların idaresi, kendini ve diğer organları bilmeyen tek bir organa verilebilir mi? Bedenimizde kendinden başka bir organa ihtiyacı olmayan, kendi kendine yeten ve diğer organların ona muhtaç olduğu bir organ var mı? Yok… Öyleyse bu işleri kim yapıyor; bu dengeyi her an kim sağlıyor?
O, ancak kudreti sonsuz bir ‘Kadir’, yaptığı işleri hikmetli, anlamlı ve faydalı olan bir ‘Hakîm’, ilmi her şeyi kuşatan bir ‘Alîm’, ve bütün yarattıkları kendisine muhtaç olan bir ‘Samed’ birisi olabilir. O Âlemlerin Rabbi olan, rahmeti her şeyi kuşatan Allah’tır.
Bildiğimiz, bilmediğimiz nimetleri için Allah’a şükürler olsun.