TR EN

Dil Seçin

Ara

Korunaklı Alan

Korunaklı Alan

Küçüklüğümde güneşi portakala benzetirdim. Seher vakitlerinde heyecanla ve grup vakitlerinde hüzünle karışık duygularla o kocaman portakalı seyretmenin farklı bir zevki vardı.

Sonraları fark ettim ki, güneşe yaptığım gibi her şeye de aynı şekilde bakıyorum; ya bir şeylere benzetiyorum, ya kolayıma gelen bir çerçeve çiziyorum ya da kendimce bir anlam veriyorum…

Oysa sonraları anlamıştım ki, güneş benim zannettiğim ya da görmek istediğim gibi değildi. Bu yanılgıyı yine pek çok şeyde yaşadım…

Öyleyiz, kabul edemesek de kuluz ve kusuruz işte.

Her şeyi kendimize göre bir yerlere yerleştirip, kendimize göre belli kalıplara sığdırarak hayatı kendi kalıplarımıza uydurmaya çalışıyoruz. Sürekli rutinler oluşturma gayretindeyiz.

Her gayretimiz ve bakışımız bir şeyleri önemli-önemsiz yapmak, bir şeyleri değerli-değersiz görmek, başka şeyleri öncelikli-ikincil, üçüncül yapmak için…

Peki neyi değiştiriyoruz!.. Yaptığımız iş kumsalda resim yapmak… Sonunda bir dalga geliyor ve ortada hiçbir şey bırakmıyor…

Anlıyoruz ki, o güneş hiçbir zaman portakal olmuyor…

Her gün bir taşı düşen ömür binamızı restore etmeye çabalıyoruz. Genç kalmak için onlarca formül, diyet, kür ne varsa denemediğimiz kalmıyor. Fakat fotoğraflarımıza bakıp sorduğumuz soru aynı: Hayat sana ne yaptı böyle!?.

Sahildeyiz… Zaman, dünya, unsurlar, olaylar dalga dalga geliyor üzerimize… Her şey sanki düşmanımız gibi…

Tıpkı Yunus peygamberin yaşadığı o dehşet tablonun aynısını yaşıyoruz.

Yunus peygamber, fırtınaya tutulmuş bir gemiden gece vakti denize atılmıştı; o çaresizlik içinde bir de kocaman bir balık ona hücum edip yutmuştu…

Hiçbir sebepten hiçbir ümit kalmamış bir vaziyette imanının verdiği ferasetle, nur-u tevhid ile sadece bir Zâtın yardım edeceğini bildi ve “her şeyi yaratan,” “her şeyin dizgini elinde olan” Allah’a iltica etti… 

Sonuçta sığındığı ve yardım istediği, her şeyin sahibi olan Allah (cc), Yunus kulunu sahil-i selamete çıkardı… Duasını da hatırlayalım: “Lâ ilahe illâ ente, subhâneke, inni küntü mine’z-zâlimîn.” (Allah’ım, beni bu durumdan ancak sen kurtarabilirsin; başıma gelen bu halin sebebi benim, seni tenzih ederim; yanlış kararlar vererek ben kendime zulmettim, sen kimseye zulmetmezsin.)

İnsan için söylenmiş şöyle bir söz var: “Olması gerektiği gibi olmayı reddeden tek varlık insandır.” 

Aslında yol ayrımının ve her türlü problemin kaynağı da burası: olması gerektiği gibi olmamak.

Yunus peygamber de olması gereken yerde ve halde olmadığı için, yani izinsiz olarak bulunduğu beldeyi terk ettiği için ya da olmaması gereken yerde ve halde olduğu için o dehşetli olayları yaşadı…

Her varlığın, her mahlukun bir yaratılış hikmeti var; ona göre de bir görevi ifa ediyor. Etrafımıza baktığımızda, atomundan dünyasına, güneşine, galaksisine kadar, arısından, koyununa, kuşuna kadar, her şey yaratılış amacına uygun yaşıyor, görevi neyse onu yapıyor.

Hiçbir şey başıboş ve vazifesiz değilken, insan başıboş bırakılır mı? Koca kâinat fabrikası insanın yaşaması ve konforu için çalışırken bunların karşılığı nankörlük olur mu? 

Evet bizim hem dünya hem ahiret hayatımız için güvenli kılınmış korunaklı alanlarımız var. Buralarda yaşadığımız sürece güvendeyiz. Bu sınırları aşıp şirk, küfür, isyan, itaatsizlik, nankörlük, içinde bulunduğu feci durumun farkında olamama gafleti gibi gerçek belâ alanlarına girmedikçe tehlikede değiliz.

Bizim manevi korunaklı alanımız iman ve itaat, şükür, sabır ve dua… Maddi korunaklı alanımız ise, her işimizi eksiksiz ve sağlam yapmak. Çünkü Allah (cc) işini eksiksiz ve sağlam yapanları, yani muhsinleri sever. 

Gereği gibi yapmadığımız her işimizle, korunaklı alanımızı terketmiş ve tehlikelere kapı açmış oluruz. Aklını kullanmayanların başı da dertten kurtulmaz…

Bir de şöyle denebilir: Musibet geliyor, iyiler de kötülerle beraber acı çekiyor, cami de meyhane ile beraber yıkılıyor, neden bir ayrım olmuyor?..

Eğer ayrım olsaydı imtihan sırrı bozulurdu. Sadece kötülere zarar dokunsaydı herkes ister istemez itaat etmek zorunda kalırdı. Allah Hakîm’dir, akla kapı açar, insanın iradesini elinden almaz; ister ki insan kendi kararını kendisi versin, isteyen itaat, isteyen isyan etsin… Tıpkı bizim de sınav süresince kimseye dokunmadığımız, kâğıdını istediği gibi doldurmasına izin verdiğimiz gibi…

Ancak bu musibetler her ne kadar şer gibi görünse de, müminler için şer değil, mükâfatın sebebidir. Mümin bir insan belaya sabreder kazanır, nimete şükreder kazanır. Hayat, ancak Allah’a ve Resulüne iman ve itaat edenlerin kazandığı bir yarıştır…