TR EN

Dil Seçin

Ara

Osmanlı Ve Filistin Hakkında Gerçekler Ve İllüzyonlar

Osmanlı Ve Filistin Hakkında Gerçekler Ve İllüzyonlar

Türkiye ve Filistin halkları, kökleri çok eskilere dayanan ve tarihi ilişkileri olan iki kardeş millettir.

Filistin ve Osmanlı Devleti hakkında meraklı şöyle sorular vardır:

- Osmanlıların Filistin’de bulunması bir sömürge hareketi miydi, yoksa İslamî hükümlere uygun âdil bir yönetim miydi?

- Osmanlılar Filistin’e yeterince önem verdiler mi?

- Filistinliler İtilaf Devletleri ile ittifak yapıp Osmanlılara ihanet etti mi?

- Filistin halkı kutsal toprakları Yahudilere sattı mı?

Şimdi bu sorulara cevap arayalım:

1516 yılnda Mercidabık savaşından sonra Osmanlılar Filistin’i yönetimleri altına aldı ve dört yüz yıldan fazla hizmet ettiler. Osmanlılar Filistin’e çok sayıda tarihi eseri miras bırakmışlardır. Bu eserler onların Filistin ile ne kadar ilgilendiklerini yansıtır.

Osmanlı devleti gerçekte hilafet olduğu ve aynı zamanda Filistin çok büyük manevi değere sahip ve mukaddes bir şehir olduğu için, Osmanlılar Filistin’e özel bir önem vermişlerdir.

Mesela, Nabulus şehrinde Abdüllhamit Han döneminde yapılan Alhark tüneli… Osmanlıların Suudi Arabistan’a hacıları taşıyan treni bu tünelden geçerdi.

Ayrıca Beytüllahim şehrinde Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan üç tane büyük su havuzundan oluşan bölgeye “Bürek Süleyman” denir. Daha sonra da bu havuzların yanına bir de kale eklenmiş ve bu kaleye “Kala’atül Bürek” ismi verilmiştir. Kale havuza gelen hacı ve tüccar kervanlarını korurdu.

Bunun yanında Filistin’i süsleyen çok güzel Osmanlı camileri mevcuttur. En meşhuru Cinin’in büyük camisidir.

Osmanlı projeleri camilerle kalmamış, “Elsibayyat Pazarı” gibi günümüze kadar devam eden Osmanlı pazarları canlılığını korumuştur.

Hatta adaleti tecelli ettiren Osmanlı mahkemeleri bugüne kadar devam etmiştir. Ramallah şehrinde halen kullanılan adliye, Osmanlı Mahkemesi adıyla çalışmaya devam etmektedir.

Osmanlı devletine hasta adam denildiği zamanlarda bile, 29 Ağustos 1897 yılında Basel’de Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongreden çıkan ve Filistin’i yahudilere özgü bir devlet olarak ilan eden karara, oldukça sert bir tepki verilmiştir. Üstelik bu bağlamda Sultan Abdülhamid Han Filistin karşılığında elli milyon sterlin rüşvet teklifini, hatta Osmanlı’nın bütün borçlarının ödenmesini reddetmiştir. Bu teklifte bulunan kişileri de İstanbul’dan kovdurmuş, “Bu domuzu buraya kim getirdi!” diyerek devlet erkanını fırçalamıştır. II. Abdulhamid Han bu olay ardından yahudilerin Filistin’e gitmelerini yasaklamıştır.

Filistinlilerin Birinci Dünya Savaşında Osmanlılara karşı itilaf devletlerinin yanında durduklarını iddia edenlere deriz ki; o zamanlarda Filistin tamamen Osmanlının kanadı altında idi. Yani Filistinlilere ait özerk bir bölge yoktu. Oysa ki Osmanlılar hâkimiyeti altında olup müstakil ordusu olan özerk devletler mevcuttu. Ancak Filistinlilerin o dönemde herhangi bir askeri varlığı yoktu. Bu yüzden Filistini savunmak Osmanlı ordusunun sorumluluğu altında idi. Ayrıca Filistinlilerin ilk siyasi ve bölgesel varlığı, Osmanlı devleti yıkıldıktan neredeyse çeyrek yüzyıldan sonra olmuştur.

İddianın tam aksine Filistinliler, kadınlarının değerli takı ve altınlarını satarak, oradaki Osmanlı askerlerine yardımlar toplayıp, onları desteklemeye çalıştılar.

Şu da unutulmamalıdır ki, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından en büyük zararı Filistinliler görmüştür. Özellikle de Amerika ve Avrupa ülkeleri Filistin’de yahudileri devlet kurmaya teşvik ettiğinde… Eğer Filistinliler Avrupa ile işbirliği yapsaydı, onlardan topraklarını alıp herhalde yahudilere vermezlerdi.

Ayrıca yahudiler, dünyanın Filistin’e sempati duymasını ve takdir etmesini önlemek için, onların toprak satmaları söylentilerini de yaydılar. İşin doğrusu ise, bazı Filistinli gayr-i müslimlerin Lübnan sınırına yakın arazilerini yahudilere sattıklarıdır, buna dair belgeler de vardır.

Son olarak Filistinliler, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra yahudilerle yediden fazla savaş yapmışlar, binlerce şehit vermişler, yüzbinlerce Müslüman yaralı, sakat ve esir duruma düşmüştür. Bu günlere kadar topraklarında Küdüs’te, El-Halil’de, Akka’da ve Gazze’de ablukalara ve katliamlara rağmen kaçmayıp sabır içinde Allah ve vatan için mücadeleye devam etmektedirler.