Tay kabilesi, Yemen taraflarında bulunan büyük bir Arap kabilesi idi. Peygamberimize peygamberlik geldiği yıllarda, bu kabilenin meliki, diğer bir ifade ile kralı, Hatem (Hatem-i Tai) adında biriydi. Hatem, tüm Arabistan’da cömertliğiyle meşhur idi. Onun cömertliğiyle ilgili öyküler, dilden dile anlatılırdı.
Hatem, Fels adlı bir puta tapardı. Yaşadığı müddet içinde, kabilesi, Mekke’ye hayli uzak bir yerde bulunduğu için, Peygamberimizin geldiğinden ve insanları Allah’a imana davet ettiğinden hiç haberi olmamıştı. Müşrik olarak yaşamış ve hicretin 8. Yılında müşrik olarak ölmüştü.
Peygamberimiz (asm), İslam’dan önce de, sonra da, halkın dilinden Hatem-i Tai’nin cömertlik öykülerini çok duymuştu. Bu sebeple, onun destanlaşan cömertliğini hep takdirle anar, onun İslam’dan bihaber dünyadan göçmesinden dolayı da üzüntü duyardı.
...
Müslümanlar hicretin 9. yılında, Yemen taraflarına ordu gönderebilecek güce ulaşmıştı. Peygamberimiz, Hz. Ali’yi (kv) bu niyetle, 150 kişilik bir askeri güce komutan olarak atadı. Hz. Ali’nin hedefi Tay kabilesini İslam’a davet etmekti.
Hatem-i Tai’nin ölümünden sonra kabilenin başına, Hatem’in oğlu Adiyy geçmişti. Yeni kral Adiyy, İslam ordusunun Tay topraklarına girdiğini haber alır almaz, tüm mal varlığını ve aile fertlerini geride bırakarak kendisi Şam taraflarına kaçmıştı. Hz. Ali, bu sebeple, Hatem’in oğlu Adiyy’i teslim alamadı. Ama Hatem’in kızı Seffane, kabilesiyle birlikte geride kalmıştı. Hz. Ali, onu teslim aldı ve bol ganimetlerle Medine’ye geri döndü.
Seffane’yi kimse tanımıyordu. Bu sebeple kabilesinin diğer kadın esirleriyle birlikte, Peygamberimizin mescidine yakın bir odaya konulmuştu. Seffane, bir prensesti. Zeki ve başı dik bir kadındı. Bir gün Allah Resûlü, onun esir tutulduğu odanın önünden geçiyordu.
Seffane, Efendimize adıyla seslendi. Peygamberimiz sese kulak verince, kendini tanıtma fırsatını buldu.
- Yâ Muhammed! Ben kimin kızıyım biliyor musunuz?
- Kimin kızısın sen?
- Ben zorda kalan ailelere hamilik yapan, esirlerin esaret bağını çözerek onları özgür kılan, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafir ağırlamayı büyük bir onur sayan, halkı arasında selamlaşmayı yaygın hale getiren bir zatın kızıyım.
- Kim bu zat?
- Babam Hatem-i Tai idi. Tay kabilesinin eski kralı. Ben onun kızıyım. Yani bir prenses…
Hatem-i Tai’nin yaptığı iyilikler Peygamberimizi duygulandırmıştı.
- Bu saydığın vasıfların hepsi mü’minlerde olması gereken özelliklerdir. İslam’ın emrettiği değerlerdir, dedi.
Seffane, Peygamberimizin Hatem-i Tai ismine karşı duyarlı olduğunu görünce, başından geçenleri anlatmaya başladı:
- Babam, geçen yıl dünyadan göçüp gitti. Senin getirdiğin İslam’dan hiç haberi olmadı. Yerine geçen kardeşim Adiyy ise, can korkusuna düşüp Şam tarafına kaçtı. Kurtulmak için verecek bir fidyem yok. Çünkü tüm mal varlığımıza ganimet olarak el kondu. Hürriyetime kavuşmak istiyorum. Bunun için sizin yüksek affınıza ve merhametinize sığınmaktan başka çare de bulamıyorum.
