Güneşin doğum sancıları çektiği o zaman zarfında uyanık olmanın, bu doğuşa doğal güzelliği olan bir ortamda yürüyüş yaparken tanıklık etmenin ve bol oksijenin açtığı bir zihinle tefekkür etmenin tadına doyum olmuyor.
Bir süredir bunu alışkanlık haline getirmiştim. Henüz 18 yaşında olmama rağmen bunu fark etmiş olmamın huzurunu yaşıyordum. Yaşıtlarım arasında böyle bir aktiviteye rastlamak çok zordu. Arkadaşlarımdan da davetime icabet eden olmadı. Bırakın gençleri, bu erken saatte vakti müsait olan diğer yaş gruplarından da pek rağbet olmuyordu güneşin bu muhteşem gösterisine. Bu alışkanlık benim, üniversite okumaya geldiğim bu şehirde, bu gösteriyi en güzel bir şekilde seyretmeme imkan verecek park ve bahçeleri de keşfetmeme neden oldu.
Bunlardan birine o hafta ilk defa gitmiştim. Ortamı o kadar beğenmiştim ki bir haftadır sadece bu parka geliyordum. Şehre tepeden bakan bir parktı burası ve sadece güneşin doğuşunu değil neredeyse şehrin tamamını seyredebileceğiniz bir kuleye de sahipti. Üstelik izbe bir yerde değil, nüfusu epeyce kalabalık bir mahallenin sınırları içerisindeydi. Buna rağmen henüz o saatte yürüyüşe gelen kimseye rastlamamıştım.
Fakat o sabah, yürüyüş halinde olmasa da, bankların birinde oturmuş, gözlerini ufka dikmiş ve pür dikkat güneşin doğuşunu seyretmekte olan bir adama rastladım. Otuz-otuz beş yaşlarında, sportif bir fiziğe ve dikkat çekici bir yakışıklılığa sahip karizmatik bir adamdı bu. Fakat yüzündeki o hüzünlü ifade bunların hepsini bastırıyordu. Aklımdan türlü ihtimaller geçti. Çok ilginç bir hikayesi olmalı diye düşündüm. Birkaç saniye içinde, kafamdaki onlarca farklı senaryonun başrolünü ona vermiştim bile. Elbette ki bu senaryoların çoğunda kahramanımız başka bir dünyadan geliyordu.
Selam vererek, oturduğu bankın diğer ucuna oturdum. Yüzünü bana dönmeden ve aynı noktaya bakmaya devam ederek selamımı aldıktan sonra, vücudumdaki bütün tüyleri harekete geçiren o cümleyi söyledi:
- Çok ilginç bir hayal gücün var. Tam olarak senin düşündüğün gibi olmasa da başka bir dünyadan geldiğim doğru.
Benim o an yaşadığım korku ile karışık tedirginliğin ve şaşkınlığın farkındaydı ve bunu hafifletmek için hızlı bir şekilde durumu açıklamaya çalıştı:
- Dün benim ölüm yıldönümümdü. Tam yirmi bir yıldır ölüyüm. Benim bulunduğum yerde talep edenlere her yıl bir kez verilen—bir günlüğüne dünyaya gelme izni—kapsamında bu yılki iznimi de ailemin yanında geçirdim. Elbette ki onlar bunu bilmiyorlar ve hiçbir şeyin farkında değiller. Ben de zaten bu bir günü bilinen manada yaşamıyorum. Görünmeden, konuşmadan, dokunmadan, yiyip içmeden, hatta nefes almadan yaşamak da diyebiliriz buna. Aslında beni senin de görememen gerekiyordu. Nedenini bilmiyorum fakat anlaşılan o ki, kısa süreliğine de olsa seninle konuşmama izin verildi. Güneşin doğuşu tamamlanınca benim de izin sürem dolmuş olacak.
