TR EN

Dil Seçin

Ara

Manevi İklimlerde Gezi

Ülkenin Gezi Parkı adı altında kargaşaya düştüğü, dalgalanıp durulduğu haftaların ardından bu kez İlahi cihetten ‘Manevi iklimlerde Gezi’ye davet edildik! Aslında ‘zamanlama çok güzel’ diyebiliriz. Haziran-Temmuz-Ağustos aylarının ‘Nefsin Üç Ayları’ modunda geçmesine her zaman tenkit ve tefekküre teşvik yazıları yazardı kalem ehli.

 

Haydin Oruca!... Haydin Oruca!... 
“Sen benim Rabb-i Rahimimsin; ben Senin aciz kulunum!” sırrını anlamaya! Huu! Sular gelmiş! Haydin kabı-kacağı, kalbi-ocağı doldurmaya!... 
Haydin melek olmaya, hayvaniyetten sıyrılmaya... Eteklerini toplasın, ayaklarını geri çeksin mide; yer açın kalp ve ruha… Bedenin efendilerinin bayramı başlıyor.. Huu! 

 

 

Ülkenin Gezi Parkı adı altında kargaşaya düştüğü, dalgalanıp durulduğu haftaların ardından bu kez İlahi cihetten ‘Manevi iklimlerde Gezi’ye davet edildik! Aslında ‘zamanlama çok güzel’ diyebiliriz. Haziran-Temmuz-Ağustos aylarının ‘Nefsin Üç Ayları’ modunda geçmesine her zaman tenkit ve tefekküre teşvik yazıları yazardı kalem ehli.

Artık Ramazan’ın sıcak yaz günlerine denk gelişiyle nefis yollarında önemli daralmalarla, mübarek Üç Aylar ‘nefsin üç aylarına’ manevi rengini daha çok verebilecek. Kışın kısa günlerinde acıkmadan yiyip ‘yemek üstüne yemek’ gibi doygun kalkıyorduk anlaşılan. Bu uzun ve mesafesi uzak imsak ve iftarlar, belki fazla yiyip içemesek de, o manevi doyuruşuyla çok başka iklimlere taşıyacak bizi... Kıştaki tâlim yaza yetmiyordu anlaşılan, yazdaki manevi eğitim ‘özel harekât’ gibi kışa da iyi hazırlayacak! Âtıl, zaman katili ve ‘Duran adam’ modunda geçen yazlar, midenin ‘öğütümde’ durması, manevi cihazların fazla mesai yapmasıyla ‘hayra koşan adamlara’ dönüştürecek bizi! E, madem yaz benzetmesi: “Gel! (manevi) Deniz çok güzel!” diyebiliriz ki, kavrulmuş ruhlara en güzel su serinliği, bu suyun dünyevi ağırlıklardan kaldırma kuvveti olsun. 

Nefis (ego) her zaman ruh ve kalbe ihtilal yapmak, devirmek, yakıp yıkmak için fırsat kolluyor. Hocası olan şeytandan aldığı talimleri harfiyen uyguluyor. Kâh direnişe geçiyor, ‘kazan kaldırıyor’, yemek bekleyen çocuklar gibi tabaklara vuruyor çatal-kaşıkla... Hep protesto, hep gürültü... Ne versen doymayan o tahripkâr, o ayrımcı, o koskoca beden ülkemizde sadece mideyle komşu olup kendisi yaşıyormuş gibi, diğer komşularına (akıl, kalp, vicdan..) bolca rahatsızlık veriyor, işlerini aksatıyor.
İnsan sözleri kâr etmez ona; İlahi kelam sarmadıkça ve ‘Dağılın’ diye anons etmedikçe... Ve dua dua, tazyikli su, gözyaşartıcı bomba etkili manevi hasret ve aşk... Ramazan’daki o kollektif manevi atmosferde ‘adam’ olur; o açlıkta, mideyle dostluğu bozulduğunda asıl darbeyi alır ‘Rahim olan Rabbim, ben aciz bir kulunum!’ demeye başlar karın guruldadıkça. Hep doygun mide gülerken cılız ruh mu ağlayacak? Ruhun gurultularını nasıl işitir ve görür insan? İtaat ve ibadette hâlsiz, eğlencede hiperaktif koskoca bir gurultudur. Sadaka vermekte cimri, yeni bir ayakkabı alacakken en modasından bonkör davranmak ya da.. Ahlâka muhalif her hareket, ruhun nefse söz geçiremeyişinden, çünkü gıdasızlığından gelen açlık kıvranışları ya da cephane yetersizliğinden geri püskürtemeyişi değil midir? İşte şimdi midenin gözyaşlarından kalbin yeşerme vaktidir…

