TR EN

Dil Seçin

Ara

Helena Norberg Anlatıyor: Modernleşme Ladakh’a Ne Yaptı?

Modernleşme ve küreselleşmenin yerel bir kültürü nasıl yok ettiğine dair çarpıcı bir örnek

 

“Ladakh, Hindistan’ın kuzeyinde yer alan Tibet platosunda yüksek rakımlı bir çöl. Yaşam şartları açısından son derece olumsuz özellikler barındıran bu coğrafyada insanlar neredeyse bin yıldır hayatta kalma başarısı göstermişler. Kıt kaynaklara sahip olmaları ve çok eski teknolojiler kullanmalarına rağmen, sadece maddî isteklerine değil, psikolojik ve ruhsal ihtiyaçlarına da cevap veren zengin bir kültür meydana getirmişler.

Ta ki 1962’ye kadar. Çünkü bu yılla birlikte, Küçük Tibet olarak da bilinen Ladakh, modernleşmenin etkilerine maruz kalmaya başladı. O yıl, bölge ülkenin geri kalanıyla bir yol ile bağlandı. Böylelikle bölge halkı yeni tüketim maddelerinin yanı sıra, hükümet bürokrasisiyle de tanışmış oldu. Dış dünyayla başlayan irtibat, zamanla kendilerini şekillendirmeye başladı.

Son yirmi yılda yaşanan değişimin Ladakhlılar’ın kendilerine dair algılarını nasıl etkilediğine yakından tanık oldum. “Kültürel aşağılık kompleksi”ne kapılan insanlar artık kendileri ile barışık değiller. Özellikle genç kuşak kendi köklerinden utanç duyuyorlar ve olabildiğince modern görünme çabası içindeler.”

 

Ladakhlıların modernleşme sonucunda ne hale geldiğini bu şekilde izah eden Helena Norberg Hodge, bu süreçte turizmin etkisini de şöyle izah ediyor:

“1975’te başlayan turizm faaliyetleri, bu değişim sürecinde önemli bir dönüm noktasıydı. Turistler yerli halk için başka gezegenden inmiş uzaylılar gibiydi. Batılı kültürün içinde yaşanan olumsuzluklar, Ladakhlılar tarafından bakıldığında göze görünmüyordu. Mesela turistlerin çok rahat para harcamaları, yerli halkın kendisini fakir hissetmesine sebep oldu. Oysa kendi geleneksel toplum yapıları, çok fazla alışveriş yapılmasını gerektirmiyordu. Bu gerçeği görememeleri ve kendilerini hep turistlerle kıyaslamaları, zamanla özgüvenlerinin sarsılmasına yol açtı.

1975’te Hemis Shukpachan adlı ücra bir köye yaptığım gezi sırasında Tsewang adlı bir genç bana rehberlik etti. Köyün bütün evleri çok büyük ve güzel görünüyordu. Genç rehberime köydeki fakir insanların yaşadıkları evleri de görmek istediğimi söyledim. Rehberim bir süre şaşkınlıkla baktı ve şu cevabı verdi: “Burada hiç fakir insanımız yoktur.” Bundan sekiz yıl sonra aynı gencin bölgeye gelen turistlere rehberlik yaparken, “Keşke biz Ladakhlılar’a yardım elinizi uzatsanız. Öylesine fakiriz ki…” şeklinde konuştuğunu duyduğumda, kulaklarıma inanamadım.”

 

Hodge, turizmin yanı sıra televizyon ve sinemanın etkisini de şu şekilde özetliyor:

“Ladakhlılar, Batı dünyasında bütün işlerin makinalarla görüldüğünü, insanların hiç yorulmadıklarını, hep tertemiz ve bakımlı bir halde lüks içinde yaşadıklarını sanıyorlar. Böyle düşünmelerinde turizm kadar film sektörünün ve televizyonun etkisi de çok büyük.

Medya sürekli zengin, genç, güzel ve güçlü insana vurgu yapıyor. Genç Ladakhlılar için hız, gençlik, süper temizlik, güzellik, moda ve rekabetçilikle özdeşleşen “Amerikan Rüyası” karşı konulmaz bir cazibe taşıyor. Şehirliliğin karşısında yer alan köy hayatı ise ilkel, saçma ve verimsiz görülüyor. Modern hayatı tek taraflı olarak değerlendiren gençler, çok az bir para karşılığında ellerini kirletecek tarla işlerinde çalışmayı küçümsüyorlar. Böyle bir hayat, turistlerin ve film kahramanlarının hayatlarıyla karşılaştırıldığında onlara son derece anlamsız görünüyor.

