TR EN

Dil Seçin

Ara

Canlılarda Gördüğümüz Hayat, Görme Ve Sanat Gibi Özellikler Yoktan Yaratılır

Canlılarda Gördüğümüz Hayat, Görme Ve Sanat Gibi Özellikler Yoktan Yaratılır

Risale-i Nur külliyatının müellifi Bediüzzaman

iki türlü yaratılışı nazara verir:

Birisi maddenin temel yapı taşları olan atomları değişik şekillerde dizerek yeni şeyler yapmak—su ve topraktan ağaç ve çiçek yapılması gibi (maddeden inşa); diğer yaratma şekli ise, madde olmayan şeylerle hiç yoktan var etmek—hayat, sanat ve ilim gibi (maddesiz ibda).

 

Canlılarda Gördüğümüz Hayat, Görme Ve Sanat Yoktan Yaratılır

Bir kelebeğin bedeni, bildiğimiz 100 küsur elementin atomlarından yapılmıştır—aynen plastik bir kelebek replikası gibi. Ancak kelebekteki hayat, görme ve sanat, evrendeki atomlardan değil hiç yoktan var edilmiştir; çünkü atomlarda bu tür şeyler yoktur. Zaten kelebek öldüğü zaman atom ve moleküllerine ayrışıp tekrar toprağa karışır. Dolayısıyla maddede net bir kayıp veya kazanç söz konusu değildir (maddenin korunumu). Bu temel yapı taşları sonra başka şeylerin yapılmasında kullanılır—aynen çocukların bir torba lego parçasıyla yapıp bozarak bina ve araba gibi değişik değişik şeyler yapmaları gibi.

Ancak bedenden farklı olarak bir kelebekteki hayat, sanat, güzellik ve görme gibi şeyler kelebek ölünce yok olurlar. Madem ki yok oluyorlar, o zaman hiç yoktan var olmuşlardır (korunum kanunuyla şartlanmış olan beyinler herhalde yine zonklamaya başlamıştır). Başka bir deyişle, hayat, sanat, güzellik ve görme gibi şeylerin atom gibi temel yapı taşları yoktur. Bu tür şeyler uygun şartlar olduğunda maddede yansıyan madde dışı ışıklardır—aynen elmastaki göz kamaştıran ışıltıların elmasın kendinden kaynaklanmadığı ve karbon atomlarının belli bir şekilde dizildiği zaman oluşması ve bu kristal diziliminin kömürde olduğu gibi bozulduğu zaman da ışıltıların yok olması gibi.

Ölen bir kelebeğin bedenindeki tüm atomları bir torbada saklamak ve sonra bu atomları başka bir bedenin yapımında kullanmak mümkündür. Ama kelebekteki hayat, sanat, güzellik ve görme gibi şeyleri saklayıp sonra bunları başka bir canlı, sanatlı, güzel ve gören şeyin yapımında kullanmak mümkün değildir.

 

İnsan Kendi Eseri İle Allah’ın Sanatkârlığını Tanır

İnsan hayvanlardan farklı olarak varlıklardaki madde-dışı sanat ve güzellik boyutunu görür, tanır ve zevkeder. Çünkü insanın beden-dışı yapısında bunların karşılıkları vardır. Keza insan, bir madde külçesini, insanların hayret ve hayranlıkla bakacakları sanatlı ve güzel bir şeye dönüştürebilir. Örneğin bir ağaç kütüğünü oymalı bir aynaya ve birkaç kavanoz boyayı milyonlar kıymetinde yağlı boya bir tabloya dönüştürmesi gibi.

Zaten o oymalı ayna ve yağlı boya tablodaki sanat ve güzellik malzemeden değil insandan geldiği yani hiç yoktan var edildiği için biz bu tür sanatkâr insanlar için “üretken/sınırlı yaratıcı (creative)” tabirini kullanıyoruz. Kendimizdeki bu sınırlı yaratıcılık ile, yeryüzünü adeta bir sanat galerisine çeviren ve sonsuz kudretiyle sanat eserlerini hiç durmaksızın yenileyerek bir sinema şeridi gibi gözümüzün önünden geçiren Allah’ın Sanatkâr yaratıcılığını tanıyoruz. Bediüzzaman bunu gayet net olarak görmüş olmalı ki, Allah’tan çok defa Sâni’ (Sanatkâr) diye bahseder. Kişinin aynası işi olduğu ve sanat, sanatkârın iç âleminin bir yansıması olduğundan hareketle, varlıklarda yaygın olarak gördüğümüz güzellik ve mükemmelliği de kâinatın Sanatkâr’ının zâtındaki sonsuz güzellik ve mükemmelliğin yansımaları olarak görür.

