Soru: Hocam hayırlı çalışmalar diliyorum. Ben çocukluğumda ve gençliğimde ciddi ekonomik sorunlar yaşadım. Fakirlikten dolayı bazı temel ihtiyaçlarımı dahi karşılayamadığım zamanlar olmuştur. Annem, babam ve kardeşlerimle bu konuda büyük bir imtihan geçirdik. Çok şükür zamanla işlerim düzene oturdu ve ekonomik açıdan iyi bir duruma geldim. Düzenimi kurduktan sonra evlendim ve Allah bana iki evlat nasip etti. Şuan büyüğü 6, küçüğü de 4 yaşında. Onlar ne isterlerse almaya gayret ediyorum. Karım, bu davranışımın doğru olmadığını sık sık söylüyor ve bazen de tartışıyoruz. Benim yaşadığım mahrumiyeti evlatlarım yaşamasın istiyorum. Evet, bazen abartıyor olabilirim ama evlatlarımın istediği şeyleri aldığımda onların sevinciyle havalara uçuyorum. Bu durumun ilerleyen süreçte ne gibi sonuçları olabilir?
Cevap: Allah tüm evlatlarımızı göz aydınlığımız kılsın. Hanenize afiyet ve bereket diliyorum. Bir baba olarak evladına istediği herhangi bir şeyi alabilmenin hazzını ben de yaşadığım için bahsini ettiğiniz “havalara uçmanın” nasıl bir his olduğunu biliyor ve sizi anlıyorum. Bu, karşı konulması zor bir haz deneyimidir. Üstelik zamanında yaşadığınız maddi problemlerden dolayı hissettiğiniz “alamama” duygusunu unutmadığınız için de bu durum sizin açınızdan apayrı bir duruma da tekabül ediyor.
Ancak bu hislerin verdiği lezzetin her şeyde olduğu gibi burada da bir ölçüsü olmak zorundadır. İnsan, gece gündüz hayalini kurduğu, elde etmek için çabaladığı her ne varsa elde ettiği andaki sevinç ve hevesini kısa süre içinde kaybeder ve ona çabucak alışır. Bu gayet doğal bir durumdur. Zira o sevinç ve heves ilk günkü gibi devam etse insan o şeye haddinden fazla bağlanır ve önem atfeder haliyle onu işlevine uygun kullanmaktan imtina eder ve bu zamanla ciddi psikolojik rahatsızlıklara sebebiyet verir.
Bu fıtri meylimizi bilen günümüz markaları da maalesef bunu kendi çıkarları için kullanmaktalar. Örneğin her yıl bir yıl öncekinden çok küçük farklarla piyasaya sürdükleri cep telefonu modelleriyle “arzula-sahip ol-alış” döngüsüyle esir aldıkları insanlar sayesinde büyük servetler elde etmekteler. Son model telefonun piyasaya sürüleceği günün çok daha öncesinden mağazalar önünde kamp kuran ve kepenkler açıldığında çılgınlar gibi koşan insanların büyük çoğunluğu geçen yıl şimdi beğenmedikleri telefon için de aynısını yapmışlardı.
…
Çocuk için aile hayatı gerçek hayatın güvenli bir ortamda simülasyonu demektir. Çocuk büyüdükçe gerçek hayatta karşısına çıkacak birçok zorluk ve problemle nasıl baş edebileceğini çocukken anne ve babasının ona sunduğu güvenli bir ortamda öğrenmelidir. Biz, sevmek dâhil tüm olumlu hissettiren duygu ve yaşantıları; öfke dâhil tüm olumsuz hissettiren duyguları ve yaşantıları önce ailede yaşarız ve bu duygu ve yaşantılara sağlıklı ya da sağlıksız nasıl tepki vereceğimizi aile içinde öğreniriz. Psikolojik rahatsızlıkların büyük oranda çocukluk yaşantılarıyla ilişkili olmasının sebebi de budur zaten. Bu açıdan aile, tam manasıyla hayata hazırlık mektebidir.