Çağdaş Batı kültürünün kendilerinden çok üstün olduğu düşüncesi, yoğun genç nüfus barındıran bütün kırsal kesimlerde görülen bir durum aslında. Buna da çok şaşırmamak gerekir. Çünkü onlar dışardan baktıklarında modern dünyanın sadece maddî boyutunu, yani Batı kültürünün üstün olduğu tarafı görebiliyorlar. Batı insanının muzdarip olduğu stres, yalnızlık, yaşlanma korkusu gibi sosyal ve psikolojik boyutları ise göremiyorlar. Çevre tahribatı, enflasyon veya işsizlik gibi sorunlardan da haberleri yok. Batı hayranlığıyla gözleri perdelenen genç Ladakhlılar bunları hiç hesaba katamadıkları için, aşağılık kompleksine kapılıyorlar. Ve toptancı bir zihniyetle kendi kültürlerini reddediyorlar. Aynı zamanda da küresel tek tipçi kültüre gönüllü olarak teslim oluyorlar. Sonuçta, modern hayatın sembolleri olduğu için güneş gözlüğü takmak, walkman kullanmak ve jeans giymek onlar için vazgeçilmez şeyler olup çıkıyor.”

 

Hodge’un modern eğitim kalıplarının Üçüncü Dünya ülkelerindeki etkisine dair tespitleri de son derece dikkat çekici:

“Bilginin yaygınlaşması ve zenginleşmesi noktasında gerçek eğitimin önemi tartışılmaz. Ancak günümüz Üçüncü Dünya ülkelerinde eğitim oldukça farklı bir anlam kazandı. Çocuklar eğitimle kendi kültürlerinden ve tabiattan koparılıp, Batılı kalıplarla şekillenmiş bir şehir hayatında istihdam edilecek uzmanlar olarak yetiştiriliyor. Bu durum Ladakh’da çok belirgin olarak görülüyor. Bu nedenle Ladakhlı çocuklar okullarından mezun olduklarında içinde yaşadıkları çevreye yabancılaşmış, kendi kaynaklarını kullanma ve hayatlarını devam ettirecekleri dünyaya intibak etme yeteneğinden yoksun kişiler olarak karşımıza çıkıyor.

Oysa, geleneksel Ladakh kültüründe hayatın dışında “eğitim” diye bir süreç yoktur. Eğitim insanın diğer insanlar ve ekosistemle karşılıklı ilişkileriyle şekillenen bir öğrenme ve hayata hazırlanma sürecidir. Mesela, tohum ekmede ailesine yardımcı olan  bir çocuk, köyün bir tarafının biraz daha ılıman olduğunu öğrenir. Yine toprakla uğraştığı sırada edindiği tecrübelerle arpa bitkisinin farklı soylarını ve her bir çeşidin yetişme şartlarını ayırd edebilir. En küçük yabani bitkileri bile nasıl tanıyacağını veya uzak bir dağ eteğinde bir hayvanı diğerlerinden nasıl ayıracağını bilir. Etraflarını saran doğal dünyanın değişken ilişkilerini, bunlar arasındaki bağlantıları, süreçleri ve değişimleri hep tecrübeyle yaşayarak öğrenir.

Bilginin kuşaktan kuşağa aktarılması da eğitimin bir başka boyutudur. Ladakhlılar büyüklerini izleyerek giyim ve barınak ihtiyaçlarını kendilerince nasıl karşılayabileceklerini öğrenirler. Yak derisinden ayakkabı yapma, koyun yününden ip eğirme, taş ve çamurla ev inşa etme hep bu yolla öğrenilir. Eğitim yerel odaklı ve yaşanan hayatla iç içedir. Bu da çocuklara büyüme süreçlerinde içinde yaşadıkları çevreyle ilgili bir farkındalık kazandırır ve böylece mevcut imkânları en etkili şekilde kullanma konusunda bilinçlenmiş olurlar.

Modern okullarda ise bu tür bilgi verilmez. Çocuklar “ekolojik toplum”dan ziyade “teknolojik toplum” şartlarına göre yetiştirilir. Okul geleneksel yeteneklerin unutulduğu, daha kötüsü küçümsendiği yerlerdir.

