“Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.”
İnsanoğlu unutmaya meyyal bir varlık. Geçip giden zamanla birlikte biz de yol alıyor, farklı hayat safhalarını tecrübe ediyoruz. Çocukluk, gençlik, ihtiyarlık... Her biri, bizi biz yapan tecrübeler olarak hafızamızda yerini alıyor. Kişisel tarihimizi hatırlamak bugüne tutunmak adına bir dayanak oluyor. Nereden geldik, nelerle baş ettik, başarılarımız ve başarısızlıklarımız, gerçekleşen hayallerimiz veya hayal kırıklıklarımız.. Hepsinin yeri ayrı, her biri kıymetli.
Akıp giden hayata karşı bizi güçlü kılan hususun varlık gayemizi bilmek ve bize “Hayat Bahşeden”le irtibatımızı sağlam tutmak olduğunu hatırda tutmalı en çok. Çünkü hayatı da hafızayı da bahşeden O. Kendini, Rabbini bilmemek ne büyük bir unutuştur. İnsanın dünya üzerinde niçin varolduğunu unutması... Kur’an’da sık sık insanın kendine bakması, varoluşunu tefekkür etmesinin istenmesi bu yüzden olsa gerek.
…
İnsanoğlunu en çok aldatan kendi kendine yettiği düşüncesine kapıldığı güçlü dönemleridir. Halbuki gücün kuvvetin zirvede olduğu zamanlara gelinceye kadar ne kadar da ilgi ve bakıma muhtaç bir acizdir insanoğlu... Ne çabuk unutuyoruz... Çocukluk yılları hatırlanası çağlardır bu yüzden...
Çocukluk ki, ömrün adeta cennet safhası, çocuk ki, haneyi cennete çeviren bir güzellik... Eğer gözler ruhun dünyayı temaşa ettiği pencereler hükmündeyse, daha bu dünyada iken cenneti görmek isteyenler, çocukların hiçbir kirle tanışmamış o tertemiz gözlerinden bize bakan ruhlarını seyredebilirler. Çünkü huzur ve saflığın mahalli olan o derinlik içinde cennetten bir esintidir soluklanan.
Hani o hep yakalamak için peşinde koşup durduğumuz huzur ve safiyet. Aslında dışarıya doğru bir şeylerin peşinde koşuyor olmak yanlış yönde gösterilen bir çaba. Geriye çoğunlukla tatminsizlik ve yorgunluk bırakan. Unuttuğumuz o günleri ve güzellikleri hatırlamak ihtiyacımız. Biz hep böyle iş güç peşinde koşturan hayat yorgunu kimseler değildik. İlahi bir lütufla yokluk karanlığından çıkarılıp hayat bahşedilen bizler aciz ve zayıf kimseler olarak dünyaya teşrif ettik. Ancak ne haliniz varsa görün denmedi bize. Öyle bir şefkat ve sevgiyle kucaklandık ki, her ihtiyacımıza cevap verildi, serpildik büyüdük. Şimdi aynı sevgi ve şefkatle bu kez bize emanet edilen çocuklarımızı hayata hazırlama, hayata kazandırma çabası içindeyiz. Yani biz de insanlık var olduğundan beri yapılageldiği üzere bu dünyada payımıza düşeni yaşıyoruz. Asıl gayeyi unutmadan ve nihai hedefi hep göz önünde bulundurarak bu yolculuğu tamamlayanlardan olabilirsek ne mutlu bize.
İçimizde kendisinden dünya yolculuğumuz nedeniyle ayrı düştüğümüz ana yurdumuz olan cennetin ve ona özlemin ifadesi olan çocuk yanımız bu nedenle hep hatırlanmalı. Unutuluşa terk edilmemeli. Büyümüş olmak bizi bize uzak kılmamalı.
Fıtratla savaş halinde olan modern hayat, bizi olabildiğince maddeye yöneltmeye çalışıyor. Maneviyat eksikliği ve değer yokluğu her alanda nitelik ve kalite kaybına yol açıyor. Oysa çocukluğun kendine has dünyasında basit ve sade ama çocuk için çok şey ifade eden hususlar olduğunu unutmamak gerek. Bir çocuğun kendini tanıma ve hayatı anlama yolunda ilk basamakları tırmanırken en büyük ihtiyacı sevgi, ilgi ve şefkatle yoğrulduğu, kabul gördüğü, kendini güvende hissettiği bir ortam. Bunlar her bir insan tekinin her yaşta ihtiyaç duyduğu hususlar. Sadece maddi alanda iyileşme çabaları bir yanımızı hep eksik bırakıyor nitekim.
