Bir yayın evinin katalogunda: “Darwin sizi seviyor” isimli kitabın resmini görünce tepem attı. “Kim bu adamlar?” dedim. Darwin’i, Freud’u, Nietzche’si, bilmem daha nicesi… Kim bu adamlar? Bizi neden sevsin ki bunlar? Kendileriyle bile barışık olmayan tipler bizi niye ki sevsinler? Ne yani? Yamyamlar da insanları seviyor diye, kucak mı açalım? Sevmez olsun, olmaz olsun bu tarz sevgiler.
Medyada her gün bir başkası sahne alıyor. Filan ve falan kişi sizi çok seviyor diye. Allah aşkına, bu adamların bizi sevmekle işi ne ki? Sevmesinler öyle, sevmez olsunlar. Sadece “kalp” denilen yumruk kadar bir et parçasını taşıyanlar sevmez olsunlar. O kalbin etrafındaki binlerce duygudan ve maneviyattan habersiz yaşayanlar, sevginin adını lütfen kullanmasınlar. “Sizleri seviyoruz” diye diye insanlığı sevk ettikleri bu uğursuz yolda kısılsın sesleri. Kendileriyle beraber çekilip gitsin sevgileri.
Sevgisiz insanların sevgileri, bütün insanlığın başına belâ oldu. Bu meş’ûm meşhurların arkasına sığınıp da gerçek yüzlerini saklayanlar. Açıkça konuşsunlar: “Aslında sizi seviyoruz demekten maksat, hayatınızı karartmaktır. Düştüğümüz çukura sizi de yuvarlamaktır.” desinler. Varsa yürekleri, gerçeği söylesinler.
Bunlar, Allah’ın, ahiretin, meleklerin varlığına inanmazlar ama şeytansız da yapamazlar. Şeytanın ağızlarına çaldığı bir söz de; “Sizi seviyoruz.” olsa gerek. Yalan sözlerle aldatmak, huyları bunların. “Hileli adam kendini sevdirir, kendini çekmez. İğfal ve aldatmaya daima çalışır.” diyor Bediüzzaman. (Mektubat, On Altıncı Mektup, 70)
Şeytanlar maskesiz dolaşsaydılar, bunların yanında çok daha masum kalırdılar. Hiç olmazsa dostumuzun düşmanımızın kim olduğunu bilirdik. Gerçek yüzleriyle dolaşmaz düşmanlar. Sevgilerine asla güvenmeyeceğimiz tiplerdir bunlar. Her ne kadar meşhur olsalar da, bir yığın takipçileri bulunsa da…
Peki, bizi gerçekten seven biri yok mu? “Bizi seven, nasıl sever, sevdiğini bize nasıl gösterir?” derseniz işte cevabı.
HAZRETİ PEYGAMBER (ASM) BİZİ SEVİYOR
İsterse hiç kimse sevmesin bizi.. Senden başka, hiç kimse.. Yeter bize, Senin sevgin yeter. Sadece Senin sevgin. Bizim için çırpınan ve şefkatle çarpan bir kalbin olduğunu biliyorum. Rabbim söylüyor, O bildiriyor da, onun için biliyorum:
“Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe Suresi, 128)
Ben ki, bu dünyanın sürgünü ve bu dünyanın yalnızı… Yalnızlığım sadece ve sadece Senin dilinle ve duanla kurtuluyor yalnızlıktan. Benim dünyamı ve hayatımı bilen, düşünen sadece Sensin. Başıma geleceklerden endişe eden de sadece Sensin...
Kendinden çok bizi düşündün Sen. Gelişinle değer kazandı canlı cansız her şey. Yaratılışın ve dünyaya gönderilişin gayesini bildirdin. Dünyamız Seninle güzelleşti. Sevilmesi gerekeni kalbimiz Seninle bildi. Senden güzelini hiç görmedi gözlerimiz, Senden çok hiç kimseyi sevmedi kalplerimiz.
