TR EN

Dil Seçin

Ara

Satır Arkası

Eğitimin ‘kolay’ı ve ‘zor’u

Bir çocuğa nasihat etmek kolay, onu dinlemek zor.

Yasaklamak ve ceza vermek kolay, örnek olmak zor.

Başarılı olduğunda aferin demek kolay, başarısızlığında yanında olmak zor.

Kendimize bağımlı kılmak kolay, özgür kılmak zor.

Kendi istediğimiz gibi olduğunda onu kabullenmek kolay, kendisi olduğunda kabul etmek zor.

İtaat ettirmek kolay, irade sahibi kılmak zor.

Korkutmak kolay, cesaretlendirmek ve ona güven kazandırmak zor.

Kendimize benzetmek kolay, kendisine benzemesine fırsat vermek zor.

Merakını öldürmek kolay, merakını teşvik etmek zor.

Başıboş bırakmak kolay, sorumluluk sahibi kılmak zor.

Beraber vakit geçirmek kolay, beraber kaliteli vakit geçirmek zor.

Sevgide aşırıya gitmek kolay, disiplini bozmadan sevmek zor.

Hatasını affetmemek kolay, hatasını düzeltmesine yardımcı olmak zor.

Siz hangisine talipsiniz; kolayına mı, zoruna mı?

 

 

“Hiç kimseye, beni kendisinden nefret etmek suretiyle ruhumu daraltmasına izin verecek değilim.”

— Yıllarca beyazların aşağılamasına maruz kalmış bir topluluğa mensup, Afrika kökenli Amerikalı eğitimci Booker T. Washington’dan son derece bilgece bir söz. Bu bilgelik, onu nefret odaklı olmaktan koruduğu gibi, özgür de kılıyor.

 

 

Bir Dua

Allah’ım,

Benim ellerim küçük; ama bir ihtiyaç sahibine yardım edecek kadar değil.

Benim ayaklarım kısa; ama bir komşu ya da hastayı ziyaret edecek kadar değil.

Benim sesim kısık; ama hakkı dillendirecek kadar değil.

Öyleyse, Sen beni bunları yapanlardan eyle!

— İnsan bir iyilik yapmayı istediğinde şeytan çok kere, “Senin bunlara gücün yetmez.” diye kandırır. İşte bu dua, şeytanın iğvasına karşı mükemmel bir ilaç hükmünde.

 

 

Modern insanın çelişkisi

Modern insana “Allah var, ahiret var.” dediğinizde, “Binlerce yıldır bu zıtlık ve eksikliklerle dolu dünyada yaşıyoruz; madem Allah var neden bu eksik dünyada zorluklar içinde yaşıyoruz?” diyerek Allah’ı ve ahireti inkâr etmeye meyleder. Ama sıra yaratıcının hükmetmediği bir dünya tasavvuruna gelince, alabildiğine sınırsız ve insan kapasitesine had koymayan bir dünyada yaşadığını büyük bir zevkle söylemekten de geri durmaz.

— İsveçli düşünür Tage Lindbom, ‘Demokrasi Miti’ adlı eserinde modern insanın dünyayı anlamlandırmakla ilgili çelişkisini böyle izah ediyor.

 

 

Bir Soru Bir Cevap

Soru: Sizce çarpıtarak haber yapan televizyon gazetecilerine toplum daha fazlasını değil, sadece hak ettikleri kadar değer vermeyi başarabilecek mi?

Cevap: Bir kere, televizyon zaten her şeyi ‘çarpıtır.’ Onun doğasında bu vardır. Televizyon gerçek dünyadan seçili bazı parçaları alır ve onun üzerinde bir yazarın roman üzerinde çalışma yapması gibi çalışma yapar ve kendi dünyasına aktarır. Sıra televizyon haberine geldiğinde bunu haber yapımcıları ve kamera elemanları yapar. Neticede televizyon gerçekliğin üzerinde çarpıtma yaparak kendi gerçeğini üreten bir medya aracıdır.

Asıl soruya gelirsek, bahsettiğiniz sonucu cahil ve incelikten yoksun bir toplumda başaramazsınız. Mesela bu ülkede, ABD’de yıllardır İran’la ilgili ‘düşman ülke’ haberleri yapılıyor, ama sokakta herhangi birisine İran’ın nerede olduğu ya da hangi dili konuştuğu gibi basit bir soru sorduğunuzda bile cevap alamıyorsunuz. Bazı araştırmalara göre şu anda Amerika’da 60 milyon okuma yazma bilmeyen var; ve son başkanlık seçimlerine katılım %50’nin altındaydı. Dünya çapında bir skandal bu; ve bunda televizyonun, özelde haber programlarının düzenleniş biçiminin etkisi olmadığını kimse iddia edemez.

— Televizyon haberciliğiyle ilgili yapılan bir röportajda ünlü medya ve toplum düşünürü Neil Postman’ın yalın, ama çarpıcı cevabı.

 

 

“Mahşerde ne kadar diploma aldığımızla, ne kadar para kazandığımızla yargılanmayacağız. Orada her birimiz, bizim için ‘Ben açtım, sen beni doyurdun.’, ‘Ben çıplaktım, sen beni giydirdin.’, ‘Ben evsizdim, sen beni misafir ettin.’ diyen birisinin olmasını arzu edeceğiz.”

— Nobel Barış Ödülü alan Rahibe Teresa, vahiyden aldığı ders ile bakışımızı dünyadan ahirete çevirerek ‘gerçek başarı’nın nerede olduğunu ferasetle dile getiriyor.

 

 

“Biz öyle mahluklarız ki, bazen melekler insan yaratılmadıklarına üzülür; bazen de şeytanlar bizden olmadıklarına şükrederler.”

— Hz. Mevlânâ, bu veciz ifadesiyle insanın melekten üstün, şeytandan aşağı olabilecek bir potansiyele sahip olduğuna işaret ediyor.