Recep Aydıncı ağabeyin aziz hatırasına…
Ruh, sonsuzluk mızrağıyla vurulmuştur.
Hiçbir avcının silahı daha güçlü, daha hızlı, daha amansız değildir.
İnsan, yaralarını taşıyarak yaşar… Ve hep kendini seyreder, en ağır yaralarıyla akarken zamanın sularında: Kendi vurulmuşluğuna vurulmuştur.
Dinleyin, ağır kanarken… Güneş ışığının rengârenk bir tül gibi döküldüğü o suların üstünde yükselen neşeli şarkılar sonsuzluğun notalarıyla yazılmıştır. İşittiğimiz, sonsuzluğun şarkıları… Mızrak, bir müzikle akmaktadır: Ebediyet, ilahi bir müzik olarak yükselir, kulaklarımızı doldurur, kalplerimizin incecik tellerini titreştirir.
Görürüz ve işitiriz… Binbir renk ve biçimin iç içe geçtiği, birbirine karıştığı, birbirinden ayrıldığı, her an değişen ve yenilenen muhteşem mimariyi bir uçtan bir uca dolaşan seslerin sayısız ve ele geçirilemez melodik dalgalanmalarıyla… Çarpılırız.
Sonsuzluk, kalp durduran bir çarpılmadır.
Böylece yaşar ve ölürüz. Hayranlıkla…
Gördüğümüz, bize gösterilen şahane gölgelerin; işittiğimiz, bize işittirilen büyüleyici yankıların asıllarına, kaynağına dönüş değil miydi ömrümüz?
Ölümümüz… Bir kapıdan geçer gibi.
Mızrak geçer ölümü de…
Hiçbir kapı bir yabancıya böyle kolay açılmaz.
Sonsuzluktur insanın evi.