TR EN

Dil Seçin

Ara

"Bana Ne, İstemiyorum, Bana Ne!"

Çocukların 2-4 yaş arasındaki inatçılık döneminde neler yaşanıyor? Anne babalar bu yaş aralığında nelere dikkat etmeli? Klasik eğitimde bu dönemle ilgili olarak göz ardı edilen noktalar neler? Manevi gelişim açısından bu dönemin ebeveyn için ifade ettiği özel anlam nedir?

Her çocuk 2-4 yaşları arasında inatçıdır. Gerçekten de bu yaşlarda çocuklar anne babalarına en zor şartları yaşatırlar. Sokağa çıkmak gerektiğinde, bir türlü seçtiğiniz giysiyi ya da ayakkabıyı beğenmez, elinizden alıp yere atarlar:

“Ben onu istemiyorum, çilek resimli olanı istiyorummm!”

Tabi, siz onun istediği ayakkabının kışlık, mevsimin şimdi yaz olduğunu bir türlü anlatamazsınız. “Yavrucuğum, bak bunun da bağcıkları güzel!” diye bu sefer ürünü öne çıkartırsınız, ama o da işe yaramaz.

Çünkü çocuğunuz, adı üstünde inatçıdır, laftan anlamaz. Bazen öyle olur ki, tercih bile belirtmez. Sırf inatçı bir davranış sergileyebilmek için yalandan hıçkırıklara boğulur, parmakları arasından ona bakıp bakmadığınızı gözetler. “Sözün bittiği yer” derler ya, işte tastamam öyledir. Sabır göstermekten başka bir seçeneğiniz yoktur. Plan ve programınız ne kadar acil olursa olsun beklemek zorundadır. Zaman, çocuğunuzun inat ettiği noktada durmuştur.

Bu dönem anne için bilhassa zordur. İlk iki yılın aksine çocuk kontrolden çıkmaktadır. Anne tedirginleşir; çocuğu yeni ve ona göre tehlikeli olabilecek sulara yelken açmaktadır. Ve bunun ilk işaretini, emekleye emekleye uzanıp masanın üzerindeki o bardağı zevkle yere çarptığında vermiştir. Bakalım, anne bu sürecin üstesinden gelebilecek midir?

Babaya gelince, onun için çocuğunun bu yeni haliyle baş etmek ayrı bir zorluk içerir. Çünkü baba ne kadar merhametli de olsa, anneye göre daha aklîdir. Bu yüzden, çocuğun mantıksız, izah edilemeyen huysuzluğu karşısında daha az sabır gösterebilir.

Az düşününce, aslında bu halde büyük bir rahmet vardır. Normalde kadınlar erkeklere göre daha az sabırlı olmalarına rağmen, söz konusu çocuk olunca, anne, babadan daha sabırlı davranır. Demek ki, sabrın bir yönü akıl ve iradeye bakıyorsa da, bir yönü muhakkak sevgi ve şefkate bakmaktadır.

Yine de, çocuğun inatçılık dönemi, özellikle ilk çocuk sahibi olan anne-babalar için çok zordur. Önlerinde cevaplanması gereken pek çok soru belirmiştir:

Çocuk neden böyle yapmaktadır? Sorun sadece basit bir yaramazlık mıdır? Ona nasıl davranacaklardır? Bu yaşta herkesin çocuğu mu böyledir? Şimdi önlem almazlarsa, ileride hiç mi başa çıkamayacaklardır?

Anne-babanın bu telaşı, büyük ölçüde, çocuğun gelişim dönemlerini bilmemesinden kaynaklanır. İnatçılığın bu dönemde normal olduğunu, sonraki yıllarda ölüm düşüncesinin olgunlaşmasıyla çocuğun inatçılığının kırılacağını, aslında “inatçılık” diye adını koyduğumuz şeyin gerçekte bir “benlik inşası” olduğunu, çocuğun kendi yapabileceklerinin sınırlarını keşfetmesine olanak sağladığını bilmediği için, anne baba meseleyi bir “disiplin sorunu” olarak görür.

