TR EN

Dil Seçin

Ara

“Yağmur duasıyla alıp veremediğiniz ne?”

Kendisini NTV’nin 90 Dakika adlı spor programından tanıyoruz. Hıncal Uluç’tan arta kalan vakitte kendine özgü spor yorumlarını belki herkes beğenmeyebilir; ama güncel olaylara ilişkin yazdığı dobra yazılar gerçekten takdire değer. Evet, Haşmet Babaoğlu’ndan bahsediyoruz. Babaoğlu, Yalçın Doğan’ın Hürriyet Pazar Eki’nde yazdığı “Global ısınmayı yağmur duasıyla çözemeyiz” başlıklı yazıyı okuyunca, hemen kaleme sarılmış ve “Yağmur duasıyla alıp veremediğiniz ne?” diye sormuş yağmur duasını anlamsız bulan kafalara.

Özetle Babaoğlu şunları söylüyor:

“Yağmur duasına çıkanları küçümsemeyi kendine baş vazife bilenler nedense hiç ayna karşısına geçmiyor. Hani uzaktan bakınca sanırsınız ki, hepsi TÜBİTAK’ta araştırmacı. Hayır! “A!.. Hiç yağmur duasıyla kuraklığa çare bulunur muymuş canım” diye atıp tutup hemen ardından astroloji ve tarot falına bakanları; her türlü derdine çare olarak reiki yapan ve yaptıranları; istekleri olsun diye Secret kitabında yazılanları harfiyen uygulayanları çok gördüm. Öylesine açık biçimde sosyal-sınıfsal bir konumlanma ki bu! Mesela bizim köylülerimizin yağmur duasına dudak bükenler Avustralya yerlilerinin (Aborjinler) yağmur dualarını bütün renkliliğiyle anlatan kitapları ayıla bayıla okuyorlar.

Artık küresel ısınmadan söz edecek yazar ve gazetecilerimizden klişelere başvurmak yerine babayiğitlik yapmalarını bekliyorum. Yazacaksanız… Bu “vaka”nın ardında sifondan damlayan su, boşa harcanan elektrik, umursamazca havaya salınan karbon gazları falan değil, bütünüyle kapitalist sistemin bulunduğunu yazın! Yazacaksanız… Dünyayı bu hale getirenin uygarlık dediğimiz şeyin ta kendisi olduğunu yazın.

Hem sevgili Yalçın Doğan herhalde biliyorsundur; (ben hiç katılmıyorum tezlerine ama) bazı bilim adamları çok umutsuz. Ekolojik bozulmanın geri dönüşsüz olduğunu düşünüyorlar. Yani onlara göre zaten işimiz Allah’a kaldı!

Eh, o zaman duadan anlamlısı var mı?

 

***

 

“Ölçüleri yanlış olanların, 

bütün ölçümleri yanlıştır.”

— M. Selahattin Şimşek

 

***

 

Gökkafes dosyasına Abdülhamid şerhi

Zamanında çok eleştirilen bir padişahtı Abdülhamid Han. Ama Osmanlı’nın son ve zor zamanlarında tahta oturan bu bilge padişahın feraseti sonradan dost ve düşmanın nazarında belirgin biçimde ortaya çıktı. Sanki bugünkü İsrail belasının geleceğini görmüş gibi Filistin topraklarını Yahudilere satmayışı, onun nasıl büyük düşündüğünün en güzel delillerinden biri.

Abdülhamid Han’ı tarihte kendisine ait köşesine yerleştirdik derken, bu defa hiç beklemediğimiz bir meselede yine önümüze çıktı bu bilge padişah. Gümüşsuyu’nda, Beyoğlu ile Şişli ilçe sınırlarının değiştirilmesi dahil olmak üzere binbir türlü entrikayla yapılan Gökkafes’i hepimiz biliyoruz. Resmî ve sivil kurumların hukuk mücadelesine rağmen yapılan bu çirkin yapıyla ilgili devam eden davada ilginç bir gelişme yaşandı geçen ay. Meğer 1908 yılında Abdülhamid, bu yapının üzerine yapıldığı arsa tapusunun üzerine “üzerinde yapılaşmaya gidilemez” şerhi koydurmuş. Lakin, İstanbul İkinci İdare Mahkemesi, Abdülhamid’in bu şerhini görmeyerek İstanbul Mimarlar Odası’nın açtığı ruhsatı iptal davasını reddetmişti. Hukukçular, yeni fark edilen bu gelişmenin yargı sürecinin seyrini değiştirecek önemli bir adım olduğu yönünde fikir beyan ediyorlar. Besbelli ki Abdülhamid’in yeni bir feraset örneğiyle karşı karşıyayız. İleri görüşlülük buna denmez de neye denir?