Bütün gün açlıkla mide nasıl kıvranıyor, halsizleşiyor, asabileşiyor ve beden diliyle bir bakıma hüzünlü oluyorsa; akıl, kalp, vicdan, sır gibi manevi midelerimizin kendi gıdalarını almayarak nasıl açlıktan kıvrandığı, bizi stresli, asabi, hüzünlü yaptığı gün gibi ortada. İnsanın aç haliyle tok hali aynı mı? Elbette manevi gıdalarını tam alan, beslenmesine bu anlamda dikkat eden, haram ve malayani şeylerden yemeyip ‘manevi karınlarını’ ağrıtmayan ibadetli-tefekkürlü insanın hali de aksi insanla aynı olmayacak! 
Kur’ân okurken ‘Okumayı ne çok özlediğimi’, namaz kılarken kılamadığım namazların beni nasıl perişan ettiğini, bu Allah’a bir parça yakınlığımda, uzaklığımda nasıl Onsuzluktan kuruyup gittiğimi daha iyi anlıyorum. 
İnsan iftar ederken, suyu-ekmeği ne çok özlediğini daha iyi anlıyor. İnsan maddi yemeği yedikçe doyar. Ama manevi yemekleri yedikçe acıkır. Ne mutlu yedikçe acıkanlara...

Dünyayla maddi göbek bağını kesecek kadar büyürse kalbin; süt kadar temiz manevi bir bağ kurabilirsin; Allah’a ve ahrete bakan yüzünde... Gerçek tanı(ş)malar ve şefkat ve muhabbetle kaplanır o zaman dört yanın...

Cennetteki Reyyan isimli kapıdan sadece oruçlular girecekmiş ya! Onun dünyada da tecellisi olabilir diye düşünüyorum. Oruç diğer zoraki açlıklardan çok farklı bir kapı… Mesela açlık grevi veya diyetle aynı şeyi elde edemezsin. Yani, bir insan sahuru da yapsa, ama oruca niyet etmese, o manevi ruhsal salgı ve içerde bir sabırlı kapı açılış başlamaz! Aksine mesela açlık grevi, tamamen öfke kaynaklı olduğundan belki zararlı mide asitleri bile salgılıyor olabilir. Ya da depresyonla yemeden-içmeden kesilmede de hastalıklı bir küsüş hali var. Oysa oruç, kasıtlı ve niyetli, emirli bir el çekiş olduğundan, beden ve organlar da dinlenmeye ve kendini onarıma çekildiğinden, ruh, kalp gibi manevi cihazlar gıdalanmaya başladığından, başka bir kapıdan girmiş olmuyor mu? İşte dünyada bu özel oruç kapısından girebilenler, ahrette de sadece oruçluların girebileceği kapının anahtarını almış oluyorlar.

Bu arada dinlenme deyince aklıma başka şey geldi.. “Bu sene tatile gidemeyenler” varsa hani, en güzel tatilin oruç olduğunu mide, karaciğer, kalp gibi bedeni cihazların üst üste gelen yemekleri öğütmekle ne kadar yorulduklarını düşünelim. Bu tatili çoktan hak etmişlerdi. Onların bu tatil neşesini duymaya çalışalım. (Her ne kadar midenin son perdeden bağırtılarını, sevinç naraları olarak adlandıramasak da... Sonuçta rızka muhtaç oluşumuzu ve acziyetimizi idrak meselesi olduğundan ‘acıkmamış gibi’ davranmanın faydası yok. Neyse ki midemiz mızmız bir çocuk gibi.. Israrla istediği şeyi bir süre sonra unutuyor. Ağlayıp bağırsa da, az sonra geçiyor ve başka bir şey dikkatini çekip oynuyor. Kim ister şımarık bir çocukla yan yana durmayı?) O halde ‘Yaşasın! Tatil bileti çıktı hepimize!’