“Yok artık” dediğinizi, benim rüya ya da hayal gördüğümü, öbür dünyaya gittikten sonra geri dönmek diye bir şeyin asla olmadığını ve olamayacağını söylediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Bu öyle kolay bir hikaye değil. Bir de beni düşünün. Ben de önce duyduklarıma inanamadım. Kim olsa, hiç tanımadığı birinden böyle şeyler duyduğunda onun aklından zoru olduğunu ya da bir şarlatan olduğunu düşünür. Fakat bir yargıda bulunmak için acele etmeyin. Bu hikayenin gerçek olduğunu onun şu sözlerini okuyunca eminim siz de anlayacaksınız:
- Senin muhtemel bütün sorularını cevaplamak isterdim. Fakat ölümün nasıl bir şey olduğu, sonrasında neler yaşandığı ve öbür dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair sorularına cevap veremeyecek olmamı anlayışla karşılamanı umuyorum. Öldüğüm o ana kadar olan bütün sorularını seve seve cevaplayabilirim. Nasıl bir hayat yaşadığıma, kaç yaşında ve nasıl öldüğüme ve o an neler hissettiğime dair sorular sorabilirsin. Fakat görüyorum ki şaşkınlığın devam ediyor. Güneşin doğuşu birazdan tamamlanacak. Süremiz kısıtlı olduğu için ben en iyisi sana biraz kendimden bahsedeyim.
Öncelikle genç görüntüm seni yanıltmasın. Yaşasaydım şu an 79 yaşında olacaktım. Benim geldiğim yerde herkes genç ve sağlıklı bir görüntüye sahip. Henüz elli yedi yaşımda akciğer kanserine yakalanarak güçten kuvvetten düşüp bakıma muhtaç hale gelene kadar, gayet başarılı ve mutlu bir hayatım ve geniş bir ailem vardı. İyi bir eş ve iyi bir baba olmaya her zaman çok özen gösterdim. Kızlarımı evlendirmiştim ve hepsinden de torunlarım olmuştu. İşlerimi biraz daha büyütmeyi, bir dükkan daha açmayı ve hak etmediği kadar değer verip yere göğe sığdıramadığım tek oğlumun da mürüvvetini görmeyi planlarken, kul kurar kader bozar hesabı bu amansız hastalığa yakalandım. Yaklaşık bir yıl çok sancılı bir süreç yaşadıktan sonra da vefat ettim. O süreçte gösterdiğim sabır ve tevekkül bana çok şey kazandırdı.
Bu ziyaretimin nasıl geçtiğini ve fark ettiğin bu hüzünlü halimin sebebini de merak ediyorsun biliyorum. Aslına bakarsan çocuklarım ve eşim benden sonra bir çok üzücü olay yaşadılar. Fakat bu ziyaretimde gördüm ki son bir yılda her şey daha kötü bir hal almış. Çocuklarım birbirlerinden kopmuşlar, oğlum inkar ve günah bataklığına biraz daha batmış. Nerede ise bütün yakınlarım—sadece bu dünya için yaşamak gibi—karanlık ve dipsiz bir kuyuda boşu boşuna debeleniyorlar ve bunun farkında değiller. Oysa dünya hayatı o kadar kısa ve aldatıcı ki… İnsan ölünce bunu tam manası ile anlıyor. Benim gibi çok acı çektiren amansız bir hastalığı, isyana düşmeden yaşayanların, bunu ölmeden önce az da olsa anlayabildiğini söyleyebilirim. Bu ziyaretimde beni üzen başka bir şey de, dün ölüm yıl dönümüm olmasına rağmen bunu kimsenin hatırlamaması oldu. Herkes dünya dertleri ile o kadar meşguldü ki beni unutmalarına çok şaşırdığımı söyleyemem. İnsanın asıl ölümü dünyadaki yakınlarının onu unutması ile gerçekleşir diye bir söz okumuştum. O sözü bu gün daha iyi…
Güneşin doğuşu tamamlanmıştı. Ve ben o bankta artık tek başımaydım. Nerede ise hiç hareket etmeden uzun bir süre kaldım orada. Ve o gün bu gündür bu dünyaya tek başıma geldiğim ve giderken de tek başıma gideceğim hiç aklımdan çıkmıyor.
Asıl sürprizi hikayenin sonuna sakladım: O gün kafam çok karışmıştı. Parktaki adamın söyledikleri zihnimde dönüp duruyordu. Yanlış hatırlamıyorsam annemin babası da akciğer kanserinden vefat etmişti. Bunu teyit etmek için annemi telefonla aradığımda öğrendim ki onun babası yani dedem de yaşasaymış 79 yaşında olacakmış. Ve üstelik o da 21 yıl önce 58 yaşında akciğer kanserinden vefat etmiş. Kardeşleri ile dargın olan ve yıllardır görüşmeyen annemin, “dün dedenin ölüm yıl dönümüydü ben nasıl unuttum” diye hayıflanması da cabasıydı.