TR EN

Dil Seçin

Ara

İki Medeniyetin Çarpışması: Malazgirt Meydan Muharebesi

İki Medeniyetin Çarpışması: Malazgirt Meydan Muharebesi

Malazgirt Meydan muharebesi 26 Ağustos 1071 yılında Ahlat ve Malazgirt arasında o zamanki adıyla Rahve ovasında gerçekleşmiş ve Sultan Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu Bizans ordusunu yenerek Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes’i (Romen Diyojen) esir etmişti. İki satırda özetlediğimiz bu tarihi zafer bir günlük savaşın sonucunda değil aslında her iki tarafın uzun süreye dayanan stratejisi, dinî ve ahlakî anlayışlarının meyvelerini topladıkları bir savaş olmuştur.

Malazgirt meydan muharebesinde her iki orduyla ilgili verilen tüm rakamlara bakıldığında Bizans ordusunun Selçuklu ordusundan en az 4 kat fazla olması bu zaferin neden önemli olduğunu ortaya koymaktadır. (Genelde Bizans ordusu için 200.000 rakamı verilirken Selçuklu ordusu içinde 50.000 rakamı verilmektedir.) Savaş adeta, “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”1 ayetinin canlı bir örneğini verir.

Şimdi bu savaşta yer alan iki cephenin temel özelliklerine kısa kısa değindikten sonra harp meydanına geleceğiz

 

BİZANS CEPHESİ

Dikkat edilirse 1071 Malazgirt zaferi kazanıldığı halde Bizans’ın bitişi 1453’te İstanbul’un fethiyle gerçekleşmiştir. 1071 tarihinde Bizans yine dünyanın en güçlü ve köklü medeniyetlerinden birisidir; çünkü kendisi ‘Yeni Roma’ olarak yoluna devam etmektedir. Bizans tabiri o devirlerde ne Bizanslılar ne de Selçuklular tarafından kullanılmamaktadır. Bizanslılar kendi devletlerine Roma, Müslümanlar ise Rum demektedir. Nitekim Kuran-ı Kerîm’de ‘Rum’ süresinin de yer alması yüzyıllarca insanlık tarihinde en büyük iki imparatorluktan birisi olan Roma İmparatorluğuna dolayısıyla Bizans devletinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle o devirdeki ‘Muhteşem Bizans’ın inişli çıkışlıda olsa dünya çapındaki gücü ve etkisine bakıldığında, yeni kurulmuş olan Selçuklu Devletinin ikinci hükümdarı olan Alparslan’ın ordusuyla kazandığı zafer daha bir anlam kazanmaktadır.

Bizansta 9. yy’dan itibaren hem kilise adamlarının çalışmaları hem de felsefi risaleler incelendiğinde İslam kültür ve medeniyetinde de yer alan kimi konuların tartışıldığını görmekteyiz. Örneğin Roman Diyojen tahta geçmeden önce müstakbel eşi İmparatoriçe Evdokia’nın yönettiği Bizansla ilgili “devleti kim yönetmeli” merkezli felsefi tartışmalar görürüz. Yine bu dönemde İslam felsefesinde de tartışılan “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” gibi konular da ele alınmaktadır.

Fakat Bizansın özellikle farklı mezhepten olan Ermenilere karşı katliama varan ayrımcılığı da dikkat çekicidir. Nitekim Romen Diyojen Malazgirt seferine giderken Sivas’ta Rumların şikayeti üzerine Ermenileri katleder.

Bizansta o dönemde şimdiki stadyumların muadili olan Hipodromda oynanan oyunlar ve tiyatro, halkın en büyük eğlencesidir. Tiyatrodan din adamları özellikle halkın ahlakını bozuyor diye şikayet ederken, hipodromdaki oyunlar da holiganizmi körüklüyordu. Öyle ki, 532 yılında bir spor karşılaşması sonrası  çıkan ‘Nika’ ayaklanması sonrası hipodrom kapılarının üzerine kapatıldığı onbinlerce isyancı kılıçtan geçirilerek bir rivayette de yakılarak öldürüldü.Yine bu dönemde katliamı yapan İmparatoru özellikle bu katliama teşvik eden eşi Theodora’nın sirklerde ve sokakta çalışan bir hayat kadını olduğu sokağının adı ‘pornai’dir ve bu kelime neredeyse tüm dünyada fuhuş şebekelerinin kullandığı ortak bir kelime olarak hala dolaşımdadır. Bahislerin de oynandığı bu oyunlarda  Yeşil ve Maviler şeklinde renklerine göre kendilerini adlandıran taraftarlar aynı zamanda ünlü Bizans uzmanı Ostrogorksy’ye göre siyasi partileri de oluşturuyorlardı. Zamanla askeri parti ve siyasi parti olarak ikiye ayrılan bu gruplar hayatın her alanında mücadele içindeydi.

