TR EN

Dil Seçin

Ara

Denizler Tesadüfün Eseri Değildir

Aslında dünyanın ilk yaratılışından itibaren geçirdiği bütün safhalar, Âlemler Rabbinin onu eserleri için bir galeri ve misafirleri için bir konaklama yeri olarak hazırlamasının bir öyküsüdür.

 

Aslında dünyanın ilk yaratılışından itibaren geçirdiği bütün safhalar, Âlemler Rabbinin onu eserleri için bir galeri ve misafirleri için bir konaklama yeri olarak hazırlamasının bir öyküsüdür.

Dünyanın başından geçen her safha, hikmetiyle, kudretiyle ve rahmetiyle onu aşama aşama terbiye eden Âlemler Rabbini tanıttığı gibi, Güneşten kopan erimiş kayaların yaşanacak hale getirilmesi ve ona gerekli miktarda su tedarik edilmesi de üzerinde dikkatle durulması gereken Allah'ın icraatıdır.

Bu yazımızda dünyadaki suları inceleyeceğiz.

 

Yarısından fazlası sularla kaplı dünyamızın var olması hakkında en kabul gören görüş; Güneş’ten kopmuş olduğudur. Büyüklüğünde, Güneşe, Aya ve diğer gezegenlere olan uzaklığında, yörüngesinde ve dönüş hızında ne kadar faydalar olduğu malûmdur.

Dünyanın, Güneşe, canlıların yaşamasına en uygun mesafede durması, gece gündüzü sonuç verecek şekilde ekseni etrafında dönmesi, mevsimlerin meydana gelmesini sağlayacak bir eğikliği ve güneş etrafında yörüngesinin bulunması gibi pek çok hikmetli tercihlerin tesadüfle izah edilmesi elbette mümkün değildir. Güneşten kopan böylesi büyük bir kütleyi bu kadar faydalı konuma getirip, bu kadar faydalı işleri yaptırmak, hem de devamlı yaptırmak, elbette bir iradenin ve şuurlu bir elin işidir. Ve aklı olana bir iradeyi, kudreti ve ilmi gösterir.

Bilindiği gibi küre şeklindeki dünyamızın yaklaşık %71’i sularla kaplıdır. Bu kadar büyük kütleye sahip, dış yüzeyinin çoğu sularla kaplı ve şu feza boşluğunda süratle dönen dünyamızın istikrarlı hâli, işlerin tesadüflerle değil, İlâhi iradenin tercihiyle cereyan ettiğinin en büyük göstergesidir. Çünkü intizam bozulmuyor, sular karaları istila etmiyor.

Büyük bir tasarım ürünü olan yerden fırlatılan uydular ve uzay araçları bile, büyük emek sarfedildiği halde sürekli uzayda tutulamıyor. Elbette içi ve dışı sıvı olan bu koca yerkürenin, şu feza boşluğundaki akılları hayrette bırakan intizamlı hali, Allah'ı, Hakîm, Alîm, Kadîr ve Rahîm gibi pek çok isimleriyle bizlere tanıtıyor. Ve böyle eserlerini tefekkür edenleri Âlemler Rabbinin bu muhteşem işlerini hayretle ve zevkle seyrediyorlar.

 

Bu kadar su dünyaya nereden geldi?

Peki, Güneşten koptuğu varsayılan taş ve kayalık olan dünyamızın üçte birini kaplayan yaklaşık 1,46 milyar km3’lük su kütlesi nereden geldi veya nasıl var oldu? Dünya bizim yaşamamıza uygun hale nasıl geldi?

Literatürde; yerkürede var olan suyun ilk atmosferden, volkanik kayaçların ayrışmasından ve jeolojik zamanlar boyu oluşan çeşitli miktarlardaki su ilavesinden meydana geldiği görüşlerine yer verilmektedir. Ancak bu gerekçeler bu kadar büyük su kütlesinin nasıl var olduğunun tatminkâr cevabını veremiyor.

Elbette her şeyi sebeplerle var eden İlâhi kudret, dünyamızdaki bu büyük su kütlesini yukarıda geçen ve daha başka bilemediğimiz sebeplerle var etmiştir. Ancak kesin olan şudur ki: Hidrosfer dediğimiz su kütlesi tesadüfen değil, iradi ve kasti olarak bu kadar büyük var edilmiştir. Bu kesin kanaat elbette delilsiz bir inançtan değildir. Şimdi bunu inceleyecek ve göreceğiz ki, okyanus ve denizler bu kadar büyük olmalıydı ve burayı hayata hazırlayan Âlemler Rabbi suyun miktarını ve yerlerini ona göre hazırladı.