Evet, dünyaya geldiğin dakikada, sevgili anneciğinin şahitliğiyle, onun o mübarek kulakları, Senin o gül dudaklarından ilk defa; “Ümmetim, Ümmetim…” Derdim ümmetim benim sözlerini işitti. Ne yedin, ne içtin… Önce bu sözü söyledin. Sadece “Ümmetî, Ümmetî” dedin. Yani “Derdim ümmetim benim; derdim ümmetim benim.” dedin. Seni sevenleri kalpten sevdin, Rabbinden onlarla olmayı diledin, onları özledin.
Hesabın kitabın görüleceği o dehşetli günde, yani mahşerde herkes “Nefsî, nefsî” deyip kendi hesabını düşünürken, Sen yine orada da “Ümmetî, Ümmetî…” Derdim Ümmetim benim diyerek, en kutsî, en yüksek bir fedakârlıkla ve yine o eşsiz şefaatinle ümmetinin, Seni sevenlerin ve yolundan gidenlerin imdadına koşacaksın. Ne mutlu sevgine ve şefaatine erişenlere.
Sevmesin kimse Senden başka beni. Sevmesin hiçbir kalp Senden başka… Elimi tutmasın Senden başka hiçbir el. Senden gayrısı silmesin gözyaşımı. Sadece sen okşa yetim başımı. Sen sev sadece, Sen.. “Ümmetî, Ümmetî…” Derdim ümmetim benim diyen Sevgili Peygamberim benim… Sen sev sadece beni, Sen sev.
Selam olsun kuru et yiyen o mübarek kadının evladına, selam ve salât olsun. Selam olsun bizi doğduğu anda bile düşünen ve dünyasından ayrı düşürmeyen ve dilinden bizi hiç eksik etmeyen, “Ümmetî, Ümmetî…” Derdim ümmetim benim diyen o aziz Peygambere (asm) selam olsun…
Sizi bilmem ama benim âlemimde Hz. Peygamber’in (asm) yeri bambaşkadır. O kadar pak ve parlaktır ki, an gelir, aramızda hiçbir perde kalmaz Onunla. Adeta şeffaflaşır her şey, ruhlarımız yakınlaşır, hayatım hayatına akar, karışır.
O bizi sevince böyle olur işte... Sevginin gücü mesafeleri dürer, sevenleri yakın eder.
Aramızda asırlar değil; saat, dakika, saniye bile yoktur Onunla (asm). O bizim zamanı donduran, kalplerimizi birbirine yaklaştıran sevgilimizdir. Her şeyi eskiten zaman, Seni eskitemedi yâ Resulallah (asm)… Zaman ihtiyarladı, Sen gençleştin yâ Habiballah (asm)… Zaman önünden değil, arkandan geliyor Senin yâ Nebiyallah (asm)… O kadar yenisin Sen yâ Resulallah (asm). Her şeyin eskidiği bu dünyada, Sen o kadar yenisin…
Evet, insanın bir Allah’ı varken ve Onun da görevlendirdiği sevgili bir elçisi dururken, üstelik Onun sözü dinlenmesi gerekirken, bazıları kendinden emin bir edayla hayatımıza, yaratılışımıza el atıp laf etmeye kalkıyorlar. Bu ne cürettir?! Üzerimizden hangi hesaplar yapıyor bunlar? Hangi kirli emellerine alet ediyorlar bizi?.. Sözüm ona, insanı yüceltmeye kalkarlar. Ama yüzüne çalmadık karalar bırakmazlar. Hangi sahte bilim tezgâhlarında, kim bilir ne zehirler üretiyordur bunlar… Allayıp pulladıkları ideolojilerinin üzerindeki boyalar bugün tel tel dökülüyor. Gerçek yüzleri bir bir görünüyor.
