TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinattan Haberler

Ağaçlar yapraklarından niçin vazgeçer?

Sonbaharın gelişiyle birlikte tabiat büyük bir sessizliğe bürünür. Bu sarı mevsimle biz yaza veda ederken, ağaçlar da yapraklarına veda eder.

Önce yeşil renklerini kaybeden yapraklar, zamanla sararıp dökülüverir. Oysaki ağaçtan kopan bu yaprakların her biri, adeta birer minik fabrikadır. Çünkü besin ve oksijen üretme işi, yani fotosentez onların üzerinden gerçekleşir.

O halde, ağaçlar bu önemli parçalarından niçin vazgeçer?

Aslında ağaçlar yapraklarını dökmeye mecbur kalır. Çünkü sonbaharın peşine gelecek olan kış, bir bitki için gerçekten çok zor bir mevsimdir.

Havalar soğudukça topraktaki su gitgide katılaşır ve emilmesi bir hayli zorlaşır. Buna rağmen yaprakların hâlâ suya ihtiyaçları vardır. Çünkü onlar nefes alıp veren, terleyen, canlı varlıklardır. Terledikçe de haliyle suya olan ihtiyaçları artar. Toprakta zaten az miktarda olan suyu emmeye çalışırlar. Tabi bu durum ağaç için büyük bir külfettir. Oldukça narin yapıda olan yaprakların, kış soğuğuna dayanabilmeleri de zaten pek mümkün değildir.

Nasıl olsa parçalanıp toprağa düşecek olan yaprağın ağacın üzerinde fazladan durup, artık iyice azalmış olan suyu kullanması israf olur. Bu yüzden ağaçlar, soğuk kış günleri gelmeden yapraklarını döker.

 

***

 

Alkol beyni küçültüyor

Beynin kafatasını kaplama oranları ölçülerek yapılan bilimsel araştırmalar, az miktarda alınan alkolün dahi beyinde küçülmeye yol açtığını belirledi.

Archives of Neurology dergisinde yayınlanan makaleye göre, bilim adamlarının az miktarda alınan alkolün, kalp ve damar fonksiyonlarını iyileştirdiği gerekçesiyle, normalde insan yaşlandıkça beyin hacminin 10 yılda bir yüzde 2 oranında azalması sürecini yavaşlattığını savunmalarına karşın, ABD’de yapılan son araştırmada bu teorinin tersine bulgular elde edildi.

Araştırmada, beyinleri kafataslarını kaplama oranı hiç alkol almayanlarda yüzde 78,6, alkolü bırakanlarda yüzde 78,2, mutedil içenlerde yüzde 77,8 ve çok içenlerde yüzde 77,2 olarak bulundu.

 

***

 

“Karıncalar, huzursuz edecek derecede insanlara benzerler. Mantar yetiştirirler, böcek olarak afid beslerler, ordularını savaşa sokarlar, düşmanlarını korkutmak ve bozguna uğratmak için kimyasal spreyler kullanırlar, durmaksızın bilgi alışverişinde bulunurlar. Televizyon izlemek dışında her şeyi yaparlar.”

— Lewis Thomas

 

***

 

Beyin yaşınızı öğrenmek ister misiniz?

Bunu saptamak için tek ayak üzerinde durun ve gözlerinizi kapatın. Dengenizi kaybetmeden duracağınız her an sizin daha genç bir beyine sahip olduğunuzu kanıtlamaktadır. Eğer 45 yaş ve üzeriyseniz, 15 saniyelik bir süre gayet iyidir.

Yanınızda duran birisine süreyi ölçmesini söyleyin ve dengenizin bittiği an konusunda doğru sonuç elde edin.

Uzmanlar, beynin genç kalması için şunları öneriyorlar:

Otomatik pilota geçmiş gibi bir yaşantı sürmeyin. Her gün aynı şeyleri yapmamaya özen gösterin.

Ayrıca, hafızanızı güçlü tutmak için, devamlı yeni bir şeyler öğrenmeye çalışın. Müzik aletleri çalmayı deneyin.

Aynı kaslarınızda olduğu gibi beyninizin de, rutin çalışma temposundan daha aktif bir yaşam sürerse gelişip büyüyeceğini unutmayın.

 

***

 

Şefkatli Canavarlar

Dünyaya gelen her bir yavru, gözünü açar açmaz bir şefkat ortamında bulur kendini. Hemen yanı başında, sımsıcak bir anne sinesi vardır sığınmak için.

Yırtıcı bir hayvan da olsa, anne yine annedir. Vahşi kaplanlar uysal bir hizmetkâr olur yavrularının karşısında. Neden olur, nasıl olur, bilinmez.

Fakat en küçüğünden en büyüğüne bütün canlıları hükmü altına alan bir sır var ki, tarif edilmez. O bir sırdır ki, bir canavarı şefkat âbidesine dönüştürür.

Ve her şeyden âciz bir minik yaratığı, bir canavara efendi yapar. İşte o sırrı hiçbir evrimci anlayamaz. Çünkü evrimcilerin dünyasında, güçlü olan güçsüz olanı yer.

Bir kaplan yavrusu ise, aç kaplanın hemen yanı başında hazır bir lokmadır evrimin çizdiği tabloya göre.

Evrimin canavarları, hazır bir lokmaya kendini esir etmez. Her an nice yavrular yaratılır yeryüzünün dört bir köşesinde. Her an nice canavarlar hizmetkâr olur nice yavrulara.

 

***

 

Nobel Kimya Ödülü, denizanalarına gitti

Nobel kimya ödülüne, ilk kez denizanalarında görülen yeşil floresan proteininin (GFP) keşfi ve geliştirilmesiyle ilgili çalışmalarıyla ABD’li bilim adamları Roger Tsien ve Martin Chalfie ile Japon bilim adamı Osamu Shimomura layık görüldü.

Yaygın biçimde laboratuar ortamında kullanılan yeşil floresan proteini, beyin hücrelerinin gelişimi ya da kanser hücrelerinin yayılması gibi canlı hücre süreçlerinin anlaşılması için kullanıldı.

Shimomura ilk kez 1962’de, bir denizanasında yeşil floresan proteinini bulup ayrıştırmış, daha sonra da ultraviyole altında yeşil ışık verdiğini saptamıştı. Bundan 30 yıl sonra da diğer bilim adamları Chalfie ve Tsien, proteinin floresan ışığını nasıl yaydığı gibi katkılarla bu çalışmayı geliştirdi. Araştırmacılar, GFP’yi kullanarak Alzheimer gibi sinir hücrelerinin hasar gördüğü hastalıklar ya da kanser hücrelerini izleyebiliyor.