Beklenen gün gelmişti.
Yaklaşık altı aydır herkesin konuştuğu, tüm haberlerde ilk sırada yer alan, gündemi epey meşgul eden ve gelmesi hem tuhaf bir merakla, hem korku ile beklenen gün, bu gündü.
Kendilerini gizleyen ve muhalifler olarak anılan bir grup insan, halkın arasındaki konuşmaları ve medyada yer alan yorumları abartılı buldukları gibi, devletin resmi kanallarından yapılan açıklamaları ve uyarıları da şaibeli buldular. Yetkililer, önceleri bunun sahip olunan üstün teknoloji sayesinde mutlaka önleneceğini ve bunu yapabilecek güçte olduklarını açıklamışlar, sonraları ise önleyememe ihtimali ile her halükârda alınması gereken tedbirleri sıralamışlardı. Bütün yerel yönetimler kendi nüfusunu alabilecek büyüklükte ve donanımda devasa yer altı sığınakları inşa etmişlerdi.
Muhalifler bunu, T.D.D. (Tek Dünya Devleti) yönetiminin her zamanki gibi gündemi değiştirme ve halkın asıl meseleleri sorgulamasını engelleme politikası olarak görüyorlardı. Onlara göre internet en çok toplum mühendisliği yapanlara yaramıştı. Basılı ve görsel medyayı çok iyi kullanıyorlar ve halkı istedikleri gibi yönlendirebiliyorlardı. Televizyon, akıllı telefon, sosyal medya, dizi platformları, sanal evren platformları derken halk sadece ‘izlesin’ istiyorlardı. Aynı anda binlerce dizinin izleyiciye seçenek olarak sunulması başka nasıl izah edilebilirdi ki?.. O kadar çok ‘izlesin’ ki düşünmeye vakit bulamasın ve hatta buna gerek duymasın. Ve böylece çok rahat yönlendirilebilsinler ve insan fıtratını bozma görevi tamamlanabilsin…
Muhalifler, dünyayı yönetenlerin, istediği tek tip insan esaslı yeni dünya düzeni için uygulamaya koydukları savaşlar ve/veya salgın hastalıklarla amaçlarına ulaşamadıklarını, bu nedenle uzaydan gelen tehlike senaryosunu üretmiş olabileceklerini düşünüyorlardı. “Bu aldatmacaya kanmayacağız”, “bizi koyun gibi güdeceklerini sanıyorlar” “direnişimizi engelleyemeyecekler” gibi söylemleri gizlice yaymaya bir yandan devam etseler de, ne olur ne olmaz diyerek alınması gereken önlemleri almaktan da geri kalmadılar. Çünkü insanlığa düşman olarak gördükleri bu odakların her türlü kötülüğü yapabileceği kanaatindeydiler.
Bazıları da insanların iyice yoldan çıktığını, ahlaksızlığın bir bulaşıcı hastalık gibi yayılarak insanlığı ele geçirdiğini, beyni uyuşturan ve kalbi karartan maddelerin tüketiminde tüm zamanların en yüksek seviyelerine çıkıldığını, kadının kadın, erkeğin erkek, çocuğun çocuk, ekmeğin ekmek olduğu günlerin çok gerilerde kaldığını, bütün bunlar göz önüne alındığında ise olacağı beklenen şeyin az bile olduğunu tekrar tekrar söylemekten bıkmıyor, bunun ilahi bir ceza olduğunu her fırsatta ifade ediyorlardı.
Bu sistemin, bütün bu olacakların yegâne sebebi olduğunda hemfikirdiler. Evet insanlık insanlıkta değil, bilim ve teknolojide çok ilerlemişti, o kadar ilerlemişti ki, adeta görünmez olmuştu. Onlara göre insanların insanlıktan çıkması bir nevi yörüngesinden çıkması anlamına geliyordu ve bu durum beklendiği gibi dünyanın da yörüngesinden çıkmasına neden olabilirdi.
Tek dünya devletinin bayrağını gökkuşağı renkleri ile tasarlayan ve nüfus artışını azaltmak için kadın-erkek ayrımını ortadan kaldırmayı hedefleyen yönetimler sayesinde nüfus artışı durma noktasına gelmişti. Artık çoğunluğu oluşturan yaşlıların bir kısmı: “Biz demiştik dünyanın çivisi çıktı diye, böyle giderse başımıza taş yağacak demiştik. Bakın işte dediğimiz çıktı. Meğer biz az bile demişiz.” kabilinden şeyler söylüyor, son zamanlarda, bırakın ellerinden öpülmeyi ve saygı görmeyi, gençler tarafından, yaşlı oldukları için neredeyse suçlanıp hor görülen bu insanlar, haklı çıkmanın (az da olsa gururla karışık) üzüntüsünü yaşıyorlardı.
Beklenen günden sonra beklenen saat de gelmişti. Herkes nefesini tutmuş sığınaklarda bile kurulan o büyük ekranlardan yetkililerin açıklamalarını ve güneş sistemimizde hızla ilerleyen ve dünyamıza çok yakın bir mesafeden geçeceği için dünyamızı yörüngesinden çıkarması beklenen ve artık iyice yaklaşan 13 km çapındaki meteoru (gök taşını) izliyorlardı. Ömrü genelde izlemekle geçen ve bu nedenle yörüngelerinden çıktıklarının bile farkında olmayan bu insanların dünyanın yörüngesinden çıkışını izleyecekleri bu izleyiş belki de son izleyişleri olacaktı.
Fakat öyle olmadı. Sığınaklardaki dev ekranlardan ‘izlemeye’ sonraki günlerde de devam ettiler. “Yapılan resmi açıklamalara” göre dünyamızı tam anlamıyla teğet geçen bu devasa göktaşı onu yörüngesinden çıkartamamıştı fakat, aralarındaki enerji ve momentum alışverişi nedeni ile dünyamızın atmosferine büyük zarar vererek, bundan böyle hiçbir zaman dinmeyecek çok şiddetli kasırgalara neden olmuştu. Artık dünyamız gökten yağacak ateş toplarına ve büyük taş yağmurlarına sahne olacaktı. Hep beklenen iklim krizi asıl şimdi gerçekleşecekti. Ve yine—yapılan resmi açıklamalara göre—bu taş ve ateş yağmurları küçük aralıklarla da olsa devamlı olacağı için yeryüzünde eskisi gibi yaşamak mümkün olmayacaktı. Nitekim sonraki günlerde yeryüzünün bu yeni hali sığınaklardaki dev ekranlarda bol bol izletilmeye başlandı. Ve yapılan son resmi açıklamalara göre yeni slogan, Hayat Sığınağa Sığar olarak güncellendi.