Darwin mi, Freud mu, Nietzsche mi desem? Bilmem, hangi birini söylesem? Saymakla bitmez bu tipler. İnsanı Allah’tan uzaklaştırmak için kırk takla atan bu sahtekârlar nerede, gerçekten sevmek nerede!..
Hiçbirinin bizi sevdiği falan yok. Kanmayalım, sonra da yanmayalım. Biz onlar için sadece bir laboratuar malzemesiyiz. Sanatkârına inanmayan ve Onu tanımayan birinin, o sanatkârın en muhteşem eserine karşı saygısı, sevgisi olur mu?
Kâinatta ne varsa, her şey Allah’ın eseridir ama insan Allah’ın şaheseridir. İnsanı sevmenin yolu, Onu yaratanı tanımaktan ve sevmekten geçer. Yolu oradan geçmeyenler, bizi asla sevemezler. “Seviyoruz” deseler de yalan söylerler.
Ama biri var, şükür ki, değerimizi ve kâinattaki yerimizi gerçekten bilen ve bizi seven biri var. O bizi düşünüyor, O bizi seviyor. Onun hayatında çok kıymetlidir yerimiz. Çünkü biz, Onun ümmetiyiz. Onun gönlünde ve dilinde yerimiz bambaşkadır…
Yeter ki O sevsin bizi, yeter. İsterse hiç kimse sevmesin bizi. Onun sevdiğini Allah da sever. Onun sevdiğini bütün kâinat da sever. Çünkü O, şefkatiyle kuşatıp, sevgisinin kucağında bizi büyütendir.
Sevmek, benzemek demekse eğer, Onun sevgisine yaklaşmak, Onun sevgisiyle büyümektir… Sevmek, benzemek demekse eğer, Onun sevdiği gibi sevmektir… Onun “Derdim ümmetim benim” dediğini diyebilmektir… Adeta onun sevdiklerinde fânî olmaktır… Dalgalar içerisinde boğulanlara el atmaktır, onlara bir dal uzatmaktır… Yitip gidenleri tek tek çıkarmak, o dalgalardan, tufanlardan ve o yangınlardan kurtarmaktır.
“Ümmetî, Ümmetî”, yani “Derdim ümmetim benim” ifadesi, Onun dilinde ne kadar derindir… O derinliği anlamak kolay değildir. Hangi felsefeci, hangi filozof, hangi lider, hangi önder Onun söylediğini söyleyebildi ve hissettiğini hissedebildi ki? Sığ sularda yürüdüler onlar, kalp inceliğinden yoksundular. Onlar arkalarında izler değil, lekeler bıraktılar.
Hayatımızdan çekilsin gölgeler birer birer. Sadece bizi seven kalsın. O görünsün ayan beyan kalp ve ruh aynasında, Kur’an aynasında, Rahman olan Rabbimizin rahmet ve şefkat aynasında. O görünsün sadece, “Ümmetî, Ümmetî…” Derdim ümmetim benim diyen, O görünsün…
Çekilin semamızdan ey sahte güneşler! Gerçek güneşin doğma vaktidir şimdi…
Baharsa, Onun gibi gelsin; çiçekse, Onun gibi açsın; güneşse, Onun gibi doğsun… Bir insan, sevdiğini Onun kadar sevebileceğini söylüyorsa, o gerçek bir insandır, Ondan tam dersini alandır… Onun yolunda ve ışığında yürüyebilendir o. Hz. Ebubekir Sıddık (ra) misâli Onun izinde gidendir. “Allah’ım, bedenimi öyle büyüt ki, cehennemde benden başka hiçbir kuluna yer kalmasın.” diyebilendir. Gerçek kahraman bunlardır işte. Hz. Peygamber’den sevgi ve şefkat dersini alanlardır işte.
