TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

Satır Arkası

Genetik Uzmanı Nasıl İmana Geldi?

Dünyanın en büyük genetik uzmanlarından biri olarak gösterilen ve sekiz yıl önce çalışma arkadaşı Craig Venter’le birlikte insan DNA’sının şifresinin çözerek büyük şöhret yakalayan Dr. Francis Collins, “imana geldi”.

Eylül’de piyasaya çıkaracağı Tanrı’nın Dili adlı kitabıyla ilgili İngiliz The Times gazetesine konuşan 56 yaşındaki Francis Collins, 30 yıl boyunca ateist olarak yaşadığını, ancak artık Tanrı’ya inandığını söyleyerek, “Tanrı’nın var olduğuna dair rasyonel bir temel var ve bilimsel gelişmeler insanı Tanrı’ya daha da yaklaştırıyor.” dedi.

Amerikalı bilim adamı artık mucizelere ve meleklere inandığını belirterek, “Laboratuvarda çalışırken Tanrı’yı hissettim. Kesinlikle bizden daha büyük bir güç var ve ben ona inanıyorum. DNA’nın şifresini çözmek beni Tanrı’ya biraz daha yakınlaştırdı. Hastalıktan kırılan insanlar gördüm. Bilim onlardan umudunu kesmişti. Ama mucizevi olarak hayata döndüklerini gördüm. Bu da Tanrı’nın işidir” diye konuşan Collins, ekliyor:

“Önemli bir buluş yaptığınızda o bilimsel coşku anını yaşarsınız, çünkü onu araştırmış ve keşfetmişsinizdir. Keşfettiğim şey öyle bir şeydi ki, bu bilgiye daha önce hiçbir insan sahip olamamıştı. Fakat Tanrı onu her zaman biliyordu.”

 

***

 

“Yapay zeka araştırmasına harcanmış bir yıl, insanı Allah’a inandırmak için kâfidir.”

 Alan J. Perlis

 

***

 

Mekke Dünyanın Tam Merkezinde

Bugün kullanılan harita ve saatle ilgili düzenlemelerin önemli bir kısmı, sömürge döneminden kalmadır. İngiltere’nin “madem ki mühür bende, o halde istediğim gibi düzenlerim” mantığıyla, başlangıç meridyenini Greenwich’ten geçirmesi, dünya haritalarında İngiltere’yi hep dünyanın mümkün olduğunca ortasında göstermesi... bu mantığın sonuçlarından bazılarıdır.

Gelgelelim, son araştırmalar, Mekke’nin dünyanın merkezi olduğunu ispatladı. Jeoloji ve İslam Hukuku dallarında uzman Müslüman bilim adamları, önceki gün Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen “Dünyanın Merkezi Mekke” adlı konferansta bir araya gelerek, bu gerçeği deklare ettiler.

İlim adamları, ayrıca, Greenwich saati (GMT = Greenwich Mean Time) yerine Mekke saatinin esas alınarak ortak İslamî bir saat diliminin oluşturulması çağrısında bulundular. Çünkü Mekke saati dünyanın her yerinden kıble yönünü belirliyor, akrepleri klasik saatlerin aksine Kâbe-i Şerif etrafında yapılan tavaf hareketleri gibi soldan sağa doğru dönüyor.

Bir gün süren konferansa Prof. Dr. Yusuf el-Karadavi’nin yanı sıra Kur’an ve Sünnetin bilimsel mucizeliği üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan, İngiltere Galler Üniversitesi’nde jeoloji dersleri veren Mısırlı bilim adamı Prof. Dr. Zağlul en-Naccar, Mekke saatinin mucidi Mühendis Yasin eş-Şuk gibi konusunda uzman birçok ilim adamı katıldı.

 

***

 

Kozmetik Sanayi

Bu sanayi kadını sürekli “genç ve güzel göstermek” üzerine bina edilmiştir. Sürekli “genç ve güzel” olmak (kalmak) istemeyen kadın olur mu?

Kadını bir yana koyalım, insan böyledir. Cahil ve nankör olduğu için sürekli aldanış halindedir.