Çocukluk sonrası hayata baktığımızda ise dünya düzeninin pek de kolay olmadığını görüyoruz. İşbirliği ve rekabet eksenlerinde dönen bir mücadele ve imtihan meydanıdır. Bu demektir ki hayatta her istediğimizi hemen elde edemeyebiliriz hatta hiç elde edemeyebiliriz. Bu gerçeğin hissettireceği acı duygu ile baş edebilen hayatına sağlıklı bir şekilde devam edebilir ve bu esneklik sayesinde hedeflerinde yeni güncellemeler ve gerekli çabayı ortaya koyabilir. Bu çabayı ortaya koyabilen ve zorluklarla beş edebilen insanlara baktığımızda ise çocukluğunda “hazzı ertelemeyi” öğrenebilen insanlar olduğunu görmekteyiz.
İlk defa 1970 yılında Colombia Üniversitesi’nde Walter Mischel tarafından uygulanan ve literatüre “Marshmallow Testi” olarak geçen deney, yıllardır farklı versiyonlarla uygulanmaya devam ediliyor. Bu deney çocukluğunda hazzı ertelemeyi öğrenen ve öğrenemeyen çocukların gençlik ve yetişkinlik yıllarında maddi ve manevi olarak önemli bir farklarının olup olmadığına odaklanıyor.
Deney, 4-6 yaş grubuna uygulanıyor. Deneyi yapacak kişi, çocuğu bir odaya götürerek oldukça baştan çıkarıcı olan bir yiyeceği önüne koyuyor. Çocuk için karşı konulmaz olan bu yiyeceğin yanında bir zil bulunuyor. Deneyi yapan kişi “Sana bir çikolata bırakıyorum, benim dışarıda biraz işim var eğer ben işimi yapana kadar bekleyebilirsen sana bir çikolata daha vereceğim. Ama beni beklemeden bunu yersen sadece bu çikolatayı yiyebileceksin ve zili çalarak bana yediğini haber vereceksin. Eğer işimin bitmesini ve geri dönmemi beklersen sana bir çikolata daha vereceğim.” Deneyi yapan kişi odadan çıkarak dışarıda çocuğun davranışlarını gözlemliyor. Çocuk odada karşı konulmaz görünen bu yiyecekle baş başa kaldığında tabii ki ilginç anlar yaşanıyor. Deneyi yapan kişinin odaya dönmesini bekleyebilen sabırlı çocuklar ile dönmesini bekleyemeyip çikolatayı yiyen çocuklar arasında farka bakılıyor.
Deney sonrasında çocukların durumu yıllarca takip ediliyor. Zevki erteleyenler ve ertelemeyenler arasındaki akademik başarı durumu inceleniyor. Sonuç çarpıcı. Alacağı zevki erteleyebilen çocuklar, erteleyemeyenlere göre akademik açıdan daha başarılı ve sınavlarda daha yüksek skor alıyorlar. Madde-alkol bağımlılık riskleri daha az, ebeveynlerinin gözlemlerine göre sosyal becerileri çok daha iyi. Yani hazzı ertelemeyi ve sabretmeyi öğrenen çocuklar hem maddi hem de manevi açıdan gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde çok daha iyi durumda oluyorlar. Hayata hazırlık mektebi olan çocuklukta bu beceriyi kazandıran anne babalar çocuklarına çok önemli bir miras bırakmış oluyorlar.
…
Peki, evlatlarımıza hazzı ertelemeyi ve sabretmeyi nasıl öğretebiliriz?