 

Yeryüzü Yokken Yaratılan Güzelliklerin Sergisidir

Herkes kendi gözlemlerine dayanarak tüm varlıkların tek başlarına ve grup olarak son derece sanatlı bir yaratılışa sahip olduklarını itiraf edecektir. Hatta tek hücreli amipten portakala, karasinekten insana kadar her varlık bir sanat harikasıdır. Ve yeryüzü adeta daimi şekilde değişen bir sanat galerisidir. Televizyonda zevkle izlenen belgeseller bu sanat eserlerini oturma odalarımıza taşımakta ve gözlerimize adeta sanat ziyafetleri sunmaktadır.

Hiçbir varlık yoktur ki fonksiyonellikle beraber sanatlı bir yaratılışa sahip olmasın. O yüzden Bediüzzaman sık sık Allah’ın sanatkârlığını nazara verir ve Ona “her şeyi sanatlı bir şekilde yaratan” manasında “Sâni’” diye hitap eder. Her bir sanatlı varlığı bu kâinatın Yaratıcısının sanatkârlığına gözlemsel birer delil olarak sunar ve sanat ile sanatkâr arasındaki bağlantıya dikkat çeker.  

 

Hayal Etme Yeteneği Ve Yoktan Yaratılma

Diğer varlıklardan farklı olarak insanın değişen ve değiştiren bir varlık olmasının sırrı, bizim özel yaz-boz tahtamız olan hayal gücümüzdür. Biz, olmayan şeyleri önce hayalimizde tasvir ediyoruz. Bir an için, hayal gücünün olmadığını hayal edebilen bir kişi gayet iyi anlar ki, eğer hayal gücümüz olmasaydı biz adeta bir hiç olurduk. Bir mimar bir binanın, bir mühendis bir arabanın, bir tamirci de tamir edeceği bir eşyanın bitmiş halini önce hayalinde görür, sonra gereken araç ve gereçleri bir araya getirip işe başlar. Bir yazar bir paragrafı önce hayalinde var ettikten sonra kelimelerle kâğıda dökebilir. Hiç yazılmasa bile hayalde oluşan o paragraf vardır. Yazıldığı zaman hepimiz için var olur, çünkü artık beden gözüyle herkesin görebileceği ve varlığına şahitlik edebileceği maddi bir şekle girmiştir.

Belki yine pek farketmediğimiz bir şey, paragrafı okurken hayalimizin okuduğumuz şeylerin üç boyutlu resimlerini çizmesi ve adeta onları zihnimizde bedensiz cisimler haline getirmesidir. İşimiz bitince de onları yok etmesidir. Bu tür yaygın tecrübelere rağmen hâlâ varlığın maddeden ibaret olduğu iddiasında ısrar edenlerin ve yoktan var olmayı akıllarına sığdıramayanların görüş ve düşüncelerini tekrar gözden geçirmeleri gerekir sanırım.

 

Akıl Sani’i Bildirir

Bediüzzaman Yaratıcının yüceliğini ve insan ile hiçbir şekilde kıyas edilemeyeceğini göstermek için insanları hayal güçlerinin sınırlarını zorlamaya davet eder. Gözlemlere dayalı fen bilimlerini de şahit tutarak evrende görülen insan güç ve hayalinin fevkinde olan intizam, sanat ve faydalılığı aklın inkâr etmesinin mümkün olmadığını ifade eder:

“Acaba nizam-ı âlemdeki [kâinatın düzenindeki] sanattan daha dakik [ince, hassas], daha acib [şaşırtıcı], daha garib, cins-i kudret-i mümkinattan [varlıkların güç yetirebildiği türden] daha uzak, akıl tasavvur [hayal] edebilir mi? Elbette edemez. Zira fünun [fenler]; gösterdikleri fevaid [faydalar] ve hikem [hikmetler] ile bizzarure [zorunlu olarak] Sâni’in [her şeyi mükemmel ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah] kasd ve sanat ve hikmetine [bir gaye ve faydaya yönelik olarak yapmasına] şehadet [şahitlik] ettiklerinden ukûlü [akılları] kabul etmeye muztar [mecbur] etmişlerdir.”

Bu sanat, düzen ve faydalılığı madde düşünemeyeceğine göre, akıl Sani’i gösterir.