Ey zulümle bir kuyu kazan!
Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.
— Mevlana
Sırılsıklam olmuştu. Onu gören, sağanak bir yağmura hazırlıksız yakalanmış sanırdı. Oysa tek bir bulut bile yoktu gecede. Yıldızlar kapatmıştı gökyüzünü. Bir dilim ay, tabloyu tamamlamak için oradaydı. Güneş bütün ışıklarını alıp götürmüştü giderken fakat sıcaklığını bırakmıştı. Yapraklar kıpırdamanın ne demek olduğunu hatırlatacak bir rüzgarın yolunu gözlüyorlardı.
Adam üzerine yapışan gömleğine, alnından su gibi akan terlere aldırmadan vuruyordu kazmayı. Aldığı nefesin hızı çıkardığı sesle yarışıyordu.
Karşı kıyıdaki turistik kasabaya ait ışıkların, yıldızlara ve aya eşlik ederek az da olsa aydınlattığı, sık ağaçlarla dolu ıssız ve küçük bir adaydı burası. Sadece gündüzleri yapılan tur gezileri ile kıyısında yüzmek için mola veren kısa süreli misafirleri olurdu bu adanın.
Bu yerin sakinleri alışkın olmadıkları şekilde gecenin bu vakti gelen misafiri ve olanları anlamaya çalışıyorlardı. Bazıları tedirgin olup yuvalarından çıktılar, bazıları dışarıdayken sığınacak bir yuva aradılar.
Görenler, adamın, bir verenin bin aldığı toprakla ne alıp veremediğini merak ettiler önce. Bir düşmana indirilen darbeler gibi, her seferinde daha hızlı vuruyordu. O kazdıkça ve çukur genişledikçe tahminler de değişmeye başladı.
Önce hüsnüzanda bulunmuştu herkes. Bir ağaç, bir bitki ekme ihtimali vardı çünkü. Neden gecenin bu saatini tercih ettiğine yönelik soru işaretleri dolaştı ortalıkta bir süre. Sonra adamın telaşlı tavırları acelesi olduğunu ve bir şeyi gizlemek amacıyla bu çukuru kazdığını düşündürdü görenlere. İçi elmaslarla, zümrütlerle, yakutlarla dolu bir mücevher kasasını buraya saklamak için kazıyor olabilirdi.
Görenlerden bazıları tam tersini söylediler: Kazdığı yerde daha önceden gömülmüş bir define olabilir. Amacı bir an önce bunu çıkartmak olmalı.
“Evet çok haklı” diye atıldı bir diğeri. “Adam tam bir defineci. Üstelik bir hain. Çünkü öğlen saatlerinde buraya iki arkadaşı ile birlikte elinde bir harita ile gelmişler ve kazılan yeri işaretlemişlerdi. Tam gece yarısı burada olmak için sözleştiler. Fakat bu adam erken geldi.”
“Hayır” dedi ötekisi, “bu adam onlardan biri değil sanki. Bu düpedüz mezar kazıyor, bir katil bence. Bahse girerim az sonra birisini gömecek. Ceset bu sahile gelirken kullandığı kayıkta olmalı.”
Görenler bu tahmin ile irkildiler. Fakat emin olamadılar. Çünkü öncesini bilmiyorlardı. Her şey adamın toprağı kazmasıyla başlamıştı. Çukur, gittikçe genişleyen ve derinleşen bir hal alıyordu. Bir insanın sığabileceği kadar olmuştu. Suizanda bulunan haklıydı galiba diye düşündü herkes, bu adam bir katil olmalıydı.
Adam yorulmak bilmiyor gibiydi. Belli ki zamanı kısıtlıydı. Bir ara durdu. Nefes almakta zorlandı. Kalbi sıkışmış olmalıydı, ellerini üzerinde buluşturup bastırdı. Çok az bir süre de olsa oturdu ve dinlendi. Saatine baktı ve bir hışımla kalktı yerinden. Sonra tekrar eskisinden de hızlı bir şekilde devam etti. Bir süre sonra çukur denilemeyecek kadar derine indi adam. Artık kuyunun içindeydi. Adam bir daha görünmedi. Bir süre devam eden sesler de kesilmişti. Sadece kuyunun yanı başındaki ağaç görebiliyordu onu. Bu ağaç o yerin en yaşlı ağacıydı. Diğer ağaçlar merakla sordular durumunu.
“Görüyorum” dedi yaşlı ağaç. “Bir süredir kıpırdamadan yatıyor. Ölmüş olmalı.”
Suizanda bulunan tahmininde yanılmış olmanın verdiği bir telaşla;
“Ortada bir cinayet yok muymuş? Katil değil miymiş? Daha önce kimse ölmemiş mi?” diye sordu.
“Aslında herkes tahminlerinde biraz haklı” dedi yaşlı ağaç. Oradakilerin onu bir bilge olarak kabul etmekte ne kadar haklı olduklarını da kanıtlarcasına devam etti:
“Burada bir cinayetten, bir katilden ve bir maktulden bahsedilebilir pekala. Fakat ikisi de aynı kişi. Meğer kendi kuyusunu kazmış. Meğer bir mezar kazmış kendisine. Zaten kötülük için kuyu kazan, kendine tuzak hazırlar da farkına varmaz. Defineci olduğunu söyleyenler de haklılar. Çünkü yanında kapağı açılmış ve içindekilerin parıldadığı bir sandık var ve bu ışıltının kaynağı içindeki mücevherler olmalı.”
Şimdi ne olacak diye mırıldanmaya başladı herkes. Bu bir define işi ise diğerlerinin de geleceğini tahmin etmek zor değildi. Ve bu definenin büyük bir ihtimalle diğerlerini de birbirine düşüreceğinden korkuyorlardı. Çünkü bir anlam veremeseler de insanlardaki bu hırsın onları ne hallere soktuğundan haberdardılar. Bu hırstan kendileri de diğer tüm canlılar da çok zarar görmüşler ve görmeye de devam ediyorlardı. Bakışlar yaşlı ağaca çevrildi. Herkes onun mutlaka bu konuda bir çözüm üretebileceğini düşünüyordu.
Çok geçmeden diğer iki kişi de geldi. İşaretledikleri yerde büyük ve derin bir kuyu kazıldığını görünce çok şaşırdılar. Yukarıdan bakıldığında görülenler tam anlaşılır gibi değildi. Kuyuya indiklerinde ise arkadaşlarının ölüsü ile ve boş bir sandıkla karşılaştılar. Ölüm sebebini tam anlayamasalar da defineye tek başına sahip olmaya çalıştığını anlamışlar ve belki de sandığın boş olduğunu görünce kahrından öldü diye düşünmüşlerdi. Ya da hazinenin asıl sahibi olduğunu düşünen görünmez varlıkların sandığı boşaltıp arkadaşlarını da çarpmış olma ihtimali de vardı. Defineci hikayelerinde bu tür olaylardan çok bahsedilirdi.
Ölmüş olmasına rağmen ona kızgındılar fakat yine de arkadaşlarının üzerine toprak atmayı ve mezarını tanzim etmeyi ihmal etmediler.
Onlar gittikten sonra herkes yaşlı ağacı, “Sandıktakilerin kuyudan çıkartılması ve denize atılması” konusundaki fikri için tebrik ettiler. Diğerleri gelene kadar oradaki tüm canlılar birlik olup, bu görevi yerine getirmişler, kuyudaki adama çok üzüldükleri için bir insanın daha zarar görmemesi adına ne gerekiyorsa yapmışlardı.