Çekilsin hayatımızdan sahte kahramanlar, çekilsin Deccallar, Firavunlar, Nemrutlar… Çekilsin sevgiden nasipsizler. Bir daha, bir daha ölsünler. “Öldürülmesi gereken ölüler vardır.” Ölsünler bir kere daha, bin kere daha… Onlar sevgisizlikten ölüdürler zaten. Sevgisizlik de öldürür insanı.
Bir tek Onun o eşsiz şefkatinin ve rahmet sahibinin, yani Rabbimizin rahmet tecellisinin tam mazharı olarak, o aynada sadece Sevgili Peygamberimiz (asm) görünsün. “Ümmetî, Ümmetî…” Derdim ümmetim benim sadasıyla şefkatini, merhametini, bize sevgisini dile getiren görülsün…
O ki, “Ümmetî” diyorsa Allah’ın bildirmesiyledir. O ki, “Ümmetî, Ümmetî” diyebiliyorsa Allah’ın söyletmesiyledir. Ondan başka Rab yok, Ondan başka Rahman ve rahmet sahibi yok ki bu sözü Onun izni olmadan biri çıkıp da söyleyebilsin…
Demek, Rahman ve Rahim olan Allah (cc), Rahîmiyetini ve şefkatini Hz. Peygamberimizin (asm) aynasında gösteriyor bize ve Onun dilinden böyle ilan ediyor. “Ümmetî, Ümmetî” müjdesi, işte budur… Hakikatini yaşadığımız o gün ise bayramların bayramıdır bizim için...
Şükür ki, biri var. Bizi düşünen ve bizi seven biri var. Hayatımızda hiç ama hiç kendimize bile değer vermediğimiz anlarda, elimizden tutan, kalbimizi, peşimizi bırakmayan biri var işte… Allah namına bize sahip çıkan, “Ümmetî, Ümmetî” diyen biri vardır işte… Sevgili Peygamberimiz (asm) var. O bize sahip çıkıyor ve seviyorsa eğer, Onun sevdiğini Allah da sever, o yolun yolcuları da sever.
Kim, kalbinde bir daralma hissetse, bu cümleyi ve onun taşıdığı manayı hayal etse, bu müjde yeter ona. Yeter “Ümmetî, Ümmetî” müjdesi, yeter ona… Hangi dipsiz kuyularda ve karanlıklarda ise insan, derhal fırlayıp çıkacaktır dışarıya. Karanlık geceye bir güneş gibi doğacaktır. Hayatına yepyeni bir sayfa açacaktır bu ses onun.
Hz. Peygamber (asm) öyle bir güneştir işte. Karanlıkta kalmış her ruhun üzerine bir sözüyle güneş gibi doğar. Ne güneşi; güneş bile karanlıkta kalır o nurun yanında. Sen batmayan, hiç sönmeyen, canlı bir güneşsin yâ Resulallah (asm).. Kâinatta ne varsa, hepsi Senin hürmetine yaratılmış. Sen, canlı bir güneşsin yâ Resulallah (asm). Yakmayan, incitmeyen...
Aramızda hiç mesafe yok. Sen aramıza mesafeler koymayacak kadar yakınsın bize. Kalbimizden bile daha yakınsın. Kalbimizin kalbisin. “Ümmetî, Ümmetî” dediğin için, kalbimizin kalbisin Sen yâ Resulallah (asm). Bizi tutup kucakladığın ve bir kenara atmadığın için sonsuz salât ve selam olsun sana yâ Resulallah (asm). En yakınlarımızın, içinde yaşadığımız toplumun bile dönüp bakmadığı anlarda, Rabbimizin rahmeti Senin elinle bize ulaşır.
Bizi kim severse sevsin, Senin kadar hiç kimse bizi sevemeyecek yâ Resulallah (asm)...
Bizi sevdiğini söyleyenler çeksinler ellerini kalbimizden, üstümüzden. Yalan sözleriyle beraber çekilip gitsinler dünyamızdan. Gerçek yüzleriyle görünsünler, yürekleri varsa eğer, maskelerini indirsinler...