TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinattaki Hassas Dengeler

İçinde bulunduğumuz 2009 yılını Birleşmiş Milletler (BM) “Dünya Astronomi Yılı” olarak kabul etti ve tüm üye ülkelerde astronomi ile ilgili etkinliklerin yıl boyunca sürdürülmesi tavsiyesinde bulundu.

Gerçekten dünya bilim tarihinin belki de en önemli buluşlarından biri, ünlü İtalyan bilimcinin 7 Ocak 1609 yılında kendi yaptığı bir teleskopla Jüpiter gezegenini gözlemesinden tam 400 yıl geçti. O zamandan bu yana astronomi ile birlikte fizik, kimya, biyoloji, kozmoloji ve yer bilimleri dediğimiz atmosfer-jeoloji ve hidroloji olağanüstü gelişmelerle bilim tarihinin önemli keşiflerine katkıda bulundu. Nihayet insanlık Ay’a ayak bastı ve böylece uzay çağı başladı.

Bilim ilerledikçe bilmediğimiz ne kadar fazla konunun varlığını da idrak ettik. Her yeni keşif, aslında yeni keşiflerin ve araştırmaların sürdürülmesine neden olurken, mikrokozmosdan makrokozmosa kadar her yer ve zamanda akıl almaz bir nizamın; olağanüstü bir görüntünün ve şaşmaz bir plânlamanın nefes kesen sonuçlarının varlığına şahit olduk.

Nizam, intizam, denge ve ahengin sarsılmaz ve değişmez prensipleri, bize efsaneler kadar heyecanlı, masallar kadar meraklı ve destanlar kadar sarsıcı sonuçlarını sergilediler. Görebilen bir göz için tek bir maydanoz yaprağındaki hassas dengeler ve hikmetler bile ne kadar anlamlı, ne kadar muhteşemdir.

Değil tüm kâinat boyutlarında; uzayda minicik bir nokta gibi kalan Dünyamızda öylesine hassas dengeler, ahenkli ve uyumlu olaylar zinciri var ki; bu zincirin sadece tek bir halkasında görülebilecek küçük bir aksama, bütün sistemi etkileyebilecek ölçüde ve ölçekte tahribata sebep olurdu.

Rüzgârlar şimdikinden daha hafif olsaydı, tozlaşma olmaz, kuvvetli olsaydı yine tozlaşma gerçekleşmez ve bitki çoğalması dururdu. Bitkisiz bir ortamın havasındaki oksijen azalır, canlılık yayılmazdı. Yanardağlar olmasa ismine ‘yoğunlaşma çekirdekleri’ denilen minicik tozlar havaya karışmaz ve su buharı bu toz taneciklerin üzerinde yoğunlaşmaz, bulutlar oluşamaz, yağmurlar yağmazdı.

Isaac Asimov (1920-1992) aslen Rus olan, fakat Amerika’ya yerleşmiş ve burada öğrenim ve ihtisas yapmış seçkin bir bilim adamıdır. Onun bilim kurgu romanlarının yanında, çok sayıda makaleleri, kitapları ve tebliğleri vardır. Asimov’un dilimize çevrilmemiş Frontiers of the Universe (Evrenin Öncüleri) adlı kitabının son sahifeleri, Antropik Prensiple ilgilidir. Şimdi yazarın bu kitabındaki görüşleri Türkçe’ye çeviriyoruz: (shf: 373-374)

“Antropik Prensip öyle anlaşılıyor ki, insanoğlunun tıpkı bir gözlemci gibi Evrende var olmasını gerekli kılıyor. Yüzlerce milyar galaksi içindeki bir tek bizim Samanyolu Galaksisi içinde yine yüz milyarlarca güneş içinde ufacık bir Güneş etrafında bir toz zerresi gibi olan Dünya üzerindeyiz. Bu Dünya, bu kadar dev bir Evren içinde sırf bizim için mi var?

Bunun cevabını şöyle verebiliriz: Küçük çaptaki bir Evren aslında küçük bir zaman demektir. Küçük bir zaman ise, Evrenin şimdiki gibi genişlemesini imkânsız hale getirir. Evren çok çok büyük olmalıdır ki, zaman bu geniş Evren içinde olması gereken bir zaman dilimini gerçekleştirsin. Ayrıca, doğada mevcut hassas yasalar öyle düzenlenmiş olmalı ki, atomlar ortaya çıkabilsin. Eğer bu yasalarda en ufak bir farklılık olsaydı atomlar, dolayısıyla madde imkânsız hale gelirdi.

Bundan ayrı olarak, Big Bang sürecindeki olaylar o şekilde ayarlanmış olmalı ki, yıldızlar ve galaksiler ortaya çıkabilsin. En ufak bir değişim bu şartları sağlayamazdı. Eğer atomlar oluşmaz, yıldızlar belirmez, galaksiler yerlerini almamış olsalardı, bizlerin de bu Dünyada yeri olmazdı.

