TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanın Neye İhtiyacı Var?

İnsanın Neye İhtiyacı Var?

Vaktiniz varsa saymaya kalkın… Bir deneyin hele. Yazmakla bitiremezsiniz.

İnsanın neye mi ihtiyacı var?

Çok… Çok şeye…

Ama en başta; Allah’a ve O’nun sevgisine…

İnsan, ihtiyacı bitmeyen bir varlık. Elde olmayan ne varsa hepsi ihtiyaçta var…

Çoğu zaman bir mucizeden habersiz ömür süreriz. Bu mucize, üzerinde yaşadığımız dünyadır.

Bu öyle bir dünya ki… İçinde yaklaşık yedi milyar yolcusu bulunan bütün insanlık ailesinin yer aldığı bir dünyadır. Ağaçları, kuşları, dağları, denizleri de buna katın. Şimdi bir düşünün… Zihnimiz kuşatamıyor bu kadar büyük bir gezegeni.

İşte böyle bir gezegendeyiz. Esrarengiz yolculuğa buradan başlamış bulunuyoruz.

Dünyamız on üç bin metre çapında bir küre. Bu kadar büyük ve her yönüyle gerçekten mucizevî. Dünyamızı hoyratça kullanıyor ve bütün kaynakları sadece bize aitmişçesine israf edip tüketiyoruz. Dünyamız bunu hak etmiyor.

Bir çiçeğin açması, bir dağın oluşumu kadar uzun sürebilirdi. Bulutların yağmura dönüşmesi için aylar geçebilirdi. Gözümüz kulağımız, elimiz ayağımız hiç olmayabilir ya da kullanımı, vücudumuzun en zor yerinde olabilirdi. Ama öyle değil. En ince noktasına kadar hepsi hesaplanmış ve bizim için planlanmış. İnsan elinin karıştığı yerden başka hiçbir yerde, hiçbir şeyde gerçek mânâda kusur yok. Kusur arayan bulamaz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “Gören, görmez.”

Deniz kıyılarındaki minicik çakıl taşları bile birbirine benzemez bu dünyada. Öylesine bir denge, öylesine güzel bir ahenk vardır. İnanılmaz çeşitlilik vardır.

Ormanların içine girip, ağaçları bir hissedin. Dağlardan çağlayıp akan suların zikrini bir dinleyin. Buna da vaktiniz elvermiyorsa, annelerinin peşine takılıp giden civcivleri takip edin. Ya da bir bebeğin simâsındaki güzelliği...

Dünya ve içindekiler, hepsi güzeller… Güzellerin güzeli olan Rabbimizin eseridirler. Ondandır bu güzellik. Onun içindir bu güzellik.

Dünyaya uzaydan bakabilseydik, hiç şüphesiz dünya, bir başka güzel görünecekti gözümüze. Bunu da, uzaya çıkmayı başarmış R. Louis Schweickart isimli astronottan dinleyelim:

“Uzaydan dünyaya baktığımda, onun uçsuz bucaksız bir kâinat içinde ne kadar önemli olduğunu gördüm. Oradan dünya bir nokta büyüklüğünde görünüyordu. Ancak eşsiz bir görüntüydü bu. O anda benim için bir anlam ifade eden her şeyin, tarihin, sanatın, hayatın, doğumun, ölümün ve aşkın, bu küçük nokta üzerinde olduğunun farkına vardım. Böyle bir bakış açısı da bana değiştiğimi, dünya ile aramdaki bağın yeni bir boyut kazandığını gösterdi.”

Bizlerin bu astronot gibi uzaya çıkma imkânımız da olmayabilir. Ama gerçek olan şu ki, bu yolculuğun içindeyiz. Ve bu yolculuğu hasarsız ve kazasız olarak başarabilmek için bir rehbere, bir eğitimciye muhtacız. Önümüzü aydınlatacak bir yol göstericiye ihtiyacımız var. En başta Kur’ân’a, Hz. Peygambere (asm) ve onun yıldız sahabelerine ihtiyacımız var, bu dünya yolculuğunu gerçekleştirirken.

Birçoğumuz hayatın içindeki bu ahengi göremeyiz çünkü dar kalıplar içinde yetişmişiz ya da yetiştiriliyoruz. Allah’ın yarattığı güzel kâinatı ve tabiatı anlayamadığımız için, kendimizi ona karşı yabancı hissediyoruz. Bunu da ortadan kaldıracak pek çok yollar var.

İnsan bir ağaç dikti mi meselâ, onunla arasında kopmaz bir bağ oluşur. Diktiği, ektiği o toprağa bağlanır âdeta. Sevdiğimiz dostlar, arkadaşlar, hatta hayvanlar ve ihtiyaç duyduğumuz her şey için geçerlidir bu. Ama esas soruyu sormadan geçmeyelim:

Peki bütün bu ihtiyaçları bizim için gören, bilen, hazırlayan ve karşılayan kim? Aklımıza geldi mi hiç bu sorular…

İşte ruhumuzun iletişime geçme noktası tam burada ve bu soruyla başlar.