Allah Resûlü, Seffane’nin akıllı ve yetenekli bir kadın olduğunu anlamıştı. Onu esir tutulduğu odadan çıkarttırdı. Huzurunda babası ile ilgili bir süre sohbet etti. Seffane’ye son söz olarak:
- Keşke baban hayata olsaydı da, ona İslam’ı anlatsaydık. Kabul ederek imana gelseydi de onu rahmetle ansaydık, buyurdu.
...
Allah Resûlü, bir Müslümana yakışan vasıflara sahip olan her insanı, hangi inançta, hangi ırkta olursa olsun takdir eder, ona değer verip saygı gösterirdi. Hatem’in sahip olduğu meziyetlerin tümü, bir Müslümanda olması gereken meziyetlerdi. Bu sebeple Hatem’e ve ailesine bu saygınlıklarına uygun muamelede bulundu.
Efendimiz, Prenses Seffane’yi serbest bıraktırdı. Ona bol harçlık ve hediyeler verdi. Kardeşi Adiyy’in yanına gitmek isteyince, onu bir ticari kervana katarak Şam tarafına yolladı. Allah Resûlü’nün, Seffane’ye karşı iyi niyetli tavırlar sergilemesi onu çok etkilemişti. Seffane’nin gönlü İslam’a meyilli hale getirmişti.
Seffane Şam’a varınca, kardeşi Adiyy’i kolayca buldu. Ona Peygamberimizi övgüyle anlattı. Babalarında olan güzel vasıfların hepsinin, daha ileri halinin onda bulunduğunu söyledi. Seffane’nin samimi sözleri, ağabeyi Adiyy’i de etkiledi. İki kardeş, İslam’ı ve Efendimizi daha yakından tanımak için Medine’ye geldiler.
Allah Resûlü, Adiyy’i bizzat kendi evinde ağırlamak istedi. Birlikte mescitten çıkıp Efendimizin evine doğru giderken, yolda yaşlı bir kadın, Allah Resûlü’nün önüne çıktı. Allah Resûlü’nden bazı istekleri olduğunu söyledi. Allah Resûlü, bu yaşlı kadınla ilgilenmekten yüksünmedi. İsteklerini de en güzel şekilde karşıladı.
Peygamberimizin halktan yaşlı bir kadınla bu derece ilgilenmesi, sabırla onu dinlemesi, cömertçe onun tüm isteklerini karşılaması, Adiyy’i çok etkiledi. Onda babasının meziyetlerini gördü. Allah Resûlü’ndeki bu sabır, bu tevazu, bu şefkat bir kralda, bir hükümdarda asla görülmeyen bir özellikti.
Peygamberimizin evine girdiklerinde, evin sadeliği, eşyaların azlığı da Adiyy’i etkiledi.
Evin içinde, deriden yapılma sadece bir minder vardı. Efendimiz bu minderi, üzerinde oturması için Adiyy’e uzattı. Kendisi çıplak yerde oturdu. Adiyy minderi almak istemedi. Ama Peygamberimiz ısrarla onu mindere oturttu.
Halkı üzerinde büyük bir otoritesi olan bir zatın bu derece sade, gösterişsiz bir hayat yaşaması şaşırtıcı bir olaydı.
İçinden:
- Böyle sade ve mütevazi bir yaşayış, ama halkı üzerinde tam bir otorite ve güçlü bir iktidar, sıradan bir insanda olabilecek vasıflar değildi. Bu hal, olsa olsa, ancak bir Peygamberde olabilir, diye düşündü.
Allah Resûlü, Adiyy’le uzun uzun konuştu. İslam’daki ahlak anlayışının yanında, İslam’ın yükselen gücünü, iyi bir yönetici olan Adiyy’in anlayacağı bir üslupla veciz şekilde açıklaması, Adiyy’e yetmişti.
Adiyy, gönül kilidinin birden İslam’a açıldığını hissetti. Allah Resûlü’nün huzurunda hemen Müslüman oldu. Kısa zaman içinde de ashabın büyükleri içinde saygın bir yer edindi.
Seffane de, abisinin Müslüman olması üzerine tereddütsüz şekilde İslam’a girdi. Böylece eski putperest Tai kabilesi, İslam ile müşerref oldu…