İşte, asıl felaket de bundan sonra başlar. Ebeveyn, çocuğuyla ilişkisini bir “güç mücadelesi”ne dönüştürür. Çocuk inat ettikçe, ebeveyn sertleşir. Çocuğu kendi standartları yerine, “yetişkin standartları”nda yaşamaya zorlar. Bu yüzden, basit bir bakkal alışverişi ya da bir çocuk parkı gezmesi bile büyük sorunlara dönüşür.

Çocukla birlikteyken çocuklaşmaları gerektiğini unutan yetişkinler, bu tip durumları içinden çıkılmaz bir hale sokarlar. Örneğin, gününü bir yetişkine göre planlayan anne, parkta oynamaya yarım saat ayırmışsa, çocuğuyla bir çatışma yaşaması ve bu çatışmayı çözmek için yarım saatin sonunda gücüne başvurması kaçınılmaz bir sonuçtur. Netice, çocuk annenin kucağında hıçkırıklar içinde, anne ise “bu çocuğa yaranılmaz” duygusu içinde canı sıkkın evin yolunu tutmasıdır. Dolayısıyla, bir annenin bu tip bir durumda, öncelikle tek başına olmadığını, kararları sadece kendi iş durumuna ve bakış açısına göre planlayamayacağını görmesi gerekmektedir. O bakımdan, ya parka hiç gidilmemeli veya daha müsait bir zaman beklenmelidir. Üçüncü bir seçenek ise, çocuğun dikkati ve ilgisini başka bir noktaya çekerek, onu ağlatmadan parkı terk ettirebilmektir. Ama, ancak zeki ve çocuğunu iyi tanıyan anneler bunu başarabilir. Başarılamadığında ise, çocuğun bir süre daha oynamasına izin verilmesi doğru olur.

Anne babaların bu gibi sorunlarda yaptıkları yaygın hata, çocuğa terbiye veriyorum zannıyla onu kendi isteklerine zorla boyun eğdirmeleridir. Oysa terbiye açısından bu, kolay yolu tercih etmektir ve ebeveyn olarak bundan sakınmak gerekir. Çünkü çocuğun iç dünyasında derin burkuntulara sebep olur. Kendi özgür iradesiyle hareket etmesine izin verilmediği için çocuk engellendiğini hisseder. İleriki yıllarda şahsiyetlerinde sorun olan çocuklar, genellikle böylesi ailelerin çocuklarıdır. Anne-babaları onları sevse bile, yine de şahsiyet gelişiminde sorunlar yaşanır. Çünkü anne baba bir yandan seviyormuş görünmekte, ama öte yandan onun isteklerine ve tercihlerine hiç saygı duymamaktadır. Bu çelişkili tutum, çocuğun nevrotik bir şahsiyet geliştirmesinin başlıca sebebidir.

Bu noktada, klasik eğitimde çokça ihmale uğrayan bir başka eksikliğe işaret etmek istiyorum. Klasik eğitimde terbiyenin ebeveynden çocuğa doğru olduğu işlenir hep. Çevremizde bize akıl verenlerin çoğu da, bu görüşü kuvvetlendiren telkinlerde bulunurlar. En basitinden, “Çocuğuna iyi terbiye ver, sahip çık çocuğuna!” öğüdü, buna örnek olarak verilebilir. Fakat özellikle inatçılık evresinde en az çocuk kadar, ebeveyn de terbiye olmaktadır. Yani, ebeveyn çocuğu ne kadar terbiye ediyorsa, çocuk da ebeveyni o kadar terbiye etmektedir. Aradaki tek fark, sadece, çocuğun bunu bilinçli bir şekilde yapmıyor oluşudur. Onun fıtratındaki inatçılık, bu terbiye görevini görmektedir.