 

***

 

Değmez!

“İnsanlar” dedi Küçük Prens, “Ne aradıklarını bilmeden hızlı trenlere doluşuyorlar. Endişe ve telaşla, aynı yerde dönüp duruyorlar.”

Bir an durakladıktan sonra ekledi:

“Çektikleri sıkıntıya değmez bu.”

— Saint Exupery, Küçük Prens’ten

 

***

 

Bizde niçin Q yok?

Bildiğiniz gibi, Cumhuriyet döneminin önemli inkılaplarından birisini harflerde yapılan değişiklik oluşturuyor. Arap alfabesinin yerini Latin alfabesinin aldığı bu dönemde, nedense bazı Latin harfleri alfabeye dahil edilmedi. 

Neden dersiniz? 

İşte Mehmet Doğan’ın, Büyük Türkçe Sözlük’ünün Q maddesine Falih Rıfkı Atay’dan yaptığı alıntıya göre bunun nedeni:

“Atatürk el yazısı majisküllerini bilmezdi. Küçük harfleri, büyütmekle yetinirdi. Kâğıdı aldı KEMAL’in baş harfini küçük Q’nun (q) büyütülmüşü ile sonra da küçük K’nın (k) büyütülmüşü ile yazdı. Birincisi hiç hoşuna gitmedi. Bu yüzden Q harfinden kurtulduk. Bereket Atatürk q’nun majiskülünü (Q) bilmiyordu. Çünkü o, k’nın büyütülmüşünden daha gösterişli idi.” (Falih Rıfkı Atay)

 

***

 

Arılar yok olunca kıyamet kopar mı?

Einstein “Bal arıları yok olduktan 4 yıl sonra insanlık biter” demişti. Dünyanın her yerinde arılar gizemli bir şekilde ortadan kayboluyor. Felaket kapıda mı?

ABD başta olmak üzere dünya genelinde onlarca ülkede, bal arıları gizemli bir şekilde ortadan kayboluyor. Arıların ekolojik denge ve insan yaşamı için hayati öneme sahip olduğunu açıklayan uzmanlar ise “Arıların neden öldüğünü tespit edemezsek sonumuz gelebilir” uyarısını yapıyor. ABD’de bahar mevsiminin gelişiyle birlikte 2.5 milyon kovanın 600 bini aniden boşaldı. Türkiye’de ise arı nüfusunun yüzde 30 oranında azaldığı belirtilirken, Hırvatistan’da 5 milyon arı 48 saat içinde öldü. İspanya’da arı kolonileri ortadan kayboldu. Polonya’da arı nüfusu yüzde 60 azalırken, son 1 hafta içinde Alaska, Kanada, Avustralya, Yunanistan, İsviçre, İtalya, Almanya ve Portekiz’de de bal arılarının gizemli bir şekilde kaybolduğu bildirildi.

Dünyanın en ünlü bilim adamlarından Albert Einstein, arıların insan için hayati öneme sahip olduğunu açıklamıştı. Yaşamış en zeki insanlardan biri olarak gösterilen Einstein, “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa, insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz.” demişti.

Wurzburg Üniversitesi’nin arı uzmanı Profesör Joergen Tautz, Einstein’ın uyarısını şöyle yorumluyor: “Çiçek ve bitki türlerinin tüm polenleri arıların ayaklarına yapışır. Arılar 130 bin farklı bitki türüne konarak üremesini sağlar. Bunlar arasında kabak, kavun, çilek ve tüm meyveler var. Sadece bir kovandaki arılar 1 gün içinde 1 milyon çiçeği döller. İşte bu sona ererse, bitkiler yok olur. Önce bitkiyle beslenen hayvanlar, daha sonra da insanlar ölür.”

