Arkeolog Ağaçkakanlar
Barınmak için özellikle çamları tercih eden ağaçkakanlar, bir ağacı delmeye başlamadan önce ilk iş olarak o ağacın yaşına bakar ve 100 yaşını geçmiş olanı tercih ederler. Çünkü 100 yaşını geçmiş olan çam ağaçları, gövdelerini saran sert ve kalın kabuklarının yumuşamasını sağlayan bir hastalığa yakalanırlar. Bilim adamlarının yeni bulduğu bu bilgi, ağaçkakanların yüzyıllardır yaşamlarında uyguladıkları bir bilgidir.
Ağaçkakanların, düşmanları arasında önemli bir yer tutan yılana karşı da çok ilginç bir savunma yöntemi vardır. Önce yuvalarının kenarlarına çukur kazarlar. Daha sonra, çam ağaçlarından zaman içinde akan yapışkan reçineler bu çukurları doldurur. Böylece ağaçkakanların yuvalarının çevresi, en büyük düşmanları olan yılanlardan korunabilecekleri şekilde bir göletle çevrilmiş olur.
Ağaçkakanlardaki bir diğer hayret uyandıran özellik de, dillerinin ağaçlardaki karınca deliklerine girebilecek kadar ince, orada yaşayan karıncaları toplayabilecek gibi yapışkanlı olmasıdır. Ayrıca dillerinin, karıncaların vücutlarındaki asitin, kendilerine zarar vermesini önleyebilecek yapıda olması da ağaçkakanın yaratıldığı çevreye ne kadar uygun bir yaratılışta yaratıldığının bir başka çarpıcı ifadesidir.
***
“Başka hiç bir delil olmasa bile sadece baş parmak Allah’ın varlığını ispata yeter.”
— Newton
***
Muhteşem ikili: Su ve Kılcal Damarlar
Eğer insan vücudunun en küçük kılcal damarlarının 10 bin tanesini yan yana getirirsek, toplam kalınlıkları ancak bir kurşun kalemin ucu kadar olur. Bu kılcal damarların çapı, 3-5 mikron arasında değişir. Bu da milimetrenin binde üçü ya da beşi demektir. Peki, bu kadar ince ve dar kılcal damarlarda kan nasıl dolaşımda bulunmaktadır?
Cevabı şu: Su sayesinde! Daha doğrusu, suyun akışkanlığı sayesinde. Prof. Michael Denton, bu akışkanlığın ne kadar hassas bir ölçüyle yaratıldığını şu sözleriyle izah ediyor:
“Bir kılcal damar sistemi, ancak kanalların içine pompalanan sıvının yüksek bir akışkanlığa sahip olması durumunda çalışır. Yüksek akışkanlık çok önemlidir, çünkü sıvının damar içindeki hareketi, sıvının akışkanlığıyla doğru orantılıdır. Ama öte yandan, suyun akışkanlığının aşırı yüksek bir değerde olmaması da gereklidir. Mesela, suyun akışkanlığı bir iki kat fazla olsaydı, o zaman kılcal damarlarda kanı akıtabilmek için çok büyük bir pompalama basıncı gerekecek ve herhangi bir kılcal damar sistemi işlemez hale gelecekti.
Benzer şekilde, bu defa suyun akışkanlık değeri bir iki derece küçük olsaydı ve buna uygun şekilde en küçük kılcal damarın çapı 3 mikron yerine 10 mikron olsaydı, o zaman da, kılcal damarlara yeterli oksijen ve glikoz ulaştırabilmek için kas dokusunun neredeyse tamamını kılcal damarlar kaplayacaktı. Ve hiç kuşkusuz bu durumda, geniş yaşam formlarının dizaynı imkânsız hale gelecek ya da olağanüstü derecede sınırlanacaktı. Sonuç olarak, suyun hayata uygun bir temel bileşen olabilmesi için, akışkanlığının şu anda sahip olduğu değere çok çok yakın olması zorunludur. Su, bir rahmet eseri olarak, sıvıların alabileceği milyarlarca farklı akışkanlık değeri içinde tam da olması gereken değerde yaratılmıştır.
***
Niçin Ay’ı bazen gündüz de görürüz?
Ay dünyamıza çok yakın olduğundan gökyüzünde yıldızlardan çok daha büyük görünür. Eğer konumuna göre güneşten iyi ışık alabilirse gündüzleri de gökyüzünde rahatlıkla görülebilir. Ayın yüzeyi bir asfalt yol gibi yansıtıcıdır. Koyu renktedir ama tam siyah da değildir. Biz gökyüzünde aya baktığımızda sadece onun güneşten yansıttığı ışığı görüyoruz. Ay güneş kadar ışık saçmıyor ama yine de gökyüzündeki en parlak yıldızdan 100.000 kat daha fazla ışık yansıtabiliyor.
Az önce dediğimiz gibi, ay sadece gece görülebilir diye bir şey yok. Gündüzleri de periyoduna bağlı olarak ay da tepemizde, bütün yıldızlar da. Ama güneşin atmosferimizde yansıyan ışınları onları görmemize mani oluyor. Atmosferimiz olmasaydı, gökyüzü gündüzleri de karanlık olacak, güneşle birlikte yıldızları da görebilecektik.
Aslında bu durum ‘dünya’ ile ‘ahiret’ arasındaki farkı da çok güzel örnekliyor. Ay, yıldızlar ve uzayın ahiret yurdunu; yeryüzü ve atmosferin ise dünyayı temsil ettiğini kabul edersek: Gündüz de olsa gece de olsa, ay, yıldızlar ve bütün bir uzay hep orada! Ama biz dünya hayatının sebep olduğu bazı gaflet perdelemeleri nedeniyle onları bazen göremeyebiliyoruz. İşte öldüğümüz vakit, ahiret yurdunun bütün gerçeklikleri tıpkı gece gibi bize ayan olacak.
***
“O, mülkünde galiptir, işlerinde hikmet sahibidir.”
— Âl-i İmran Suresi, 6
***
3 Muz Yeterli
Terleme yoluyla vücuttan sadece su atılmaz. Atılanlar arasında önemli mineraller, vitaminler ve elektrolitler de vardır. Bunları yerine koymak için ise öyle uzun boylu düşünmeye gerek yok. Günde yenilecek 3 adet muz vücudun kaybettiklerini yerine getirmeye kafi.
***
Gülmek: Beyin ve akciğerlere oksijen banyosu
Gülme sırasında akciğerdeki bronşçukların şiddetle kasılıp açılması sonucunda akciğerdeki kirli artık hava oranı azalır. Kirli artık hava oranı azalmasına bağlı olarak da, organizmaya dört misli fazla oksijen girmeye başlar. Bu olgu bir anlamda, gerek beynin, gerekse akciğerin oksijenle yıkanmasını sağlar. Gülme sonrası insanın kendisini kuş gibi hafif hissetmesinin gerisinde bu biyokimyasal sebep vardır.