Günümüz insanı sahip olduğu teknoloji ile balıkları adeta yeniden keşfediyor. Sayılarının ne kadar olduğunu bilemediğimiz onca balık nasıl besleniyor? Su ve kum onların nasıl rızıkları oluyor? Bu konuda yapılan araştırmaları öğrendikçe hayretler içersinde kalıyoruz.
Balığın insanlar için tarih boyunca hep besin kaynağı olduğunu biliyoruz. Bugün bu besin kaynağını kimyasal olarak sorgulayabiliyor ve önemini daha iyi kavrıyoruz. Sağlıklı bir nesil için gerekliliğini öğrendikçe de balıklara bir başka bakar olduk. Balık konusunda söylenecek çok söz var.
Balık yağı anne sütü gibi
“Derya kuzusu bunlar.” diyordu pazarda balık satan amca. Niçin böyle diyorsun diye sorduğumda kaşlarını yukarıya kaldırdı. “Haklısın, başka türlü demek lâzım.” dedi. Bu defa “Bunlar rahmet deryasından.. ana sütü gibi helâl.” diye bağırmaya başladı. Daha çok şeyler söyleyecekti ancak bu son söylediği söz benim için önemliydi.
Bu noktada Bediüzzaman Hazretlerinin şöyle bir sözünü hatırlıyorum: “…Ve basit bir kumda ve basit bir suda rızıkları mükemmel bir surette verilen garib mahlûklardan ve hilkatları gayet muntazam hayvanat-ı bahriyeden, hususan bir tanesi, bir milyon yumurtacıkları ile denizleri şenlendiren balıklardan hiçbirisi yoktur ki, hilkatıyla ve vazifesiyle ve idare ve iaşesiyle ve tedbir ve terbiyesiyle yaratanına işaret ve Rezzak’ına şehadet etmesin.”1
Bugün balık eti, sadece gıda kaynağı olarak değil farmakolojik (tedavi edici) özellikleri açısından da önem taşıyor. Balık eti kimyasal yapısı bakımından mükemmel bir gıdadır. Özellikle esansiyel amino asitlerini dengeli şekilde bulundurması, vitamin ve mineral bakımından zengin olması, balık etinin beslenme açısından önemini artırmaktadır. Bilim çevreleri bu özellikleri ile balık etini anne sütüne en yakın gıdalar arasında saymaktadırlar.
Balığın gıda olarak önemini artıran en önemli özellik; ihtiva ettiği yağın, yağ asidi kompozisyonuyla ilgilidir. Omega-3 yağ asitleri balıkta çok bulunan yağ asitleridir. Bu yağ asitlerinin bir ila üç ay süre ile alınması kolesterol seviyelerini önemli derecede düşürmekte, kan pıhtılaşmasına mani olarak, kan akışkanlığını artırmakta, kötü kolesterol seviyesini ise azaltarak vücuttaki damarların zarar görmesini ve tıkanmasını önlemektedir. Her gün 30 gram balık tüketiminin kalp-damar hastalıklarının gelişimini önlediği, ölümü %50 azalttığı belirtilmektedir.
Balık yağı, kalp-damar hastalıklarında yaygın olarak kullanılan, aspirin ve benzeri ilaçlardan daha etkili şekilde damar tıkanıklığını önlemektedir. Bu yağın meme, pankreas, bağırsak ve prostat tümörlerinin gelişimini önlediği kanıtlanmıştır. Balık yağının astım hastalığına yakalanma riskini azalttığı, sedef hastalığının gelişimini önlediği, sinir sistemi, göz retinası ve beyin gelişiminde önemli rol oynadığı da belirlenmiştir. Ayrıca balık yağında bulunan omega-3 yağ asitlerinin anne sütünde de çoklukla bulunduğu tespit edilerek çocukların sağlıklı büyümesi ve zekâ gelişiminde gerekli olduğu tespit edilmiştir. 2,3,4
Balık etine artık ilaç olarak bakıyorlar
Gelişmiş toplumlar balık etine artık ilaç olarak bakmaktadırlar. Avrupa topluluğu 34 yıllık klinik araştırmalar toplantısı sonuç bildirgesinde konuyla ilgili olarak şu hükümlere yer verilmiştir:
“Haftada bir-iki öğün balık yenilmesi koroner arter hastalıklarından ölüm riskini azaltır. Koroner arter ameliyatı (by-pass) olan hastaların günlük 4 gram omega-3 yağ asidi almaları veya bunu sağlayacak kadar balık yemeleri; kesilmiş damarların iyileşmesini, birbirine kaynamasını hızlandırmakta ve burada meydana gelebilecek doku emilimini azaltmaktadır.”5
Koruyucu hekimlik gündemimize girmeli
Son yıllarda özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar arasında çok yaygınlaşan koroner kalp hastalıklarının temel sebeplerinden birisi belki de en önemlisi dengesiz ve bilinçsiz beslenmedir. Özellikle halkın bu konuda bilgilendirilmesi, sağlıklı gıdaların üretilmesi ve tüketilmesinin teşvik edilmesi oldukça önemlidir. Ayrıca devletimiz her yıl hastaların tedavisi için çok büyük kaynaklar ayırmak zorunda kalmaktadır.
Oysa bilinçli beslenmeyle birçok hastalığın önlenebileceği bir gerçektir.
Damar tıkanıklığı ve damar sertliğinin ve bunun sonucu olarak meydana gelen kalp krizi ve ani ölümlerin toplumumuzda çok fazla yaygın olduğu dikkate alınırsa ve kalp-damar hastalıklarını önleyici ve tedavi edici yöntemlerin azlığı ve yetersizliği ve masrafının yüksekliği düşünülürse, balıkların bizim için ne anlam taşıdığı sanırım daha iyi kavranacaktır.
Yüce Yaratıcımızın, balığı bizim için hem besin ve hem de şifa olarak yaratması ve koca denizlerde bizim hiçbir çabamız olmadan besleyip büyüterek bize sunması ne kadar manidardır. Yaptığımız sadece onları yakalamak ve sofralarımıza taşımak.
Bugün yalnızca balık nimetini düşünsek bile Yüce Yaratıcıyı tanıma ve bilmede ne çok yol kat etmiş olacağız. “Dünya öküz ve balık üzerindedir.” Hadis-i Şerifinin de balığın önemini vurgulamak için mecazi anlamda söylenmiş olduğunu artık daha iyi anlamaktayız.
Kaynaklar:
1. Nursî, B. S., Nur Çeşmesi, sayfa 44.
2. Uysal K., Bülbül M., Dönmez M., Seçkin A. K. Changes in some components of the muscle lipids of three freshwater fish species under natural extreme cold and temperate conditions. Fish Physiology and Biochemistry, 34, 455–463 (2008).
3. Uysal K., Yöntem M., Dönmez M., Balık Yağının Koroner Kalp Hastalıkları Üzerine Etkisi, Dumlupınar Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 8, 179-198 (2005)
4. Harris, W.S. Omega-3 fatty acids and cardiovascular disease: A case for omega-3 index as a new risk factor. Pharmacological Research Nutritional Pharmacology. 2007, 55(3), 217-223.
5. Nordoy, A., Marchioli, R., Arnesen, H., Videbaek, J., 2001. “n-3 polyunsaturated fatty acids and cardiovascular diseases” Lipids, 36, 127-129.