Modernizm dünyanın dengesini bozduğu gibi insanların da dengesini bozmuştur. Yardımlaşma, dayanışma ve uyum içerisinde yaşayan bir dünya modeline kanaat etmeyen Batı dünyasının hırslı arayışları, iki dünya savaşına yol açmış ve milyonlarca insanın hayatını mahvetmiştir. İnsanlığı mutlu edecek maddi ve manevi bütün değerler, devrimcilik ve avangart olma uğruna mahvedilirken, insanlık hâlâ yaşadığı buhranla can çekişmeye devam etmektedir.
Sanat dünyası da bundan nasibini almış, ideal güzellik ve gerçek güzellik gibi klasik güzellik anlayışları yerine, Modernizmin altın kadehte sunduğu zehir, insanlığın estetik anlayışını da dumura uğratmıştır.
…
20. yüzyılın başlarında gelişen Kübizm, Sürrealizm, Fovizm, Ekspresyonizm gibi çizgi dışı sanat akımları, yüzyılın ikinci yarısından sonra daha da absürt sanat akımları ve anlayışları ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Resim 1: Duchamp, Pisuar, 1917, New York Modern Sanat Müzesi.
Örneğin Fluxsus sanat akımı sanatçısı John Cage, 4’33” adını verdiği bir sessiz konser vermiştir. (Resim 1) Sahneye çıkan sanatçı seyircileri reveransla selamladıktan sonra 4 dakika 33 saniye boyunca piyanonun başında oturmuş, süre dolunca ayağa kalkarak seyircileri selamlayıp konserini bitirmiştir. Gazetecilerin “Efendim bu sessiz konser ile ne anlatmak istediniz?” sorusuna “Sesiz mi? Hayır sessiz değildi. Salonda birkaç kişi öksürdü ve dışarıdan araba klakson sesleri geliyordu.” demiştir. Bir başka Fluxsus etkinliği olarak da birkaç sanatçı bir piyanoyu seyirciler önünde baltayla parçaladılar. (Resim 2)
Resim 2: George Maciunas, Dick Higgins, Wolf Vostell, Benjamin Patterson Bir Grup Fluxsus Sanatçı, Piyano Kırma Performansı, 1962.
Artık iş çığırından çıkmıştı. Her şey sanat olabiliyordu.
Yine 20. yüzyılın başlarında Duchamp’ın bir sergiye yolladığı pisuvar sergiye kabul edilmemiş, ancak yıllar sonra sanatçıdan modern sanatlar müzelerine koyulmak için birkaç imzalı pisuvar satın alınmıştı. (Resim 3)
Resim 3: John Cage, 4’33”, Sessiz Konser, 1952.
Daha da ilginci 1960’larda Manzoni adındaki bir İtalyan sanatçı dışkısını koyduğu 35 adet küçük konserve kutusunu modern sanat müzelerine satmayı başarmıştı. (Resim 4)
Resim 4: Manzoni, Sanatçı Dışkısı, 1961.
1915’te tuval üzerine siyah bir kare boyayan Rus ressam Malevich (Resim 5) Süprematizm adı verdikleri bir sanat akımını kurarken belki de Kierkegaard’ın anlattığı “Musa’nın Kızıldeniz’i Geçişi” tablosundan haberdar değildi.
Resim 5: Kazimir Malevich, Siyah Kare, 1915.
Donalt Kuspit’in “Sanatın Sonundan Sonra” kitabında anlattığı ve Kierkegaard’tan aktardığı öykü şöyledir: Bir ressam kıpkırmızı boyanmış bir tablo yapar. Ona, “Bu nedir?” diye sorulduğunda “Musa’nın Kızıldeniz’den geçişi tablosu” der. “Musa nerede?” diye sorduklarında “Karşıya geçti” der. “Peki Firavun ve adamları nerede?” diye sorulduğunda “Boğuldular” der. Kıpkırmızı tabloya bakıp, “Peki bu ne?” dediklerinde ise “Kızıldeniz” cevabını verir.
Gerçekten de yıllar sonra, yani 20. yüzyılın sonlarında Marcia Hafif adındaki bir Amerikalı ressamın dümdüz boyadığı kıpkırmızı tabloları birçok sanat müzesinde görülebilir. (Resim 6) Kierkegaard’ın bir nükte olarak anlattığı Kızıldeniz çoktan müzelerde yerini almıştır bile.
Resim 6: Marcia Hafif, Yağlıboya, Cadmiyum Kırmızısı, 1973