Batılı eğitim, Ladakh köylerine 1970’lerde geldi. Bugün yaklaşık iki yüz kadar okul var. Ana müfredat Hindistan’ın diğer bölgelerinde uygulanan müfredatın zayıf bir taklidi niteliğindedir. Zaten o da İngiliz eğitim sisteminden kopya edilmiştir. Bu müfredatın içinde yerel denebilecek bir unsur yok gibidir. Okul kitaplarının çoğu gereksiz ve Ladakhlılar’ın gerçekleriyle örtüşmeyen bilgilerle doludur. Bu okullarda öğrendikleri şeyler Ladakhlı çocukların gerçek hayatta faydalanabilecekleri mahiyette değildir. Çünkü aldıkları eğitim daha çok bir New Yorklu, Berlinli veya Parisli’ye uygun olarak hazırlanmış bir eğitimin ikinci dereceden bir versiyonudur o kadar. Onlar Ladakh’a hiç ayak basmamış, yüksek rakımlı bir yerde arpa yetiştirme veya güneşte kurutulmuş tuğlalarla ev yapma konularında hiçbir şey bilmeyen insanların yazdıkları kitaplardan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlar.”

 

Hodge’a göre, bu durum sadece Ladakh’a özgü değil:

“Bu durum sadece Ladakh için geçerli değil. Bugün aynı ön kabullere dayalı Avrupa merkezli bir eğitim anlayışının dünyanın her köşesinde geçerli olduğunu biliyoruz. Bu merkezde edinilen bilginin “evrensel” olduğu propagandası yapılıyor.

Halbuki çok farklı ekosistem ve kültür ortamlarında edinilen bu bilgi, uzaklardaki çocuklar için sentetik ve hayattan kopuk bir özellik arz ediyor. Bu çocukların yüksek öğrenime devam edip inşaat mühendisliği okuduklarını düşünsek, o aşamada beton ve çelik kullanarak inşa edilen evler hakkında eğitim alacaklardır. Ya da ziraat üzerine eğitimlerine devam edecek olsalar, bu kez kimyasal gübreler, tarım ilaçları, büyük makinalar ve melez tohumlar gibi endüstriyel tarımla ilgili konularda uzmanlaşacaklardır. Batılı eğitim sistemi, doğal çevre kaynaklarını göz arzı edip herkesin aynı küresel kaynakları kullanması gerektiğini öğreterek tüm insanlığı daha fakir hale getiriyor. Bu yolla da suni bir kıtlık meydana getirip rekabeti körüklüyor. Daha kötüsü, yerli halkların özsaygısı törpüleniyor.

Batı tipi eğitim, insanları tarımdan koparıp şehre çekmekte ve insanları para ekonomisine bağımlı hale getirmektedir. Aslında geleneksel olarak işsizlik diye bir sorun yoktur. Halbuki modern sektörde sınırlı sayıdaki ücretli işler, özellikle memuriyet için yoğun bir rekabet yaşanmaktadır. Sonuçta işsizlik ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Modern eğitimin okuma yazma oranlarının yükselmesi gibi birtakım olumlu getirileri de oldu kuşkusuz. Yine Ladakhlılar içinde dış dünyanın farklı güçlerini böylece tanıma fırsatı buldular. Ancak bu gerçekleşirken Ladakhlılar birbirlerinden ve topraktan koptular, küresel ekonomi merdiveninin de en alt basamağına yerleştirilmiş oldular.”

(Helena Norberg Hodge’un Ladakh(lılar) ile ilgili uzun yıllar sonucunda ulaştığı diğer gözlem ve değerlendirmelerine internetten göz atabilirsiniz.)

 

Helena Norberg Hodge

İsveçli felsefeci, öğretmen ve aktivist. Uluslar arası Ekoloji ve Kültür Topluluğu’nun (The International Society for Ecology and Culture) kurucusu. Otuz yıldır, üç kıtada günümüz ekonomik gelişme modelleri, özellikle de bunların geleneksel toplumlar ve yerel kültürler üzerindeki etkilerine karşı mücadele ediyor. Keşmir’in Hint yönetimi altında bulunan Ladakh bölgesinde ikamet etmesine izin verilen ilk yabancı. Bölge halkının yerel dilini de öğrenen Hodge, modernleşmenin kültürel alandaki yıkıcı etkilerine karşı bilinçlenme ve karşı koyma hareketlerine liderlik ediyor. Bunların yanı sıra Avrupa ve Amerika’da da küreselleşmeye karşı sivil çalışmalarda imzası var.