TR EN

Dil Seçin

Ara

Ölüm, Ama Niçin?

Bu sabah kalbim ferah. Dilimde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın güzel bir şiiri var.

Selâm olsun bizden güzel dünyaya, / Bahçelerde hâlâ güller açar mı? / Selâm olsun, sonsuz güneşe, aya / Işıklar, gölgeler suda oynar mı?

Hepsi güzeldi kar, tipi, fırtına / Günlerin geçişi ardı ardına. / Hasretiz bir kanat şakırtısına / Mavi gökte kuşlar yine uçar mı?

Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan, / Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan / Dönmeyen gemiler olduk açıktan / Adımızı soran, arayan var mı?

Evet, zaman zaman sormamız gereken bir soru var. Biz bu dünyada niye yaşıyoruz? Niçin buradayız, niye varız ve dahi nereye gidiyoruz? Çünkü bu sorulardır hayatımızı anlamlı kılacak olan. Hayat ki, bir emanet. Ömür ki, yegâne sermayesidir insanın. Bir ağabey anlatmıştı geçenlerde. Rüyasında ölüm meleğini yani Azrail’i görmüş insan suretinde. Çok anlamlı bir söz söylemiş ona: “Ben Azrail’im, ansızın gelirim.” demiş. Lâl kesildim. Bazı rüyalar hakikat gibi. Evet, ölüm ama niçin? Ölüm bir gün bizi bulacak ama nerede? Ölüm bize bir gün ulaşacak ama nasıl? “Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.” (Nisa Suresi, 78) Böyle buyuruyor Allah (cc).

İnsan yıldızlara çıksa, hatta mümkün olsa da başka gezegenlere gitse, gökdelenlerin en üst katlarında, en zirvedeki, en sağlam kalelerde bile yaşasa ölüm, onu her yerde bulacak, bir şekilde ulaşacak ve yakalayacaktır vesselam. Bu, Yüce Yaratanın bir takdiridir. “Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye, sizi sınamak için ölümü de, hayatı da yaratan O’dur. O’nun kudreti her şeye üstündür; O çok bağışlayıcıdır.” (Mülk Suresi, 2) Bu Kur’an ayetinden de anlaşılacağı üzere ölümün de yaratılmış olması onun sadece hayatın yokluğundan ibaret bir hâl olmadığını, başlı başına bir varlık, hatta bir âlem olduğunu gösteriyor.

Evet, ölümden kaçmak ya da korkmak yerine akıllı olan kişi, ona hazırlıklı olmaya çalışır. Ne vakti, ne de saati bellidir. Hani meşhurdur, Hz. Ebubekir’e biri gelir. Güya ölüme hazırdır. Ve kendisine bir kabir hazırladığını söyler. Hz. Ebubekir (ra): “Sen kendine kabir değil, kendini kabre hazırla.” der. Ölüme karşı daima hazırlıklı olmanın bir gereği, bir işaretidir bu.

Yüce Yaratanın bize emanet olarak verdiği en kıymetli şey, şüphesiz ömürdür. Bir insan bir gün içinde milyon ya da miyar lira kaybetse, ticarette ziyan etse, üzülür elbette. Oysa aynı insan bir günü ve bir günlük o kıymetli ömür sermayesini boş işler peşinde, boş yerlerde pekâlâ tüketip kaybedebilmektedir. İşte buna hiç üzüntü duymamasına gerçekten şaşmak gerektir. Bugün hepimiz bu durumdayız. Kazandıklarınızla ne bir ömür, ne bir saat, ne de bir dakika bile satın alamazsınız. İşte ömür sermayesi bu kadar kıymetlidir. Ve her an su gibi akıp gitmektedir. Kıymetini bilene ne mutlu. Hani ölenlerin ardından okuduğumuz bir ayet vardır ya; “İnna lillâhi ve inna ileyhi raciun” yani: “Şüphesiz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.” Hayatın kimden geldiğinin, kimin verdiğinin ve ölüm ile nereye gidildiğinin çok açık bir ifadesidir bu ayet-i kerime. İnsana sonsuz bir moral kaynağıdır. Yani yokluğa, hiçliğe, boşluğa, toprağa gitmiyorsunuz. Sizi hiç yoktan yaratan, ruhunuzu ölümsüz kılan, ebedi bir hayatı size vaat eden ve vaadini yerine getirmeye muktedir olan o yüce Allah’a dönüyorsunuz.

