TR EN

Dil Seçin

Ara

Koşu Bandında Hayat

Koşu Bandında Hayat

Koşuyor… Önce yavaş; sonra gittikçe artan bir tempoyla…

Koşuyor da koşuyor… Sonu gelmiyor…

Derken yanına evin kedisi geliyor. O da onunla beraber koşmaya başlıyor. Fakat başını kaldırdığı anda geriye düşüveriyor… Tekrar geliyor, durakladığı anda tekrar geriye düşüyor… Ve kedi vazgeçiyor… Koşu bandı durmaya, bakmaya, düşünmeye karşı mı ne?..

Ne var ki insan vazgeçmiyor… Hedeflerine kilitlenmiş koşarken kendini o kadar kaptırmış ki, ne yaptığını, neden koştuğunu bile sormuyor… Hayatın hızına yetişmek için koşuyor da koşuyor… Durmaktan korkuyor insan!..

Öyle bir hayatın içine doğduk ki, adeta koşu bandında açıyoruz gözümüzü. Önümüze konulan hedefler var; onları yakalamak için koşmalıyız… Geride kalmaktan korkuyoruz… Durup düşünmek cazip gelmiyor…

Hayat, gazetelerin, televizyonların, sosyal medyanın ekranına sıkışmış durumda. Hayatımızın her anı bir şeylerle mutlaka dolduruluyor; birileri bir an kendimizle baş başa kalmamızı, bir an olsun “Ne oluyor!?” dememizi istemiyor gibi… Kimi seveceğimiz, kime benzeyeceğimiz, niçin çaba harcayacağımız, ne giyeceğimiz, ne yiyeceğimiz, ne diyeceğimiz… Bunları görünürde kendimiz seçiyoruz, ama bize sunulanlar arasından…

Ömrümüz; o değerli, o güzel ömrümüz. İş işten geçiyor; ama asıl geçen biricik ömrümüz… Ebedî hayatı kazanıp kaybetme gibi büyük bir meselemiz varken bunu bile göremez oluyoruz.

Hayat, ancak medyanın gösterdiği kadar bilinince, sığ, basit ve uyutucu bir şey oluyor. İnsan, hayatı bir oyun olarak algılamaktan kurtulamıyor. Oyun olarak görülen bir yaşamın, ancak bir oyun kadar değeri oluyor. Paradan daha kolay harcanır hale geliyor…

Ben ne yapıyorum?

Saatlerimi verdiğim şeyler, buna değer mi?

Tek sermayem olan hayatımı ne karşılığında değişiyorum; aldığım şey verdiğime değer mi; kazandığım kaybettiğimi karşılıyor mu?..

Niçin yaşıyorum ben?

Ebedî hayatıma adım adım giderken, orası için ne hazırlıyorum?.. Burada her şeyimi verdiklerim, orada bana ne verecekler?..

Evet, sanki hayatımız koşu bandında gibi; çok koşuyoruz fakat yerimizde sayıyoruz. Hızla geçiyoruz… Her şeyi bir bir geride bırakıyoruz güya, ama uzun mesafeler aldığımız falan yok. Geçtiğimiz bir şey de yok aslında! Öyle zannediyoruz. Hareket çok, fakat hayat yok. Yaptıklarımız, yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz bizi bir arpa boyu ilerletmiyor… Yaşadıkça daha olgun, daha merhametli, daha anlayışlı, daha cömert, daha insan olamıyoruz… Ve koşturmaktan “Neden böyle?” diye de soramıyoruz.

Bizden istenen koşmamız; ömrümüzü, kendimizi tüketene kadar koşmamız…

Ama nereye kadar?..

Kedinin vazgeçtiği gibi, bu işin ilânihaye sürmeyeceğini görebileceğimiz bir nokta var mı?..

Bir filmin son sahnesiydi. Kendisiyle röportaj yapmak için yanına gelen kişiye mânidar gözlerle bakıyor ve soruyordu adam:

“Sen kimsin?”

Eminim, o adam kadar hepimiz pat diye sorulan “Sen kimsin?” sorusuna kolay kolay cevap veremeyiz. Biz kimiz? Kim olmalıyız?..

Soru basit; nüfus kâğıdındaki bilgileri söyleyiverirsin biter. Ama hayır. Kendini tanıdığın kadarıyla değil, tanımadığın yönlerinle de anlat da görelim: “Kimsin sen?..”

Bu sorunun cevabı, sorudan daha büyüktür.

Belki de bu soruya cevap bulmadıkça hayatımız koşu bandında gibi geçmeye mahkûm olacak...