Beş yaşındaki oğlum bir sabah uyandığında çok sevdiği kanarya kuşunu kafesinde ölü bulmuş, çok üzülmüş, ağlayarak yas tutmuştu. Biz ne kadar saklarsak saklayalım, çocuklar bir vesile ile ölüm gerçeği ile karşılaşıyorlar. Oğlumun yaşadığı gibi, ya çok sevdiği belki de adını kendisinin verdiği ve eliyle beslediği kuşu-kedisi-köpeği ölüyor; ya çok sevdiği kardeşi, arkadaşı veya dedesi hayata gözlerini yumuyor. Dünya hayatının geçici olduğunu o gencecik kalbinde, ruhunda ve aklında teessürle hissediyor. Onun üzüntüsünü giderecek, kalbini rahatlatacak, ruhunu huzura erdirecek ancak ve ancak cennet fikri olabilir.
Kuşu öldüğünde oğluma dedim ki:
“Kuşun öldü diye üzülüyorsun, çünkü onu çok seviyordun. Seni anlıyorum ve üzüntünü paylaşıyorum. Artık fazla üzülme, çünkü kuşun cennete gitti, cennetin bir kuşu oldu.”
Sevinir gibi oldu; ama kuşun cesedine baktı ve bana döndü. “Ama burada yatıyor, daha gitmemiş…” dedi. “Cennete giden vücudu değil, ruhudur.” dedim ve açıklamaya devam ettim. “Bizi canlı tutan ruhumuzdur. Ölünce ruhumuz cennete gider, vücudumuz dünyada kalır. Allah, ruhumuza yeni bir vücut giydirir; yani bizi yeniden yaratır. Aynı şekilde kuşun ölünce ruhu cennete gitti; Allah ona yeni bir vücut giydirecek. Cennete gittiğimiz zaman ona yeniden kavuşacaksın. Sen onu tanıyacaksın, o da seni tanıyacak.”
Oğlum bu açıklamalara çok sevindi. Beraber kuşunu götürüp bahçeye gömdük. “Kuşunla konuşabilirsin, seni duyacaktır. Onun için dua edebilirsin…” dedim. Minik ellerini kaldırıp şöyle dedi:
“Sevgili Bıcırık, öldüğüne çok üzüldüm, ama cennete gittiğin için de sevindim. Cennette yine buluşacağız. Allah’ım kuşuma iyi bak, onu benim için koru, âmin.”
Çocuklar, kurban edilmek üzere alınan koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvanlarla da duygusal bağ kurar, onları sever, elleriyle besler, isim koyarlar. Kesilmelerine gönülleri razı olmaz. Kesildiğini duydukları zaman ağlar, büyük üzüntü duyarlar. Arkalarından günlerce yas tutarlar. Çocukların üzüntüsüne anlayış göstermeli, duygularını hafife alıcı ifadeler kullanmaktan sakınmalıyız.
Çocuklar, 2-7 yaş arası, “işlem öncesi” adını verdiğimiz dönemde zihinsel olarak görsel işlemlerin ve davranışların etkisi altındadır. Muhakeme yetenekleri henüz yeterince gelişmediği için soyut kavramları anlamakta güçlük çekerler. Kurbanın dinî bir vecibe olduğunu, Allah rızası için kesildiğini, yardımlaşmaya vesile olduğunu anlayamazlar.
Yedi yaşından önce, çocuk istemedikçe, kurban kesim yerine götürmemeli, kesim işlemini izletmemeliyiz. Kurban kesilirken, kanı akarken ve çırpınırken gören bir çocuk kesilen, derisi soyulan ve parçalanan hayvana acıyacak ve kesen kişiye kızgınlık duyacak, etinden yemek istemeyecek, belki de ete karşı bir alerji geliştirecektir.
Çocuğun kesilen kurbanı görmek istediğini veya kazara gördüğünü var sayalım. Bu durumda onun üzüntüsünü anlayışla karşılamalı, “ne var bunda üzülecek, her gün yüzlerce hayvan kesiliyor, kasaplarda eti satılıyor, biz de alıp yiyoruz” gibi çocuğun duygularıyla örtüşmeyen sözler sarf etmekten sakınmalıyız.
Özellikle şehirde yaşayan, eti sadece kasap vitrinlerinde ve market reyonlarında gören çocuklara kurban konusunda açıklama yapmak ve onları teselli etmek gerekecektir. Sevdiği ve duygusal bağ kurduğu kurbanlık koyunun kesildiğini gören veya duyan bir çocuğa teselli edici bilgiler vermek onu rahatlatacak, acı verici de olsa, ondan ayrılmayı kabullenecektir.
