Neredeyse hiçbirimizin hayatının dışında tutamadığı, kredi kartları, taksitli satışlar, emeklilik, sigorta işlemleri ve finans kredileri konularının İslâm’ın ölçüleri ve özellikle faiz yasağı karşısındaki durumları nedir?
Kredi Kartıyla Alışveriş Caiz midir?
Kredi kartı, bir ödeme aracıdır, kredi aracı değildir. Kredi kartıyla alışveriş yapan bir insan zamanında borcunu ödediği takdirde dinen hiçbir sorun yoktur. Ancak, nakit çekilişler ve vadesinde ödenmeyen alışveriş bedelleri yüksek faizli krediye dönüşürse, muamelenin faiz yasağına girdiği kuşkusuzdur.
Kredi kartıyla taksitli mal bedeli ödeme caiz midir?
Bu muamelelerde malı satan işyeri, vadeli mal satmaktadır. Vadeli mal ticareti de dinimizde caizdir. Vadeli mal fiyatının da peşin fiyattan farklı ve daha yüksek olması da doğaldır. Dolayısıyla vade farkı olarak alınan meblağlar ismi ne olursa olsun faiz değildir.
Taksitlerin nakit yerine kredi kartıyla ödenmesi muameleye gölge düşürmez.
Sosyal Sigortalar Kurumu ile bireysel emeklilik kuruluşları aynı mahiyette midir? Farklıysa ne bakımından farklıdır?
Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı; devletin kurduğu sosyal güvenlik kuruluşlarıdır. Bunların amacı, hayatın göstereceği çeşitli risklere karşı vatandaşları koruma altına almaktır. Sigortalıların sadece kendileri değil bakmakla yükümlü oldukları aile bireyleri de bu kurumların sağladığı sağlık hizmetlerinden yararlanırlar. Ayrıca, sigortalı vefat ettiğinde eşi, çocukları bazen de anne ve babasına maaş bağlanır ve sağlık hizmeti verilir. Bu kuruluşların amacı tamamen sosyaldir. Zaten sosyal devlet anlayışının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Söz konusu müesseseler, kâr amacı gütmezler. Nitekim ülkemizde yukarıda saydığımız üç kuruluş sürekli zarar eder ve zararları devlet bütçesinden karşılanır. Rakamla ifade edersek bu kuruluşlara yıllar itibariyle bütçeden sağlanan finansman aşağıdaki miktarlarda gerçekleşmiştir:
2000 yılı: 3 katrilyon,
2001 yılı: 5 katrilyon,
2002 yılı: 11 katrilyon,
2003 yılı: 16 katrilyon.
Görüldüğü gibi, devletimizin bu kurumlardan hiçbir menfaati olmadığı gibi halkımızın sosyal güvenliğini sağlamak için önemli fedakârlıklar yapıyor.
Bireysel emeklilik sistemine (BES) dahil şirketlere gelince; bunlar kapitalist sistemin kâr amaçlı anonim şirketleridir. Sisteme dahil olan katılımcılardan toplanan primler, profesyonel fon yöneticileri tarafından çeşitli şekillerde değerlendirilir. Fonda biriken bu primlerin içinden giriş aidatı, yönetim gideri vs. adlar altında önemli meblağlar tahsil edilir. 25-30 yıl sürekli prim yatıran katılımcıya bu süre sonunda toptan para verilir veya emekli maaşı bağlanır. Yukarıda saydığımız resmi sosyal güvenlik kuruluşları gibi sağlık yardımı veya sigortalının dul eşi ve yetimlerine ve anne babaya maaş bağlanması söz konusu değildir. Bu şirketlerin kârları şu kalemlerden oluşur: Giriş aidatları artı yönetim gideri ve başka adlar altında alınan komisyonlar artı primlerin değerlendirilmesinden oluşan fonların işletilmesinden sağlanan kazanç.
Buna karşılık, gerekli süreyi dolduranlara ödenen toplu para ve emekli maaşları da giderleri oluşturur. Aradaki fark, sigorta şirketinin kârıdır. Bu şirketlerde muazzam fonların biriktiği bilinen bir gerçektir.