Kozmetik, işte insanın bu “gaflet ânı”na hücum eder. Kendisine gelmesine imkân vermez. Yaşı seksene varmış kadınların makyaj tutkusunu hatırlayın.

Makyaj konusunu sadece kadınlara ait bir şey sanmak da yanlış. Kavramı az genişletirsek eşyanın, binaların, hatta sokak-semt ve şehirlerin dahi makyaj ile değiştiğini görebiliriz.

Aldanışın bin bir yüzü vardır.

Başa dönelim. Makyaj tıpkı kapitalizm gibi inkârı mümkün olmayan bir düzendir. İnsanı vitrine çıkarır, tüketimi körükler, ihtirası artırır, tutku derecesine varır. Bu düpedüz yoldan çıkmak demektir. Yoldan çıkmak; yani biz takıp-takıştıralım, sürüp-sürüştürelim, kozmetiğe yılda 200 milyar yatıralım, fakir ülkelerin canı cehenneme. Özeti bu.

 

***

 

Bu Nasıl İştir?

Başkalarının doğurduğu çocuklara bakmak ‘iş’, orada çalışanlar da ‘çalışıp üreten kadın’ sayılıyor. Fakat, kendi doğurduğu çocuğa bakmak ‘iş’ sayılmıyor…

 

***

 

Borçlu yaşa, borçlu öl!

Türkiye’de ailelerin borçlanma oranının 2003’te bütçesinin sadece % 7,5’u iken, 2006’da büyük bir patlamayla % 24,5’a ulaştığı belirtiliyor.

Bu nasıl bir büyüme, bu nasıl bir tüketim çılgınlığı, bu nasıl bir sarhoşluktur. Her gün televizyonun bazı programlarına çıkarak “kredi kartı borcu” yüzünden intihar edecek duruma geldiğini ağlayarak anlatanları görüyoruz.

Fransa’nın ünlü gazetelerinden Le Figaro’da yayımlanan “İstanbul Modanın Yeni Adresi” başlıklı yazıda, dünya çapındaki markaların İstanbul’da mağaza açmak için sıraya girdiği vurgulanarak, “İstanbul Avrupa’nın en sıcak alışveriş adreslerinden biri haline geliyor” ifadesine yer verilmiş.

Le Figaro, OECD’nin en yoksul ülkesi Türkiye’deki alışveriş merkezi (AVM) patlamasına dikkat çekerken son 4 yıldır tüketici kredilerinin alışveriş merkezleriyle aynı hızda büyüdüğünü, ülkenin iflastan döndüğü 2001 krizinin unutulduğunu ve Türk orta sınıfının bir tüketim çılgınlığına kapıldığını yazmış.

Yazılanlar doğru. Yanlış olan “orta sınıf”la ilgili. Türkiye’de “ortadirek” kalmadı. Yukarıdakiler ile aşağıdakiler var sadece. Oralardan alışveriş edenler kaymak tabakası. Elbette onlara özenen, o “yaşam tarzı”nı taklit etmek isteyenler de var. İşte bunlar borçla yaşıyor.

Bu tam bir gaflet halidir. Halbuki “Gaflet mümine yaraşmaz.” Diyanet işleri, bu konuda insanları “israf”tan korumaya çalışmalı. Bizi batıracak olan israftır, akılsız-ölçüsüz borçlanmadır. Ticaret değil.

Ne demiş atalarımız: “Zürefanın düşkünü, ince giyer kış günü.”

 

***

 

“Gelecekte bilgisayarların ağırlıkları bir buçuk tonu geçmeyecek.”

 Popüler Mekanik Dergisi, 1949

 

***

 

Diyaloglarımızı kim yazıyor?

Televizyon, kitaba büyük bir üstünlük kurmaya başladı. Yanlış anlaşılmasın; kitabın televizyondan ya da internetten daha zayıf olmasından kaynaklanmıyor bu. İnsanların tercihlerinden kaynaklanıyor. Ve sonuç, hakikaten acı verici.

