Ozon mucizesi
Atmosferimizde burnumuzun dibinde duran bir ilâhî mucizeyi (ozon) son 25 yılda fark edebildik. Bilindiği gibi ozon, oksijen atomundan kurulu bir gazdır. Ve dünyamızda yüksek oksijen etkisini temsil etmekle tanınır. Atmosferde ise bütün yeryüzünün atmosferini 15 ile 40 km’lik bir kuşak içinde saran bir perdeyi temsil etmektedir. Ekvator kuşağında daha kalın, kutuplarda daha ince olan bu perde, arzı daha doğrusu canlıları güneş ışığının şiddetli ultraviyolesinden korumaktadır. Işın fiziğini bilmeyenler için bu kadar tanım doğal sanılabilir. Halbuki ışık fiziği bize bir perdenin şiddetli ışınları geçireceğini, zayıf ışınları alıkoyacağını bildirmektedir. Ozon bunun tam tersini yapmaktadır. Yani güneşin zayıf ultraviyolelerini geçirip, şiddetli ultraviyoleleri tutmaktadır. Bu olay ışın fiziği açısından tersi düşünülmeyen bir mucizedir. Dünyadaki hiçbir madde zayıf ışınları geçirip, şiddetli ışınları tutacak bir özelliğe sahip değildir. Ozon moleküllerinin bu mucizeyi nasıl bir enerji sistemi içinde gerçekleştirdiği de kesinlikle bilinmemektedir.
***
Ahtapot esnek bir hayvandır
Her ne kadar, görüntü itibarıyla pek göze hitap eden bir canlı olmasalar da, ahtapotlar deniz aleminin en ilginç yaratıklarıdır. Esnek vücutlarında ne bir kılçık ne de bir kemik bulunur. 3 cm çapındaki deliklerden bile rahatlıkla girip çıkabilecek kadar küçülebilirler.
Yeryüzü denizlerinde 300 değişik türde ahtapot vardır. Bunların en uzun ömürlüsü yaklaşık 5 yıl kadar yaşar. Diğer türlerin ortalama ömürleri ise, altı ay kadardır.
Ahtapotların kolları sinir ağları bakımından çok zengindir. Neye dokunuyor olduklarını asla tam olarak bilemezler ama tadını algılayabilirler.
Haklarında pek çok efsane üretilen ahtapotlar, aslında o kadar da korkunç ve tehlikeli yaratıklar değillerdir. Ancak, bazı türler bir köpekbalığını bile tutup yiyebilecek kadar güçlü kollara sahiptir.
***
Bedenimiz kadere tâbidir
Kaderin ne kadar muhkem olduğunu bugünkü bilimsel açıdan iyi anlayabilmek için genetik şifreler üzerine eğilmek gerekir. Çünkü geçmişte insan, meni hücresini ve annenin buna katkısını tanıyordu. Bunların meydana getirdiği, bu yavrudaki kaderi ayrı düşünüyordu. Bu iki etken birleşecek, bir cisim meydana gelecek, Cenab-ı Hak onu büyütecek ve büyüttüğü cisim insanı meydana getirecek ve Cenab-ı Hak ne takdir verecekse onu ayrıca verecek sanıyordu. Şimdi bilim tuhaf bir inceliğe geçti. Genetik şifreleri keşfetti. Yani anne rahminde döllenmiş tek hücre halindeyken var olan insanın, en minyatür şeklini, tâ otuz milyon hücreye yansıyarak olacak o gelişmenin bir tek şifreden ibaret olduğunu keşfetti.
Demek ki, o bir mikrondaki genetik şifre, bir değişmezliğe sahiptir. Hiç kimse, o genetik şifreyi değiştiremez. İnsanın kaşının, gözünün, kulağının şekli, rengi, tüylerinin yayılımı, vücudundaki bütün organları o genetik şifrede yazılıdır. Genetik mühendisliği dediğimiz bölüm, bu genetik şifreye o kadar önem veriyor ki, aynen genetik mühendisliğinin, bu konuda söylediği bu kaderin özündeki bir tanımı aktaralım size: Bir insanın genetik şifresini ilk anne rahmine düştükten sonra alıp kompüterde analizini yapıp da fotoğrafını çıkarırsanız, doğacak insanın aynen fotoğrafını çıkarabilirsiniz.
***
Uyuryüzer köpekbalıkları
Köpekbalıklarının uykularında bile yüzdüklerini biliyor muydunuz? Bunun iki nedeni var: Birincisi, köpekbalıkları yüzmezlerse batarlar. Çünkü diğer balıkları denizin belli seviyelerinde tutan yüzme kesecikleri köpekbalıklarında yoktur. İkincisi ise, köpekbalığının yaşamak için ihtiyaç duyduğu oksijeni sağlamasıyla ilgili. Şöyle ki, köpekbalıkları sürekli ağzı açık olarak yüzerler. Çünkü yüzerken ağızlarından geçen su, başın yanlarında bulunan yarıklardan dışarı atılırken oksijen sağlanır. Dolayısıyla köpekbalıkları için yüzmek, nefes almakla eşdeğerdir.
Bu tabloya baktığımızda, köpekbalıklarının okyanusta sürekli yüzmek üzere yaratılmış olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Bu tabloyu, köpekbalıklarının olağanüstü gelişmiş tat alma becerileriyle birlikte düşündüğümüzde, karşımıza mesai saati oldukça fazla “okyanus devriyeleri” çıkar. Hakikaten köpekbalıkları, yaralanmış ya da ölmek üzere olan pek çok deniz yaratığını çok uzakta dahi olsa algılar ve harekete geçer. Buradan rahatlıkla köpekbalıklarının, yaşadığı deniz ve okyanusları temiz tutmakla vazifelendirilmiş hayvanlar olduklarını çıkarabiliriz.
***
Akciğerler ve tenis kortu
Nefes alıp vermede başlıca rol oynayan akciğerler üzüm salkımı şeklindedir. İçinde çatallı hava keseleri mevcuttur. Alveol adı verilen ve kana oksijen sağlayan bu hava kesecikleri, akciğerlerin yüzeyinin daha geniş olmasını sağlar. Akciğerlerin her birinde üç yüz milyondan fazla alveol mevcuttur.
Alveollerin toplam yüzey alanı neredeyse bir tenis kortu büyüklüğündedir. Ancak egzersiz yapmadığımızda bu alanın sadece 1/20’sini kullanırız. Bu da vücudumuza daha az miktarda oksijen girmesi anlamına gelir. Bu, fizik egzersizin ne kadar önemli olduğunu anlatan önemli bir gerçektir.
***
İnsanın zehirlenmesi karaciğerin aczinden mi?
Bir karaciğer hücresi hiçbir kimya fabrikasının yapmaya muktedir olamadığı her türlü kimyasal malzemeyi imal kudretindedir. Mesela; yeryüzünde mevcut bütün zehirlerin kimyasal yapısını değiştirebilir karaciğer hücresi. İnsanın zehirlenmesi de karaciğerin aczinden değil, alınan zehir miktarının çokluğundandır.
***
“Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır.”
— En’am Suresi, 95