Şimdi konuya başka bir açıdan bakalım. Anne babalar genelde çocuklarına karşı aşırı koruyucu ve onları acılardan sakındırıcı bir tutum izler. Halbuki sevindirici ve mutlu edici olaylar kadar üzücü ve acı verici olaylar da hayatın gerçeklerindendir. Sıkıntıların, kayıpların, güçlüklerin, acı verici olayların insanı olgunlaştırıcı, duygusal yönünü güçlendirici, sabrını ve direncini artırıcı bir etkisi vardır. Mevlana, bu anlamı dile getiren, bir sözünde der ki: “Hamdım, piştim, yandım.”
Hiç acı çekmeyen, hayatın güçlükleriyle karşılaşmayan, güçlükleri aşmak için çaba göstermeyen, anne babası ve ailesi tarafından aşırı derecede korunup kollanan ve hazıra alıştırılan insanlar, Mevlana’nın ifadesiyle hamdırlar. Küçük bir acıya ve yokluğa katlanamaz, basit bir engeli aşamaz ve depresyona girerler.
Çocuklarımız ileri yaşlarda, bizim yardımımız olmadan, kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için, acı veren olaylarla, sıkıntılarla ve güçlüklerle de karşılaşmaları gerekir. Tâ ki, ileri yaşlarda bizim yardımımız olmadan, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrensinler ve karşılaştıkları güçlükleri aşabilsinler. Kurban meselesine bu açıdan baktığımızda, çocuğun ruh sağlığı için zararlı olan, kurbanı kesilirken görmesi değildir; olaya hangi açıdan baktığıdır. Çocuğun olaya bakış açısını bizim vereceğimiz bilgiler şekillendirecektir.
Kurbanınızı kesmeden önce küçük çocuklarınıza, kuşu öldüğünde oğluma yaptığım teselli verici konuşmaya benzer bir konuşma yapabilirsiniz. Açıklamaya şöyle başlayabilirsiniz:
“Hayat bir yardımlaşma ve dayanışmadır. Canlılar birbiriyle yardımlaşarak hayatlarını sürdürür. Allah otları hayvanlara yardım etmesi için, hayvanları da insanlara yardım etmesi için yaratmış. İnek veya koyun ot yerken, kopan otların canı acımaz. Canları acımadığı gibi, koyunun vücudunda yeniden canlanacakları için sevinirler bile. Allah, bazı hayvanları, etinden, sütünden yumurtasından ve yününden insanlar faydalansın diye yaratmış. Etlerini yediğimiz hayvanlar da insan vücudunda yeniden canlandıkları için kesildiklerine üzülmezler.
Bir yerimiz kesilip kan aktığında bize acı hissi veren etimiz değil ruhumuzdur.(*) Allah, kurban olarak seçilen hayvanların canı acımasın diye, kesilmeden önce ruhlarını alır cennetine koyar. Cennetine koyduğu ruhlara yeniden hayat verir. Onun için kurbanımız kesilecek diye fazla üzülme. İstersen, kurbanımızı kesilirken izleyebilirsin.”
Kurban kesilirken izlemek istemeyen çocuğa izlemesi için baskı yapmak, korkusuyla ve üzüntüsüyle alay etmek, alnına kurbanın kanından sürmek, etinden yemeye zorlamak ağır ruhsal travmalara yol açabilir.
…
Konuyla ilgili birkaç anekdot:
Hazret-i Âişe validemiz rivâyet etmiştir: Resulûllah Efendimiz (asm) buyurdu ki: “İnsanoğlu Kurban Bayramında Allah katında kan akıtmaktan daha makbûl bir amel işlememiştir. O Kurban kıyâmet günü boynuzlarını, kıllarını ve çatal tırnaklarını bile kaybetmeden gelecektir. Çünkü kan yere düşmeden Allah’ın kabul mahalline düşmektedir. Artık kurbanlar hakkında gönlünüz hoşnut olsun.” (İbn-i Mâce, Edâhâ. 3; Tirmizî, Kurban, 1.)
“Hem o Rahmân’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda mücâhede işinde telef olan bir nefere şehâdet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismânî bir vücud-u bâkî vererek sırat üstünde sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor; öyle de, sâir zîruh ve hayvanâtın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbâniyelerinde ve evâmir-i Sübhâniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhâniye ve onların istidatlarına göre bir nevi ücret-i mânevîye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki, bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden, pek çok incinmesinler; belki memnun olsunlar.” (Bediüzzaman, Sözler, On Yedinci Söz, 186)
“Hayvanların ruhları bâkî kalacağını ve hüdhüd-ü Süleymânî (as) ve neml’i, ve nâka-i Sâlih (as) ve kelb-i Ashâb-ı Kehf gibi bazı efrâd-ı mahsûsa, hem ruhu, hem cesediyle bâkî âleme gideceği ve herbir nevin, ara sıra istimâl için bir tek cesedi bulunacağı, rivâyât-ı sahîhadan anlaşılmakla beraber, hikmet ve hakikat, hem Rahmet ve Rubûbiyet öyle iktiza ederler.” (Bediüzzaman, Lemalar, Münâcat, 360)