Şunu da belirtmeliyiz ki, Diyojen zamanında da yaşamış olan Psellos ki felsefeci ve hukukçu olarak devlet yönetiminde etkili bir kişidir, fala inanmaz, falcıları küçümser ve “Hayat ve doğum tanrının elinde derken mantık gücünden yoksun yıldızların canlı olduklarını ve insan vücuduna etkileyip kaderi tayin ettiğine inanmıyorum” der. Demek ki, Bizansta fikrî yönden sağlam düşünceleri taşıyan kişiler de vardır.

Maddi güç olarak zirvede manevi alanda ise çürümenin sardığı Bizans devletinin başına 1068’de geçen Romen Diyojen, Anadolu’ya akınlar yapan Türkleri durdurmak için Selçuklu başkentine, o tarihte İran topraklarındaki Rey’e kadar yürümeye karar verir. Çünkü Türkler Anadolu içine yaptıkları akınlarla Bizans’ı yıpratmaktadır.

 

SELÇUKLU CEPHESİ

İlk önce şunu belirtmeliyiz ki, Selçuklu denilince akla genelde sadece kılıç zoruyla topraklar ele geçiren işi sadece savaşmak olan bir devlet gelebilir. Halbuki Selçuklu’da savaşlar da dahil her stratejik adım başta İslam dini olmak üzere özellikle o dönemdeki Şii-Sünni çatışmasından dolayı ehl-i sünneti koruma adına atılan adımlardan oluşur.

Abbasi Halifesi, Şii komutanlarca esir alındığında kurtaran Alparslan’ın amcası Selçuklu hükümdarı Sultan Tuğrul olmuştur.

Selçuklu devletinin başkenti Rey olup bugünkü İran’ın başkenti Tahran civarındadır. İran o dönemde Selçuklu toprağıdır hatta Sultan Alparslan’ı günümüzde İranlılar Fatih-i Anadolu diye tavsif ederler. (*)

1070’lerde Şii Fatımi devletinin hâkimiyetindeki Mısır’da bulunan el Ezher üniversitesi Hasan Sabbah gibi yetiştirdiği ‘Şii-Batıni Dai’leri (Şia davetçileri) İslam coğrafyasına göndermekteydi.

Alparslan bilge veziri Nizamülmülk’le Şii Fatımi devletinin etkisinde olan el Ezher’in gücünü kırmak için ehl-i sünnet vel cemaatin akidesini güçlendirecek Nizamiye medreselerini kurarlar.

İşte Hüccetül İslam İmam Gazali, Ebu İshak Şirazi, Fahreddin er-Razi, Abdülkahir Cürcani, Beyhaki, Zemahşeri gibi büyük âlimler Sultan Alparslan zamanında yetişmiş ya da ilmi hayatlarında zirveye çıkmışlar, özellikle Gazali gibi birkaç önemli isim, bu Nizamiye medreselerinde hem yetişip hem de hocalık yapmışlardır. Alparslan’ın İmam Gazali’nin hocası İmam Harameyn el-Cüveyni ve ilk tasavvufi eseri yazan Kuşeyri gibi isimlerle mülaki olduğunu biliyoruz ama Gazali ile de büyük ihtimal aynı meclislerde bulunma ihtimalinin de yüksek olduğunu düşünüyoruz.

O dönemde Selçuklu ordunun 100 deveyle taşınan seyyar hastaneleriyle savaşlara ve seferlere gittiğini ülkenin dört bir yanında ilim seferberliği ilan edildiğini söyleyebiliriz. O dönemde Bağdat’a gelen Constantin Africanus Müslüman hekimlerin eserlerini Salerno’ya götürerek Latince’ye çevirmiş, bu eserler Avrupa tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.

“Malazgirt Fatihi Alparslan, bazı kaynakların iddia ettiği gibi, kültürsüz bir hükümdar değildir.”2

Selçuklular doğudan gelen ve kendilerine yer arayan Türkmenleri başta Anadolu olmak üzere Batıya yani Ortadoğu’ya yönlendirir. Bu yönlendirme sonucunda yeni yurt arayışındaki Türkmenlerin gittiği Anadolu toprakları Bizans hâkimiyetindedir. Savaş çanları çalmaktadır.

 

MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ

Zannedildiğinin aksine Malazgirt Meydan muharebesi her iki ordunun sözleşerek karşılaştığı planlanmış bir savaş değildir. Bizans İmparatoru Diyojen Selçukluların başkenti Rey’e kadar giderek İslam topraklarının hepsini hükümdarlığı altına alma arzusuyla yola çıktığında, Sultan Alparslan Halep kalesini kuşatmış beklemektedir. Beklemektedir çünkü, Alparslan’ın fetih siyasetinde Müslüman Emirlerle uzun süre bekleme pahasına da olsa anlaşarak, başka dinden olanlarla savaşarak genişleme vardır. Nitekim Fatımi devletinde çıkan bir anlaşmazlık sonucu Sultan Alparslan Mısır’a davet edilerek Fatımi devleti teslim edilecekken Bizans ordusunun Anadolu’da ilerlediğini duyan Alparslan altın tepside kendisine sunulan Mısır’a gitmekten vazgeçip Diyojen’i karşılamak üzere Halep’ten hızla ayrılıp Ahlat’a doğru hareket eder.