Dünyamız da aynı dengeler içinde bulunuyor. Dünyanın yörüngesinde, Güneşin kütlesinde görülebilecek ufak bir değişiklik Yeryüzünü barınılamaz duruma getirirdi. Hatta kimyada en ufak bir değişiklik, örneğin suyun donması halinde yoğunluğunun azalması veya karbon atomunun diğer elementlerle bağlanabilme kolaylığı olmasaydı, canlılık ortaya çıkmazdı.

Kuantum Teorisinde de benzer ayarlamalar görüyoruz. Atomu gözlemedikçe, elektronun ne yaptığı konusunda en ufak bir bilgimiz yok. Buradan çıkan sonuca göre, bir gözlemci olmadan Evren varlığa geçemezdi.

Evren bir gözlemciye muhtaçtır! Evrenimiz 10 milyar yıl yaşındayken, Dünyamız oluşamazdı. (Çünkü kozmik Fon Işıması çok çok sıcak olurdu <T.T.>)

Bütün bunlar, bu hassas dengeler ve uyumlu ayarlamalar, acaba Tanrı’nın insanlar için uyguladıkları mı?

Evrenimizi çok mükemmel bir yapıda buluyoruz. Çünkü anca bu mükemmellikte bizler var olabilirdik!”

Hassas Denge Soru ve Cevapları

- Eğer sistemimizde birden fazla güneş olsaydı, ne olurdu?

Dünyanın yörüngesi alt üst olurdu.

- Eğer güneşimiz şimdikinden daha yaşlı veya daha genç olsaydı neler neler olurdu?

Daha genç olsaydı yakıt için gerekli olan kararlılığa erişemezdi; şimdikinden daha da yaşlı olsaydı o zaman da ışık ve ısısı azalmış olacaktı.

- Güneşimiz şimdiki gibi Samanyolu Galaksisi’nin merkeze olan yakınlığı az ya da çok olsaydı ne olurdu?

Çok yakın olsaydı, enerjisi çok yüksek olacak, Dünya üzerinde hayat mümkün olmayacak; şimdikinden daha uzak olsaydı bu kez de çevresindeki gezegenlerin yapısını oluşturan kimyasal elementler değişik olacaktı.

- Eğer Güneş, şimdiki kütlesinden daha ağır ya da daha hafif olsaydı ne olurdu?

 Daha az olsaydı, çekim gücü azalacak ve yeryüzü yörüngesi bozulacak; daha fazla olsaydı bu kez de enerjisi artacak ve hayat çok zorlaşacaktı.

- Eğer Güneşimizin spektrumunda daha fazla kırmızı renk ya da daha fazla mor renk olsaydı ne olurdu?

Her iki halde de fotosentez denilen olay gerçekleşemez; ışık enerjisi bitkiler yardımıyla kimyasal enerjiye dönüşemez ve ‘besin zinciri’ denilen zincir oluşamazdı.

- Dünyanın şimdiki kütlesi ve buna bağlı olarak çekim gücü şimdikinden daha fazla veya daha az olsaydı ne olurdu?

Daha fazla bir çekimde günlük hayatın zorluğu bir yana; Dünya çevresini tamamen kaplayan atmosfer tabakasında şimdi bulunan hassas oranlar olmaz; onun yerine amonyak gibi solunumu imkânsız gazlar egemen olurdu. Daha az bir çekimde ise Dünya atmosferinde su bulunamaz ve hayatın en önemli gereği eksik kalırdı.

- Eğer Dünyamızın Güneşten olan uzaklığı şimdikinden daha fazla ya da az olsaydı ne olurdu?

Güneşten daha uzak konumda olan bir dünyada sular buz keser; daha yakın bir konumda ise kaynar sular her tarafı kaplardı.

- Dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüş periyodu (24 saatlik periyot) şimdikinden daha uzun ya da daha kısa olsaydı ne olurdu?

Daha uzun bir dönüş sırasında günlük sıcaklık değişimi çok fazla olacak, bitkiler aşırı don tehlikesine maruz kalacaklar; daha kısa dolanımda ise rüzgâr hız, yön ve dağılımı çok kararsız değerlere ulaşacak; sonuçta atmosferin ayarı bozulacak, hayat olumsuz yönde etkilenecekti.

- Dünyamızın bir magnetik alanı ve bu alan nedeniyle her iki kutup arasında kuvvet çizgilerinin mevcut olduğunu biliyoruz. Eğer magnetik alan şiddeti şimdikinden daha az ya da çok olsaydı ne olurdu?

Daha şiddetli bir magnetik alanda, magnetik fırtınalar çok yüksek değerlere varır; daha düşük bir şiddette ise Güneşten uzaya püsküren zararlı elektrik parçacıklar, yeryüzüne ulaşır ve büyük tahribata neden olurdu. Aslına bakılacak olursa dünyamız dev bir mıknatıs gibidir. Mıknatıs özelliği arzın iç katmanlarındaki erimiş halde pek bol bulunan demir elementinden kaynaklanır. Böylece kuzey güney kutupları oluşmakta ve dünya etrafında tıpkı bir mıknatısta görüldüğü gibi kuvvet çizgileri nefis bir simetri ve muhteşem bir ahenkle yerlerini almaktadır.