TR EN

Dil Seçin

Ara

Kâinat: Bir İkram Ve İhsan Sofrası

Kâinatta inkâr edilemeyecek kadar açık, her tarafta göze çarpan bir hakikat da ikram ve ihsanların varlığıdır. Işığıyla başımızı okşayan güneş bu ikramdan haber veriyor... Gecelerimizi aydınlatan mehtap bu ikramın eseri... Her an muhtaç olduğumuz oksijeni teneffüs etmemizi sağlayan hava yaşamamızı sağlayan büyük bir lütuf... Zeminimizin ihtiyaç hissettiği suyu ona pompalayan bulutlar da ihsan sofrasının hizmetkârı... Bin bir çeşit nimetlerle bize kucak açmış olan yeryüzü, cömert bir kerem sahibini işaret ediyor... Hulasa; her şey Kerim olan Rabbimizin kereminden haber veriyor. Kâinat çapında yazılan tekvinî ifadeler, ibareler farklı da olsa, hepsinin işaret ettiği güzellik tek: Rabbimizin keremi, rahmeti, lütfu ve ihsanı...

 

Kur’an-ı Kerimde Kerem Tablosu

Mükerrem bir varlık olarak yaratılan insanlara vahiy olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim de tıpkı kâinat gibi, Rabbimizin bize olan ihsanlarını anlatan ayetlerle bezelidir. Daha ilk nazil olan ayetlerde, Allah, insanları muhatap alırken, kendini Kerim olarak tanıtmaktadır: “Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretendir.” Demek ki, insanın cehaletten bilgeliğe olan hayat yolculuğunda ona öğrenme istidadını ve imkânını veren Allah, bu şekilde keremini göstermektedir.

Allah daha pek çok ayette, kerem sahibi oluşuna dikkat çekmiş, sonsuz cömertliğini vurgulamıştır: “Allah Kerimdir”; “Haşmetli saltanatının simgesi olan Arşı kerimdir”; “Saltanatı kerem üzerine kurulmuştur. Yeryüzünde biten her çift ürün kerimdir.”

Yüce kitapta ayrıca, talep eden herkese cömertçe feyizler akıtan Kur’an da kerim olarak tanımlanmaktadır

Sadece o değil, vahyi getiren Cebrail de, vahyi alan yüce peygamber Hz. Muhammed de kerim olarak sıfatlandırılmaktadır. Hiç şüphesiz Peygamberimiz, sadece bir beşer olarak cömertlikte insanlara örnek olan güzel ahlâkıyla değil, her türlü engeli aşarak tüm insanlığa Kur’an vahyini eksiksiz tebliğ etmesiyle de, yeryüzündeki tüm varlıklara yönelik bir ikramda bulunmuştur.

Kur’an’a göre, işte bu ikramın muhatabı olan ve onu kabul eden insanlar da Allah’ın lütuf ve keremiyle mükerrem kılınmıştır.

 

Cennetin Tılsımlı Anahtarı: Şükür

İnsanoğlunun yeryüzü macerası, onun mazhar olduğu ilahi lütfu layıkıyla kabul ve takdir edeceği yahut kendisine sunulan tüm nimetlere nankörlük edeceği bir imtihan meydanında geçmektedir. En yüksek meziyetlerle süslü olarak en güzel kıvamda yaratılmış olan insan, çok kapsamlı istidatlara sahiptir. Ancak bu kabiliyetlerle, manevi makamlarda ta Arş’a kadar yükselebileceği gibi, kâmil bir insan olmaya götüren bu makam ve mertebelerden sukut edip, aşağıların en aşağısına kadar da düşebilir.

Önünde iki yol açık olan insanoğlu; yapacağı tercihlerle nasıl hayranlık uyandıran bir sanat eseri ve bir kudret neticesi olduğunu da, en aşağılık çukurlarda debelenip duran bir hilkat garibesi olduğunu da gösterme imkânına sahiptir. İnsana düşen, kendisine sunulan binlerce nimet karşısında şükrederek şerefli bir insanlık konumuna yükselmek ve ikramlar karşısında nankörlük etmeyerek, yaratılışına uygun yüksek konumundan tepetaklak aşağı düşmemektir.

 

Bunu başarmak için neler yapmak gerekır7

Hakiki terakkinin yolu; insanın sahip olduğu kalp, sır, ruh, akıl hatta hayal ve diğer kuvvelerinin yüzünü ebedî bir hayata çevirmek ve kendilerine özel kulluk vazifesiyle meşgul olmalarını sağlamaktır. Ancak insan bu unsurlarını tamamen dünya hayatının aldatıcı zevklerini tatmak ve geçici hayatın inceliklerine vakıf olmak için kullanırsa, işte o zaman insaniyetten sukut edip düşer.