Sonlu bir hayatın içinde, sonsuzluğun sesini duymak ister insan. Duymada zorluk çeken birine sesini duyurmaya çalışan bir insanın bağırması gibi, hatalı olduğumuzu göstermeye çalışır kâinattaki kardeş sesler. Sesini duyurmaya çalışırlar insana. Bazen bir kasırga, bazen bir sel felâketi, bazen bir deprem, bazen bir dolu olur bu. Yolumuzun yanlış ve çıkmaz bir yol olduğunu var gücüyle söylerler:

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam kollarımı makas gibi açarak…”

                                      — Necip Fâzıl Kısakürek

Toprak dile gelir, zelzele olur konuşur. Su, sel olur, konuşur; rüzgâr, yel olur konuşur…

Dünyadaki biricik görevimiz ise, görülebilen ve görülemeyen dünyalar arasında bir bağ kurmaktır. Maddeden mânâya, nakıştan Nakkaş’a geçebilmektir. Esma yoluyla müsemmâyı bulabilmektir. O mukaddes görevi gerçekleştirmektir. Biteviye açıklarda dolaşan bir gemi değildir insan. Bir gün demirleyeceği yer bellidir. Dünya gemisinin demirleyeceği yer, ahiret limanıdır.

Biz insanlar, maddenin içinde saklı güzelliği ortaya çıkarabilmek için varız bu dünyada. Bu da o ilahî ve yüce görevimizin bir parçasıdır. Bizi çepeçevre saran ülfet zincirlerini kırıp, merhamet duygumuzun sınırlarını genişletmektir. Yabanilikten kurtulup, kâinatı ve içindekileri topyekûn kucaklamaktır.

İnsanın pek çok şeye ihtiyacı vardır. Ama en önemlisi, Allah’a ve sevgiye... Bir de Kur’ân’a ve Resulûllah’a (asm) olan ihtiyacımızdır.

Kendi başımıza, kendi arzu ve kararımızla bu dünyaya gelmediğimize göre, hayatta en önemli şey, kendimiz için doğru olanı seçebilmektir. Bunun da yolu, sönmez ışığın ve ebedî nurun peşine düşmektir. Yani vahyin, Kur’ân’ın, Sevgili Peygamberimizin (asm)...

Hiçbir an, hiçbir yerde bizi yalnız bırakmayan Rabbimiz; doğruyu bulmada en büyük yardımcımızdır. Yanlış seçimler, istenmeyen yollara girmeler, yaratılış gayemizin zıttına olur, özümüzü inkâr olur.

İnsanın değeri, önem verdiği şeye göredir. İnsanın pek çok şeye ihtiyacı vardır. Ama Allah’a ve sevgiye olan ihtiyacı hiç bitmeyecektir. Bunlar olmadan asla yapamaz... Yapamayacaktır… Bu duygu her insanda olduğuna göre evrenseldir. Ve tüm insanları yaratanın da bir olduğunu gösterir.

İnsanın yolculuğu kısa da olsa ebedîdir. Onun için değerlidir. Yola çıkmak, yolda olmak, kendisinin farkına varmak, kendisini bilme çabasıdır insanın. Kendisiyle yüzleşmekten mutlu olmaz, bazen kaygıya düşer insan. Bütün bu anlamsız gibi görünen şeyleri anlamlı kılan, var oluşumuzu açıklayan, denizlere hasret bir damla su olmanın dayanılmaz coşkusunu gidermek ister insan. Bu yorgunluğu giderecek, bu kaygıları atacak ve kaldıracak sadece Allah’a olan inancı ve sevgisidir…

Yüreğinin içine hapsettiği, ‘Allah’ diyen o sesi duymayan için, o sesi özgür bırakmayan için, dünya ne kadar güzel ve büyük olursa olsun bir zindandır. Bir oyundur, bir oyalanmadır sadece. Bu yolculukta karşılaşacağımız tehlikeler oldukça fazla. Onun için, bu tehlikeleri aşmak için bir kılavuza ihtiyacımız var. Kılavuz bir ışık, bir nur gibidir. Ondan uzakta kalanı hiçbir güneş ısıtamaz ve aydınlatamaz.

Dışımızdaki her şeyin gayesi, bizim hayat yolundaki gayemizle ilişkilidir. Kendini keşfetme, Allah’ı bilme ve bulma yolculuğudur bu. Her nerede aranırsa aransın; Allah, arayana buldurur Kendini. Bu dünya, Allah’ın dünyasıdır; Kendini bildirir ve sevdirir. Kendini anlatır ve tanıtır bize. Seveceksek, O’nun adına sevdiğimizde güzeldir. Şükredeceksek, O’nun adına şükrettiğimizde güzeldir bu dünya.