…
Hayatı hızlandıran ve kolaylaştıran teknoloji nedeniyle hafızamızı çok kullanmak zorunda kalmayışımız da unutmalarımızı artıran bir diğer husus. Hayata her gün bir yenisi dahil olan teknoloji harikası ürünler, özellikle yaygın kullanım alanı nedeniyle bilgisayarlar, dikkatleri ve hayranlığı o kadar üzerlerine topluyorlar ki, onları tasarlayıp hizmete kazandıran insanoğlundaki harikuladelik es geçiliyor ne yazık ki. Eserdeki güzelliğe takılıp ustayı unutuyoruz. Beğenimizi takdirlerimizi makinalara yöneltince insan geri planda kalıyor, adeta nesneleşiyor.
Burada ikinci bir handikap söz konusu aslında. En hızlı işlemciden daha karmaşık işlemlere imza atan insan beyninin ve onu diğer canlılardan farklı kılan aklının, değerleri kendilerinden menkul şeyler gibi algılanması... Çünkü bu durumda bu nimetleri bahşeden Yaratıcı’yı hatırdan çıkarmış oluyoruz. Böyle bir gaflet peşinden daha vahim hatalar zincirini sürükler getirir. Hafıza kapasitesi çok yüksek olan bir bilgisayarın yaptığı şey aslında sizin komut vermenizle ve o komut doğrultusunda harekete geçerek hafızasındaki bilgiyi size sunmasıdır. O size hizmet eden bir araçtır. Araçların amaç haline getirilmemesi, özellikle eşref-i mahlukat olan insanın değerinin başka şeyler karşısında düşürülmemesi gerekiyor. Hayat karşısında farkındalık ve hatıralar dendiğinde insandır akla gelen. Buna atıfla “Bilgisayarın hafızası var ama hatıraları yok.” demişti merhumYavuz Bahadıroğlu.
…
Yaşadığınız her şey bizde bir iz bırakır, gün gelir o hatıralarla hayata tutunur, hafızamızda biriktirdiklerimizle bugünü daha güzel kılmaya yol ararız. İşte modern çağın yaygın hastalıklarından biri olan alzheimer, bir ölçüde mekanikleşen ilişkilerin, fıtratı zorlayan metropol hayatlarının, doğadan kopuşun getirdiği ruhi savruluşların ve kendine yabancılaşmanın neticesinde düçar olduğumuz hallerden biri olarak insanoğlunu kıskacına almış durumda. Yaşanmış bir hayatı ve hayata dair akla gelebilecek her şeyi hiç yaşanmamış, hayat yolcuğunuz sırasında kimi uzun kimi kısa süreli olsa da size eşlik etmiş olan insanları, sevdiklerinizi size yabancı kılan hastalık... Kendinize ait arşivinizin kapkaranlık kesilmesi. Üzücü de olsa bu acziyet hali nihayetinde bir hastalık neticesi meydana gelmiştir. Bu da unutmaları mazur gösterebilir.
Peki kendisini çok zinde ve sağlıklı hissedip de en büyük unutuş içinde olduğunu bilmeyenlere ne demeli? Yani varlık gayesini unutanlara. Özellikle hız ve haz üzerine kurulu bir hayat tarzının akıntısına kapılıp kendiyle bir türlü baş başa kalamayan “modern insan” bu dertten muzdarip olduğunu anlayamayacak kadar meşguldür. Bunun farkında değildir belki ama başı da bir türlü rahat etmez. Hep telaş, hep sıkıntı, hep yorgunluk. Stres, depresyon derseniz zaten hayatın bir parçası haline gelmiştir.
İşte en büyük unutmayla insanın yakasına yapışan dertlere maruz kalınmaması için Âlemlerin Rabbi en başta korumaya alıyor bizleri. Mesela “hatırlama” nimetini bahşediyor insana. En çok da ruhlar âleminde kendisine verdiğimiz sözü bu dünyanın hay huyu içinde unutmayalım, hatırımızdan çıkarmayalım diye. Çünkü bu unutmayla başlıyor bütün o şikâyetçisi olduğumuz haller...
Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim Allah’ın, Kutlu Elçisi vasıtasıyla bize ulaştırdığı hitaba kulak vermeli vesselam... “Hatırla ki…”