Bu düşüş ferdî alanda olduğu gibi sosyal alanda da kendini gösterir. Çünkü, insanlık şerefesinden aşağı derekelere düşen fertlerin oluşturduğu toplumlar da aynı ortak kaderi paylaşmak durumundadır.

Bugün insanlık camiasında görünen insanlık ve ahlâk dışı ne kadar aşağılık haller varsa, bunların hepsi o ahsen-i takvim denilen insanlık kıvamının yüksek merkezinden, nebatî ve hayvanî bir seviyeye düşüşün belgeleridir. Bu düşüşün temelinde, Yüce Yaratıcının insana bahşettiği maddî-manevî donanımların onun hikmetli ve de terfi edici kullanım kılavuzuna uygun kullanılmaması, tam tersine nefsin heva ve hevesine göre yanlış şekilde kullanılarak deforme hale getirilmesi vardır. Bu ise, her şeyden önce insana sonsuz ikramlarda bulunan Allah’ın bu ihsanlarını hafife almak, verilen insanî donanım cihazlarına değer vermemek anlamına gelir.

Halbuki insanın yaratılışı gereği olarak kendisine yapılan iyiliklere karşı hep medyun-u şükran olması gerekir. O halde bu nankörlük nereden çıkıyor?

“Ey insan! İhsanı, keremi bol Rabb’ine karşı seni aldatan/mağrur eden nedir?” ayetiyle, Allah da Kur’an’da aynı soruyu sormaktadır. “Kerim” vasfıyla yapılan türlü türlü ihsanlar ve çeşit çeşit ikramlara dikkat çekilen bu hitaptaki ikramların neler olduğu sorusuna ise, bir başka ayette, Allah’ın insanı yoktan var etmesi, bütün vücut sistemini düzenlemesi, dengeli bir maddî-manevî bünye vermesi ve dilediği surette yaratması gibi cevaplar verilmektedir.

Özel olarak ilahî ikramın hatırlatılmasında ince bir nükte ile büyük bir ahlakî manaya işaret vardır. Bu, her şeyden önce şunu anlatmaktadır:

İkram ve ihsanın gereği ona karşı gururlanarak saygısızlık etmek, yaptığı iyilikleri yanlış yorumlayarak O’na isyan etmeye cüret etmek, ahlâksızlık yapmak, günaha girmek değil, aksine o ikramın yüksekliği oranında iman ve şükür ile itaati, saygıyı, hürmet ve tazimi artırmak, nankörlük ve isyandan sakınarak yüce ahlâka yükselmektir Bu nedenle çeşitli ayetlerde, ikram sahibine karşı iman ve şükür ile itaat ve saygıyı artıracak yerde onun keremine karşı mağrur olup da saygısızlık etmenin büyük bir aldanış olduğu hatırlatılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v), bu aldanışın nedenini, insanın cehaletine bağlamıştır. Demek ki saygılı olmak Allah’a dair bilginin derecesi ile doğru orantılıdır.

 

İnsanın üzerine düşen, nankörlük cehaletinden kurtulup şükrün bilgeliğine erişmektir.

Bunu gerçekleştirebilmek için de, maddi, manevi tüm azalarını Allah’ın razı olduğu şekilde kullanması gerekir.

Örneğin; akıl manevi bir alettir, şayet Allah’ın öngördüğü şekilde kullanılmayıp nefis hesabına çalıştırılırsa, çok zararlı bir alete dönüşür. Yok eğer akıl Allah hesabına çalıştırılsa, Rabbinin nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açan ve iki cihanın saadetine götüren tılsımlı bir anahtara dönüşür.

Keza göz organı da; ruhun bu âlemi seyrettiği bir penceredir. Eğer nefis hesabına çalıştırılırsa, onun iflah olmaz bir hizmetkârı olur. Ama eğer göz, gözün yaratıcısının izni dairesinde kullanılırsa, o zaman aynı göz; kâinat kitabını okuyabilen bir bilge konumuna yükselir.

Allah, Kur’an-ı Kerim’de, mü’minlerin canlarını ve mallarını; karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın aldığını ifade etmektedir. O halde, insanoğlunun Allah’ın emaneti olan madde ve manasını O’nun rızasına uygun kullanması, bir kemâl ve olgunluk cennetine gireceğinin de göstergesidir.