Şimdi okyanuslar ve denizler daha büyük ve daha küçük olsa idi sistemin nasıl etkilenip bozulacağına bakalım:

 

Okyanusların büyüklüğü, hayata göre ayarlanmıştır

Bilindiği gibi enerji girişi hariç (Güneş enerjisi) dünyamız kapalı bir ekosistem olduğundan mevcut su kütlesi değişmemektedir. Yani ne azalmakta, ne de artmaktadır. Ve katı, sıvı ve gaz hallerine dönüşerek atmosfer, okyanus ve karalar arasında dolaşmaktadır. Hidrolojik döngü denen bu dolanımda denizlerdeki buharlaşma, denizlere yağıştan yaklaşık 36 birim daha fazladır. Ancak denizlerdeki su azalmaz. Çünkü karalarda da yağış miktarı yine karalardaki buharlaşmadan yaklaşık 36 birim daha fazladır. Karalardaki bu fazlalık akarsular ile denizlere akarak iki ortam arası denge bozulmaz.

Dünya ekosisteminde buhar kazanları hükmünde olan okyanus ve denizler şimdikinden daha küçük olsa idi, dünyamızın çok daha fazla bir kısmı yeteri yağış alamadığı için çöl olacak ve yaşama elverişsiz hale gelecekti. Dünya ve okyanuslar şimdikinden daha büyük olmuş olsa idi, bu sefer de sel felâketleri çok daha etkin olacak ve yine hayat olumsuz etkilenecekti.

Özetle söylemek gerekirse; dünyamızda en etkin şekilde karaların kullanımı ve hayata uygun oluşu ancak denizlerin bu kadar büyük olması ile mümkündür. Karalar ve denizler arası bu hassas çevre dengesinin sürdürülmesi elbette tesadüflerle izah edilemez. Bilerek kurulan ve devam ettirilen bir denge varsa, bu sistemi kuran iradeyi kabullenmekten başka bir yol yoktur. Ancak mevcut sistemin insan müdahaleleri sonucu bozulması durumu ise; İlâhi güç ve iradenin yokluğunu değil, insanın sorumluluğunun büyüklüğünü gösterir.

 

Acaba okyanus çukurları olmasa idi ne olurdu? Yeryuvarında hayat nasıl etkilenirdi?

Tesadüfçü yaklaşım, deniz ve okyanus çukurlarının oluşumunu tektonik hareketlere bağlamakta, İlâhi iradeyi göz ardı etmektedir. Yaratıcı, yerküresinde büyük çukurların oluşumunu elbette tektonik hareketler denen sebeplerle yapmaktadır.

Şu soru akla gelebilir; Yeryuvarında okyanus çukurlarının oluşumunun İlâhi irade eseri olduğunun delili nedir? Delili şudur ki; ihtiyaca göre çukurlar oluşturulmuş. Yeryuvarında bizim ve diğer canlıların yaşaması için bu çukurlara ihtiyaç vardır. Olmasa idi, biz de, diğer karada yaşayan canlılar da olmayacaktık.

Eğer yeryuvarında büyük çukurlar olmasa idi ve yeryüzündeki mevcut su eşit dağıtılsa idi, dünya yüzeyi 2700 m kalınlığında su olacaktı. Dünyayı var eden İlâhi kudret bizi ve diğer canlıların da var olmasını irade etmiş ki, büyük çukurlar yaparak suları oralara doldurmuş ve canlılara hayat alanı açmıştır. Yeryuvarında okyanus ve denizlerin bulunduğu çukurlar ne kadar gerekli ve faydalı ise, o faydaları gözeterek yeryuvarını tasarlayan tasarımcıyı da o nispette bildirir.

 

Suyun kimyasal yapısı tesadüf olamaz

Biraz da suyun kimyasal yapısına bakalım ve bu yapının sistem ve canlıları için gerekliliğini inceleyelim. Su molekülü (H2O), iki hidrojen ve bir oksijen atomunun birleşmesi ile oluşmuştur. Moleküle bir atomun daha ilavesi, örneğin bir oksijen atomunun daha eklenmesi, suyu bambaşka bir şekle sokar ve hidrojen peroksit (H2O2) hâsıl olur. Hayat için gerekli olan suya tesadüfen bir oksijen atomu daha ilave olsa idi, hayatı tahrip eden bir özellikte olacaktı. Kaldı ki, her zaman hidrojenle oksijen birleşip suyu oluşturamaz. Bu iki atomun birleşip su oluşturması için yüksek sıcaklık gibi belli şartların olması gerekir.

İşte uygun şartların hazırlanması ve suyun oluşması tesadüfen değil, ne yaptığını ve ne maksatla yaptığını bilen bir iradenin ürünüdür. Denizler su yerine hidrojen peroksitle dolu olsa idi, elbette hayat da olmayacak idi. Dünyamızda hidrojen ve oksijenden oluşmuş binlerce molekül vardır ve hepsi olması gerektiği yapıda ve miktardadır.