Halide Nusret Zorlutuna, “Benim İçin” şiirinde bunu çok güzel dile getirir:

“Benim için mi yarattın bu dünyayı Allah’ım?

Dağları böyle gönlümce yeşil,

Denizleri ışıl ışıl…

Gönlümce serin,

Gönlümce sıcak…

Benim için mi yarattın bu gökleri,

Bu yıldızları Allah’ım?

Böyle masmavi, derin,

Hayalimce zengin,

Gönlümce parlak…

Benim için mi yaratıldı Allah’ım bu çocuklar?

Böyle gönlümce güzel,

Alınları gönlümce ak,

Bakışları bahar bahar…

Berrak!

Ufuklar ağardı,

Niyaz dolu,

Haz dolu gökler ve yer;

Şükürler sana Allah’ım şükürler…”

Bazen uyanık olsak da gerçeği görmeyi başaramayız. Çünkü gerçeğin bize çok açık bir şekilde görünmesini bekleriz. Gerçek beklemediğimiz bir kılıkta karşımıza çıkarsa, onu da görmezden gelip geçeriz.

Bir grup Avrupalıyı anlatan bir hikâye vardır:

Bilgeyi aramak için doğuya doğru yolculuğa çıkar bu grup. Bu insanlar, gittikleri uzak diyarlarda, onlara hizmet etmesi için de yanlarına birini alırlar. Hedefleri bilge öğretmeni bulmak olan bu insanlar, hayli zaman ve enerji harcarlar. Bu yolculuk içinde çetin mi çetin tecrübeler yaşarlar. Olanlar olur. Yorgunluk, umutsuzluk ve hayal kırıklığı ile yıkıldıkları bir anda ise, gayelerine ulaşırlar.

Bazıları şaşkınlık içinde, aradıkları kişinin, yolculuk boyunca yanlarında olduğunu anlar. Aradıkları bilge, onlara hizmet eden kişidir. Ama hiçbiri, böyle bir ihtimâli hesaba katmadıkları için, başından beri hep var olan o şeyin farkına varmazlar.

Evet, bazen hasretle arayıp durduğumuz bir şey, hep yanıbaşımızda olabilir. Bize yol gösterecek işaretler, bazen harfler yerine yüreğimizin diliyle yazılır. Kalbimize kim bilir ne ilhamlar gelir? Farkına varabilirsek eğer…

İnsan, cüz’î olan o özgür iradesiyle, bu yolculuğun her durağından ve seçtiği her yoldan sorumludur. Bazen yollar ikiye ayrılır, çatallaşır. Seçim yapmak zorunda kalırız. Bazılarımız önce bir yolu seçer, bir müddet onda gider, sonra yanlış bir karar verdiğini anlayıp tekrar öteki yola sapar. Pusulasız ve haritasız doğru yolu bulmaya çalışmak, insan için kolay bir iş değildir. Yüreğimizin gösterdiği yolu takip etmek de, her zaman doğru bir seçim olmayabilir. En doğru yol, Allah’ın kitabıyla ve Peygamberi (asm) ile gösterdiği yoldur. Günde kırk defa, her namazda “İhdinas-sırâta’l-müstakîm”, yani “Bizi dosdoğru yola ilet!” diye boşuna demeyiz. İnsan Allah’tan tek bir şey isteyecekse, bu hiç kuşkusuz İlâhî rehberlik olmalıdır. Sıratı sadece ötede değil, burada da geçiyoruz.

Bundan habersiz yolculuğa çıkanların sonu zarar ve ziyandır. Evet, bütün yollar Allah’a çıkar. Ama Allah’ın gösterdiği yollar. Ve Kur’ân’ın, Hz. Peygamberimizin (asm) işaret ettiği yollar. Daha da öteye, bu yolların sonu cennete çıkar inşaallah.

İnsan cennete çağrılıdır. Her şeyin İlâhî bir takdirin gözetimi altında olduğunu gören bir ruh; ancak kudsî bir rehberin ve mübarek bir kitabın eşliğinde engelleri aşabilir. Dünyadaki yolculuğumuz bizi yeryüzünden ötelere, cennete götürüyorsa, elbette bu yolda nasıl ilerleyeceğimizi bilmek ve öğrenmek zorundayız. Asıl ihtiyacımız olan şey budur.

Şimdi başlangıçtaki soruyu bir daha soralım: İnsanın neye ihtiyacı var?

Çok… Pek çok şeye…

Ama en başta Allah’a ve O’nu sevmeye…