İşte bu soru sizin için kritik bir öneme sahiptir. Herhangi bir isteğine hemen kavuşan, eksikliğin getirdiği hissi yaşamayan, sürekli daha fazlasına alışan çocuklar maalesef hazzı ertelemeyi ve sabretmeyi öğrenemezler. Zira onların her istediğini yapan anne babaları varken neden sabretsinler ki? Bugün çikolata getirdiyse zaten dün de getirmişti ve yarın da getirecek demektir. Öyleyse neden çikolatasını idareli yiyip yarına da bıraksın ki? Kaldı ki çocuk benmerkezciliğinden kaynaklanan “ben her gün çikolata yiyorsam zaten bütün çocuklar da yiyordur” gibi çarpık bir düşünceye de sebebiyet vermektedir. Tabi “arzula-sahip ol-alış” döngüsünden dolayı her gün gelen çikolata eskisi gibi sevindirmeyecek ve daha fazlası talep edilecektir. Bunun sonu da yok maalesef. Haliyle karşımıza empatiden yoksun, yokluğu bilmeyen büyük bir tüketim canavarı çıkacaktır. Böyle bir çocuk sizce anne ve babasının himayesinden çıkmak ister mi? Çıksa da hayatın zorluklarına karşı mücadele edebilir mi? Kendi sorumluluğunu alabilen güçlü bir şahsiyet inşa edebilir mi? Peki siz böyle evlatlara sahip olmak ister misiniz?
En güçlü şahsiyetler peygamberlerdir. Onların hayatlarına baktığımızda ise karakterlerini kuvvetlendiren olayların acılar, kayıplar, yokluklar ve mücadeleler olduğunu görüyoruz. En büyük örneğimiz Hz. Muhammed’in (sav) çocukluk döneminde yaşadığı acı ve kayıpların, büyüdüğünde kişiliğini ne denli güçlendirdiğine şahit oluyoruz.
Yılda bir ay bizlere orucu emrederek suyun tadını, kuru ekmeğin lezzetini hatırlatarak fabrika ayarlarımıza döndüren Rabbimiz, bu yolla kişiliğimizi de güçlendirmektedir. Aksi takdirde hep daha fazlasına odaklanan insanoğlu tam manasıyla empatiden uzak bir canavar olacaktır. Zekât gibi yıl içerisinde herhangi bir zamanda yapılabilecek bir ibadetin özellikle Ramazan ayında yapılmasının gelenek haline gelmesinde yokluğun tadını hatırlamanın etkisi büyüktür.
Ayrıca nefsin terbiyesini esas alan tarikat yolunda orucun yani yeme, içme ve cinsellikten geçici yoksunluğun merkezi konumda olması da evlatlarımıza yokluğu öğretmenin ne denli önemli olduğunu gösterir. Son tahlilde siz de kendi hayatınızda zorluklar yaşadığınızı belirtiyorsunuz. Emin olun ki sizi şu an güçlü bir karakter haline getiren yaşadığınız bu yoksulluk ve zorluklardır. Bu zorlukların psikolojik sorunlara sebebiyet vermemesi için de şefkatli ve güvenli bir aile ortamı gerekiyor. Bizi biz yapan çektiğimiz sıkıntılar ve o sıkıntının bize verdiği çözüme kavuşturma çabasıdır.
Hal böyleyken evlatlarımıza çok zengin olsak dahi yokluğu, hazzın ertelenmesini, küçük şeylerle mutlu olabilmesini tattıralım. Zira bu güçlü bir kişilik geliştirmeleri için çok önemlidir. Elbette burada evlatlarımıza karşı düşmanca bir tavır sergileyelim de demiyorum. Örneğin her gün dışarıda yemek yeme imkânına sahipseniz bunu ayda 2-3 defa yapın. Çocuklarınız muhtemelen her gün isteyecektir ancak siz ayda 2-3 defada kararlı olursanız onlar da bunu kabullenerek hazzı ertelemeyi, sabretmeyi, diğer insanların hallerinden anlamayı öğreneceklerdir. Bu süreçte siz ve eşiniz şefkatle yanlarında olun yeter. Ve bu onlara bırakacağınız en büyük miras olacaktır.