Diğer bir fark da şudur. Resmi sosyal güvenlik kurumlarına giriş zorunludur. Serbest meslek icra edenler Bağ-Kur’a, Devlet Memurları Emekli Sandığına, işçi statüsünde çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumuna üye olmak zorundadır. BES sistemine dahil olmak ise, tamamen bireyin kendi arzusuna bağlıdır. BES sistemine giren katılımcıların amacı refah düzeyini yükseltmektir.
Özetle; üyeliğin zorunlu olması, amacın fertleri çeşitli risklere karşı korumaktan ibaret oluşu, kâr amacının söz konusu olmaması, toplumda sosyal barışı sağlama hedefine yönelik olması nedenleriyle sosyal güvenlik kuruluşuna üyeliğin İslâmî açıdan hiçbir sakınca taşımadığı görüşündeyiz.
Buna karşılık; primlerin portföy yönetimi esasına göre, genellikle faizli malî araçlarda değerlendirildiği, hiçbir sosyal gayenin söz konusu olmadığı, birikimlerin altın, taşınmaz, borsa gibi alanlarda değerlendirilmesinin mümkün olduğu, yani alternatif yatırım imkanlarının bulunduğu hususları nazara alındığında, BES kurumlarında dinen mahzurlu sayılan özellikler bulunduğu sonucuna varıyoruz.
Bir finans kuruluşu konutu alıyor, size kiralıyor ve 4 seneden az olmamak kaydıyla kira öder gibi ödüyorsunuz. “Leasing” denen bu işlem caiz mi?
Leasing işlemleri veya ülkemizdeki terminolojiyle finansal kiralama işlemleri, kural olarak dinen caizdir. Ancak, yatırımcının kiralayacağı makine veya ekipmanı satın alma durumunda olan bu şirketler, diğer banka ve finans kurumlarından faizli kredi de kullanabilirler. Müşteriye kiralanan makine ve ekipmanın alımı faizli kredi ile finanse edilmiş olabilir. Zaten genellikle de durum böyledir. Bu durumda, söz konusu işlem faize bulaşmış olur ve tabii ki faiz yasağı kapsamına girer.
Ancak, özel finans kumrularının yaptığı leasing işlemleri için böyle bir tehlike söz konusu değildir. Ancak diğer leasing şirketleri için yukarıda anlattığımız olumsuz ihtimal her zaman için varittir.
Faiz ile kâr payının farkı nedir?
Faiz, belirli bir miktardaki anaparanın belirli bir vadede, belirli bir oranda elde ettiği getiri olarak tanımlanabilir. Yani borç verenin (banka ya da özel kişi) vadeyi ve oranı belirlediği, alanın da kabul ettiği bir uzlaşma söz konusudur. Faizli uygulamalarda her iki taraf, üzerinde anlaşılan vade geldiğinde anaparanın dışında ne kadar vereceğini ya da alacağını bilmektedir.
Faizsiz çalışma esasına dayalı kâr payı ise, taraflarca belirlenen vadeye kadar ticarî veya sınaî bir ekonomik faaliyette kullanılan anaparanın elde ettiği kârın vadesi geldiğinde anlaşılan oranda taraflara dağıtılan kısmıdır. Tasarruf sahibinin Özel Finans Kurumları’na yatırdığı para, bu kurumlarca sağlam ve verimli projelerde kullanılmak üzere yatırımcılara piyasa şartları içerisinde oluşan kâr oranları ile belirli bir vade için kullandırılır. Vade sonunda elde edilen getiri, yani kâr, %80’i tasarruf sahibine, %20’si kuruma olmak üzere dağıtılır. Görüldüğü gibi, faizin aksine kâr payı esasına göre çalışan sistemde anaparanın vade geldiğinde ne kadar kazandıracağı belirli değildir. Kaldı ki, kredilendirilen projelerden zarar edilmesi de ihtimal dahilindedir. Faizli sistemde ise bu mümkün değildir, vade geldiğinde önceden taahhüt edilen tutar mutlaka anapara sahibine ödenmelidir. Kısaca ve basitçe belirtmek gerekirse, kâr payı ile faiz arasındaki temel fark, faizde anaparanın vade sonundaki kazancı taahhüt edilirken, kâr payında kazancın destek verilen projelerin verimliliğine göre oluşmasıdır.