Bu ayet hem müjde, hem de bir ikaz içeriyor. Hayatı ne şekilde kullandıysak, bu emri o tarzda anlamamız mümkün. Yüreğimizin sevgiyle ve iyilikle dolu dolu olduğu günler vardır. Şüphesiz bu günler hayatı çok anlamlı ve çok iktisatlı kullandığımız günlerdir. Mesela gözlerimiz rastgele filmler çekmez, günahlara dalmaz. Kaçınır bakmaktan. Kulaklarımız ise, dedikodu ve gıybet dinlemekten uzak durur. Kalbimiz, Allah’a (cc) ait olan o güzel ve en özel yanımız ise, O’nunla doludur, O’nu anmakla huzurludur. Eller, ayaklar, organlar, hepsi aynı güzel davranış modeli içerisine girdiğinde insan yaşadığı hayattan gerçek bir lezzet alır. İman dairesindeki hakiki zevki tadar ve anlar ki helal dairesi geniştir ve keyfe kâfidir. Harama girmeye hiç gerek yoktur. Evet, Kur’an’dan ve Peygamberimizin (sav) sözlerinden sürekli güzel mesajlar alan kalbimiz ise, korku duymaz olur artık ölmekten, toprağa girip yatmaktan. Çünkü ölümün nedenini ve niçinini anlamaya başlamıştır yüreğinde. Hayat ölmekle bitmediğine göre, hem daha parlak bir şekilde bu hayat ebediyen devam edeceğine göre, bu dünyada faniliği ebedileştirmek için bulunduğumuzu anlar diri kalan yanımız yani kalbimiz, vicdanımız. Ebediyete, bekaya giden yol fenadan, bu dünyadan geçiyor. Ama her zaman da bu kadar uyanık, bu kadar diri olamayabiliyoruz. Olsun, bu bile büyük bir şey. Gafletten uyanmak da büyük bir nimet. Ne hastalık ne başka bir şeye, ölüm hiçbir şeye benzemiyor. Hayatta başımıza bir defa geliyor. Geldi mi de bizsiz gitmiyor. Bilinmez o an, ne zamandır, kim bilir? Bize en son yudum suyu kim verecek, hangi pınar, hangi çeşme, hangi tas kim bilir? Dilden, dudaktan ne dökülecek kim bilir? Allah’ım, kelimelerin en güzeli olan kelime-i şehadeti dünyanın son eşiğinden ayrılırken eksik eyleme dilimizden ve kalbimizden.

Evet, ölüm ama niçin? Candan sevdiğim dostların arka arkaya vefatlarıyla sarsıldım bu ay. Hiç bu kadar dostu böyle ard arda uğurlamamıştım. Hulusi ağabeye, Nedime teyzeye, Halil İbrahim Temel kardeşimizin babası Rıfat amcamıza, yıllarca ders ve sohbetleriyle gönlümüzü fetheden Tireli Nihat ağabeye, Zafer Dergisi’nin vefakâr ve fedakâr dostu Denizlili Muammer Hünerli ağabeyimize, yine ders arkadaşımız Melek kardeşimize ve bu yazıyı yazdığım sırada vefat haberini aldığım sevgili kardeşlerim Hasan ve Hüseyin Türkmen’in sevgili babaları, muhterem insan ve ders arkadaşımız Selahattin ağabeyin de ruhuna binler Fatihalar. Eski yeni bütün güzel dostlar, bütün güzel insanlar. Hepinize binler dualar olsun. Ebediyette yolunuz açık olsun, mekânınız Cennet olsun. Durağınız Hz. Peygamberin (sav) sohbet halkası olsun inşaallah.

Yunus Emre gibi:

Toprağa gark olmuş nazik tenleri / Söylemeden kalmış tatlı dilleri / Gelin, duadan unutman bunları.

Lütfen siz de, duadan unutmayın bu dostlarımızı.

Allah’ım, sevdiklerin hürmetine bu güzel insanları ve bizleri bağışla. Dünyada da, ahirette de iyilikler ihsan eyle.

Eğer bugünü, dünden daha güzel yaşayamayacaksak ne anlamı var bir günün ya da bugünün. Bir gün demek, aslında yeni bir gün demek. Yeni bir güne yeni bir insan olarak girmek demek. Haydi ruhum yeniden doğmaya. Ben alıştım zaten her sabah yeniden doğmaya ve yeniden uyanmaya. Hayata yeniden başlamaya. Haydi tövbelere, istiğfarlara sarılmaya. Rabbimizden af dilemekle, tekrar tazelemeye. Haydi yeniden hayata, imanla tutunmaya.

Niçin düşer bir yaprak dalından? Toprağa karışmak için ya da ağacın köklerini besleyip yeniden dal, budak, meyve olmak için. Ve bu duası kabul edilir bir küçük yaprakçığın. Düşen ve çürüyen bir yaprak yarın yeni bir ağacın, yeni bir meyvenin doğumunu müjdeler. Bir bir düşüyor dostlarımız hayat ağacının dalından yapraklar gibi. Bir gün de bizim hayat ağacımızın son yaprağı düşecek, son meyvesi dökülecek. Allah (cc) öyle istediği için. O’nun beka ve ebediyet sıfatının yanında faniliği taşıdığımız için bu dünyadaki vazifemizi bitirip, yerimizi başkalarına terk edeceğiz. Bu kadar. Ölüm ama niçin? Evet, ölüm ama bir daha ölmemek için dostlar. Hepinize hayırlı ölümler, hayırlı ömürler diliyorum. Rahmetli Selahattin Şimşek’i anmadan, bir dua ruhuna göndermeden olmayacak. Defterimde kayıtlı bir sözü var henüz neşrolmamış. İlk defa duyacaksınız belki de.

“Azrail ebedin ebesidir.”

Ne mutlu hayat çekirdeğini çürütmeyenlere, hakkını vererek yaşayanlara.”