Özel faydalar için herhangi bir bileşiğin kimya laboratuarında sentezlenmesi bir düşünce ve planlama ile olsun da, mucizevî özellikleri olan su molekülü tesadüflerle sentezlenmiş bulunsun! Hem de nasıl bir tesadüf ki, sistem için tam yeteri kadar sentezlensin!

Su (H2O) metan (CH4) gibi küçük moleküllerdendir. Suyun molekül ağırlığı yaklaşık 18, metanın molekül ağırlığı ise yaklaşık 16’dır. Metan oda sıcaklığında buhar, su ise sıvı haldedir. Suyun sıvı olmasını sağlayan özellik; moleküller arası oluşan HYPERLINK "http://tr.wikipedia.org/wiki/Kohezyon_(kimya)" \o "Kohezyon (kimya)"kohezyon (aynı cins moleküller arasındaki çekim) kuvveti sebebi iledir. Yani iki su molekülü arasında zayıf hidrojen bağları oluşmakta ve bu özellik de suyu oda sıcaklığında buhar değil, sıvı yapmaktadır.

İki su molekülü arası hidrojen bağlarında oluşan kohezyon kuvveti olmasa veya şimdikinden daha zayıf olsa idi (metan molekülü gibi olsa idi) mevcut suların büyük kısmı buhar halinde olacaktı. Dünyamız kapalı bir ekosistem olduğundan hidrolojik döngü çok daha hızlı seyredecek, belki de her gün okyanuslar kadar su üzerimize düşecekti. Su molekülleri arası oluşan kohezyon kuvveti şimdikinden daha kuvvetli olsa idi, o zaman da sıvı ve akıcı olma özelliğini kaybedecek, buharlaşma ve yağışlar da yetersiz olacak veya hiç olmayacak idi.

Suyun adhezyon kuvveti (farklı moleküller arası çekim kuvveti) de yüksektir. Karalarda yaşayan bitkiler de suyun adhezyon ve kohezyon kuvvetleri sayesinde su alabilmekte, su bitki gövdesi içindeki ince borucuklarla yükseklere kadar çıkabilmektedir. Suyun bu özelliği olmasa idi, karalarda yaşayan bitkiler de su alamayacaktı.

Şimdi düşünelim; Su molekülleri arası bu özellik; tesadüf eseri midir? Yoksa canlılar için çok ihtiyaç olan yağmur yağdırmayı murat eden, sistemin devamı için yağmuru esas yapan İlâhi bir gücün göstergesi midir?

Tesadüflerle bir sistem kurulamayacağı gibi, fayda ve ihtiyaçlar da gözetilemez. Çok hassas tasarlanmış bir sistem varsa ve sistem elamanları arası faydalar gözetilmiş ise, muhakkak bir tasarımcı da vardır.

 

İçilebilecek su için hidrolojik döngü

Yukarıda suyun karalar ve denizler arasında dolanımından söz ettik. Bir an düşünelim. Suya böyle bir özellik verilmemiş olsa idi, dünya ekosisteminde nasıl bir değişim olurdu? Sistem devam edebilir miydi? Hiç şüphesiz hayır. Eğer hidrolojik döngü denen suyun kara ve denizler arası dolanımı olmasa idi; suyun hepsi denizlerde toplanacak mevcut su ise, tuzlu olduğundan karalarda yaşayan canlılar tarafından kullanılamayacaktı. Hele denizlerden uzak yerlerde hiç su kalmayacak ve yaşam da olamayacaktı.

Şu andaki kullanılabilir tatlı sular toplam suyun yaklaşık %0,05’ini (on binde beş) oluşturmaktadır. Bu kadar az suyun devamlı kullanılmasına rağmen bitmemesini ve devamlı akan çeşmelerin, çayların ve nehirlerin kurumamasını, İlâhi bir kanun olan suyun buharlaşması ve yoğunlaşması sağlamaktadır. Bu su döngüsü ile muhtaç olan yerlere su yetiştiriliyor ve kirletilen sular arıtılıp tekrar bizlere ve diğer canlılara gönderiliyor.

Dünya ekosistemi, içinde hidrolojik döngü gibi mükemmel bir arıtma düzeneği kurulmuş olan harika bir sistemdir. Bütün canlıların çok muhtaç olduğu suyu vermek için böyle büyük bir sistemi yaratan ve sistem içindeki canlıların ihtiyacını bildiği böylece gösteren Âlemler Rabbi, her şeyi bilerek ve ihtiyacımızı karşılayacak şekilde yaratıyor. Denizlerin damlaları adedince şükürler olsun.