Her iki ordu Ahlat ile Malazgirt arasındaki ovada yerlerini alır.

Peçenek, Uz, Kıpçak ve Hazar Türkleri ile İslav, Alman, Bulgar, Frank, Ermeni ve Gürcüler’den oluşturulmuş Bizans ordusunda Diyojen’in korumalığını o dönemde ‘hassa ordusu’nu da oluşturan Vranglar yani Vikingler yapmaktadır.

Alparslan’ın ordusu ise Türkler ve o bölgede anlaşmalı olduğu Kürt beylerinin katıldığı Kürtlerden oluşmaktadır. Falcılar “Çarşamba günü savaş, yıldızlar o zaman galip geleceğini söylüyor.” demelerine karşılık Alparslan, imamı ve fakihi Buharalı Ebu Nasr Muhammed’in “Cuma günü tüm hutbelerde zafer için dua ettirelim, o zaman saldır.” teklifini kabul ederek ordusuyla birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra “Ölürsem kefenim olsun.” dediği beyaz bir elbiseyle askerin karşısına çıktı ve şöyle dedi:

“Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur, yenilirsek şehid olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker var; ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım; benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler. İstemeyenler serbestçe geri dönebilirler.”

Alparslan bu ünlü konuşmasının ardından kendisi en önde Bizans ordusunun merkezine doğru hücumu başlattı.

Gün boyu süren savaş Selçuklu ordusunun kesin galibiyetiyle neticelendi ve Diyojen esir edildi. Dünya tarihinde az rastlanır bir âlicenaplık yapan Alparslan bir anlaşma neticesinde Diyojen’i serbest bıraktı (Perslere yani İranlılara esir düşen Bizans İmparatoru Valerianus’un, Pers Kralı atına binerken yere çöktürülüp Pers Kralı onun sırtına basıp ata bindiği düşünülecek olursa, aradaki medeniyet farkı daha iyi anlaşılır.) Diyojen serbest kalsa da İstanbul’da tahta geçen yeni imparator, Diyojen’in tahta dönmesini engelleyecektir. Belli bir süre yaptığı mücadeleden netice alamayan Romanos Diogenes Bizans kuvvetleri tarafından teslim alınır. Yolda götürülürken Kütahya’da Yahudi bir hekime gözlerine mil çektirilerek kör edilir ve kendisinin yaptırdığı Kınalı ada manastırına hapsedilir. Gözlerindeki yaralardan dolayı da kısa süre içerisinde ölür. Böylece Selçuklulardan görmediği zulmü kendi dindaşlarından görmüştür.

 

GURUR DUYACAĞIMIZ TARİHİMİZ

Malazgirt savaşının öncesi ve sonrası hakkında anlatılacak, ibret alınacak olaylar çoktur. Burada bizim gördüğümüz en önemli husus ‘itikadlarının sağlamlığıyla’ meşhur Selçuklular hakkında, İranlı tarihçi Hamdullah Müstevfi (1281-1349) şöyle der: “İslam devirlerinde bulunan hükümdar sülaleleri mensupları bir ayıp ve noksanlığa bulaşmışlardı; mesela…—hanedan ve devletlerden örnekler verdikten sonra Selçuklu sultanlarını şöyle över—Kendileri temiz akideli, pak, dindar, Sünnî, hayır sahipleri ve halka karşı da şefkat gösteren kimseler idiler.”3

Başta Sultan Alparslan olmak üzere Selçuklu sultanlarının “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.”4 ayetinin sırrını iyi anladıkları için başarılı olduklarını görüyoruz.

Malazgirt’te sadece iki askeri güç değil, iki medeniyet de çarpışmış ve İslam medeniyeti galip gelmiştir. Bu galibiyetten zaferle ayrılanlar İslam dinine hizmet ettikleri ölçüde ilahi yardıma mazhar olmuşlardır.

Yine Türk-Kürt ittifakının o dönemin en güçlü devleti olan Bizans’ı nasıl dize getirebildiğini de müşahede ediyoruz.

Unutulmaması gereken, Anadolu topraklarında Selçuklulardan başlamak üzere 1000 yıllık Türk hâkimiyetini sağlayan ana unsur kendi dindaşlarından bile zarar gören farklı inanç gruplarının İslam’ın getirdiği âdil düzenin kurulmasıyla kavuştukları adalet ve merhamettir.   

 

Kaynaklar:

1. Bakara suresi, 249. ayeti.

2. Friedrich-Karl Kienitz, Büyük Sancağın Gölgesinde.

3. Selçuklular Tarihi 1, Mevdudi, Hilal Yay.

4. Muhammed suresi, 7. ayeti.

(*) Senaryosunu yazdığımız Malazgirt 1071 filmi için İran’daki Ashab-ı Kehf gibi dizilerin çekildiği platoları kullanabilir miyiz diye başvurduğumuzda Sultan Alparslan’ın İran’da iyi tanındığını gördük sadece mutaassıp Şialarda Şii karşıtlığından dolayı sevilmediği de bir vakıa.