“Diyaloglarımızı kim yazıyor?” başlığıyla bu konuya temas eden Gökhan Özcan’ın söyledikleri üzerinde gerçekten düşünmeye değer:

“Konuşma balonlarımızın neredeyse tamamını medyanın önümüze koyduğu başlıklar, durumlar, insanlar ve bütün bunlarla ilgili tartışmalar dolduruyor. Bunların büyük bir kısmının da bizim hayatımızla doğrudan bir ilgisi yok. En çok izlenen haber bültenlerinin masamızın üstüne koyduğu polemikleri kendi aramızda sürdürüyoruz. Yeni bir açılım, farklı bir bakış açısı getirmeden, klişelere bile yeni klişe eklemeden...

Gündelik hayatımızın konuşma balonlarını tıka basa dolduran bütün bu sözcükler aslında bizim değil! Bizim olsalardı bir araya gelip özgün cümleler oluştururlar, dişe dokunur fikirlere kapı açarlardı. İnsan neden bütün gününü doğrudan kendi hayatıyla ilgili olmayan gevezeliklerle doldurmaya çalışır ki? Cevap sorunun içinde; kendi hayatıyla ilgilenmemek, kendi hayatına körleşmek, sağırlaşmak, yabancılaşmak için... Çünkü, sıradan insanın hayatının renkli bir tarafının olmadığı saplantısı artık hepimizin bilinçaltında yer etti. Ve evet, kendi hayatımızı ilgilendiren bir öz gündem sahibi olamayacak kadar da sığlaştı zihinlerimiz ve hayatlarımız. Kendi sözcüklerimize sahip değiliz artık; konuşma balonlarımızı hiç de bize ait olmayan sözcüklerle başkaları dolduruyor!”

 

***

 

Vitrin Ve Podyum

On dokuzuncu asır ortalarına kadar bizim dükkanlarımızda “vitrin” yoktu.

Sabah dükkanın kepenkleri kaldırılır, mal ile müşteri yüz yüze gelirdi. Vitrin, mal ile müşteri arasına giren büyülü bir perde, bir aldatmacadır. Vitrindeki mal aslından daha parıltılı, daha cazip, daha kışkırtıcıdır. Buna halk arasında “allayıp-pullama” derler ki, makbul sayılmaz.

Vitrin zamanla o kadar serpilip gelişti ki, yanına “podyum”u da alarak seyirlik bir tabloya dönüştü. “Vitrin gezmek” diye bir eğlence biçimi oluştu. Bu eğlence tıpkı televizyon gibi “öldüren eğlence” oldu. İnsanı öldürmüyorsa da, cebindeki parayı çekip alıyor.

 

***

 

“Tanrı Misafiri” Ve “Öteki”

Misafir, Cenab-ı Hakk’ın bize ihsan ettiği bir nimettir. Ona ne kadar saygı gösterip, hizmet edersek o kadar sevap kazanırız. Sadece güler yüz göstersek bile kâfidir. Çünkü güler yüz de bir tür sadakadır. Aslına bakarsanız dünya da insan için bir misafirhanedir. Cenab-ı Hak, âdemoğlunun bu misafirhanede rahat etmesi için nice nimetler halketmiştir.

Epeyce bir zamandan beri nereden geldi ise (çünkü bizde yok) bir “öteki” lafıdır dilden dile dolaşıyor. Yahu kardeşim bırakın ötekiyi, bizim için “yabancı” dahi Tanrı misafiridir. Biz ona nasıl yan bakarız?! Kendini kardeşlerinden ayıran, kapısını onlara kapatan, bilin ki ya kibir sahibidir ya da korku.

“Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan bizden değildir”. İşte ölçü bu. Lakin elbette namuslu ile namussuz, yalancı ile doğru sözlü, cimri ile cömert bir tutulmaz. Fark, ahlâk farkıdır. Gönül sahibi olmak lazımdır.

Yunus Emre’nin tarif ettiği gibi “gönül ehli” olan kimsenin (yani esasen bizlerin) Tanrı misafirine kapısını kapaması düşünülebilir mi? Şunu unutmayınız: “Ben” deyince “öteki” ortaya çıkar. Oysa “ben” demek, ahlâkımızda terk-i edebdir.

Günümüzde dünyayı zapt eden kapitalist ahlâk tersini söylüyormuş. Varsın söylesin, “Yel kayadan ne aparır.”

 Mustafa Kutlu