 

***

 

“Felaketler, 

ayak seslerini duymayanlara geliyorum demez.”

—M. Selahattin Şimşek

 

***

 

Ramazan’da suçlar azaldı!

Ramazan ayının girmesiyle birlikte ülke genelinde suç istatistiklerinde bir azalma olduğunu polis kayıtlarından biliyoruz. Ramazan’ın kendine has iklimiyle ruhlarda görülen incelme, en kaba ruhlarda bile icra ettiği etkiyle elleri suç işlemekten men ediyor. Nefis dizginlenince, oruç toplumda birlik ruhunu canlandırdıkça akıl ve kalpler topluca Allah’ın ipine sarılmaktan başka bir yola yönelemiyor. En azından başkasının canına ya da malına zarar verme düşüncesi, Ramazan’da kendisine yer bulamıyor.

Bu yıl bu halin küçük bir misali, Ankara’nın en büyük ilçelerinden biri olan Beypazarı’nda da yaşandı. Öyle ki Beypazarı’nda Ramazan’da suçlar durma noktasına geldi. 50 bin nüfuslu ilçede hırsızlık, yankesicilik, darp, tehdit, adam yaralama gibi suçlara, Ramazan’ın girmesiyle rastlanmaz oldu.

Alkollü araç kullanımı, aşırı gürültü yapma, rahatsızlık verme gibi Kabahatler Kanunu’na giren olaylar da Ramazan ayında cereyan etmedi. Ramazan’ın başladığı 13 Eylül’ün öncesinde, 1  Temmuz’dan 12 Eylül’e kadar geçen 70 günlük sürede şahsa karşı 73 suç işlendi. Şahsa karşı işlenen darp, tehdit, yaralama, hakaret, cinayet gibi suçlara Ramazan ayının ilk iki haftasında rastlanmadı. Ramazan’dan önceki 70 günlük sürede hırsızlık, dolandırıcılık, yankesicilik gibi mala karşı işlenen suçlara 33 kez rastlanırken, Ramazan’da mala karşı hiç suç işlenmedi.

Ramazan’ı topluma bakan bir de bu yönüyle görmek gerekiyor. Boşuna denmemiş “Ramazan rahmet ayıdır” diye.

 

***

 

Bu da mı mahalle baskısı?

İngiltere’de bir süpermarket zinciri, Müslüman kasiyerlere içki satışını ret hakkı vermeye hazırlanıyor. Buna göre, Müslüman kasiyer alkollü içecek alan müşterinin içkisine el sürmeyip, bir başka mesai arkadaşına yerini devredebilecek. Ayrıca rafları düzenleyen çalışanlar arasındaki Müslümanlar da içki reyonu yerine başka reyonlarda çalışabilecek. Kuzey Londra’da uygulamayı başlattıklarını açıklayan Sainsbury’s süpermarket yetkilileri, bu uygulamanın geçerli olacağı şubeler konusunda karar verme yetkisinin mağaza yetkililerine bırakıldığını bildiriyor.

Bildiğiniz gibi son günlerde “mahalle baskısı” diye ortalığı karıştırmak isteyenler türedi. İddiaları, din ve dinî uygulamalar kamusal alanda görünür hale gelirse, bunun başka inançta olan ya da inanmayanlar için bir baskı olacağı yönünde. Oysa bu haberin bize haykırdığı çok önemli bir şey var: Bir mahallede eğer adalete dayalı bir hukuk oluşturulmak isteniyorsa, önce herkesin inancı doğrultusunda yaşama hakkına saygı gösterilmeli ve sonra bu haklar doğrultusunda insanlara hukukî çerçeveler çizilmeli, tıpkı yukarıdaki haberde olduğu gibi. Şu dünya hayatında insanlar eğer inandıkları gibi yaşayamayacaklarsa, yaşamalarının ne anlamı olabilir ki?