Peki, nedir anne babanın aldığı terbiye?

Sabır, hiç kuşkusuz... 2-4 yaş çocuğu onları öyle sabır imtihanlarına tabi tutar ki, o imtihanlardan alnının akıyla çıkan anne baba, gerçekten yetişkin bir insanın olgunluğuna erişir. Çünkü anne baba, vazgeçmenin ya da terk etmenin söz konusu olmadığı bir ilişki içinde, laftan anlamayan bir çocuğa göre hareket etmek zorunda kalmışlardır. O zamana kadar öğrendikleri ne kadar bilgi-görgüleri var ise ortaya döküp pratik zekalarıyla çocuğu (çoğu zaman, bir krizi) yönetmek durumunda kalmışlardır.

Bu terbiyeden elde edilen fayda ise, ebeveynin gençlik hevesatı ve benmerkezci düşüncelerinden sıyrılmasıdır. Bir genç, sadece, kendi dertleriyle meşgul olabilir, kendi işleriyle uğraşabilir. Ama bir ebeveyn, yaptığı her işte, aldığı her kararda, sadece kendisini değil, çocuğunu da hesaba katmak zorundadır. Zaten ebeveyn olmak, gölgesine sığınılabilecek kanatlara sahip olan kişi demek değil midir?

İyi ebeveyn, bir kuşun kanatlarını yavrularının üzerine germesi gibi, evladını korur. Ama bunu yaparken, yeterince şefkat ve sabra da sahip olmalıdır ki, o kanat çocuk için bir hapishanenin duvarlarına dönüşmesin. Aksi takdirde, eğer ruhu ölmediyse çocuğun kalbinden geçireceği tek arzu, bir an önce o kanatların altından kurtulmak olacaktır. Buna meydan vermemenin yolu, kanatların altını çocuğun ihtiyaçlarına uygun biçimde düzenlemekten, yani esnek bir yapı kurmaktan geçmektedir.

Burada sözünü ettiğimiz terbiye sürecinin, ebeveynin manevî tekamülü açısından değeri de tartışılmaz bir öneme sahiptir. Bir aile kurup çocuk sahibi olana dek, bir gencin Allah’ın sıfatlarını kavrayışı sınırlıdır. Mesela, O’nun Rahman ve Rahim oluşuna ilişkin kendi hislerine yaslanan derin bir kavrayışı yoktur; sadece kâinatın işleyişine bakarak aklî bir tasavvur sahibidir. Ama ne zaman ki kendisi ebeveyn olur, tamamen kendisine muhtaç durumda bulunan bir bebekten sorumlu olur; o zaman, merhamet ve şefkatin ne olduğunu kendi ruhunda yakînî olarak kavrar. Bu kavrayış, ebeveynin Rabbine duyduğu saygıyı ve bağlılığı kat be kat artırır. Zira onun kâinat dolusu varlığın her birisini ayrı ayrı terbiye ettiğini nazarına bir anlığına getirince, içinde azamet duygusu sökün eder ve ürperir.

Bundan böyle, Rab sadece kendisine itaat edilecek ya da karşı gelinecek bir “otorite” değildir. Küçük bir mikyasta onun “pozisyonunun” tecrübe edilmesiyle elde edilen bir “duyuş birlikteliği” söz konusudur. Bu duyuş birlikteliği, ebeveyn ile Rab arasında yeni ve yakın bir ilişkinin filizlenmesine zemin hazırlar. Ubudiyetin daha kalpten hissedildiği yeni bir döneme girilir. İbadetler farz olduğu için değil, terbiyenin icabı oldukları için yapılmaya başlanır. Namazın, Rab ile yapılan bir mükaleme (konuşma) oluşu, mü’min bir ebeveynin standart bakış açısı içinde kendine yer bulur. Rab’le ilişki, ebeveynin gönül çapına göre bir derinlik, yükseklik ve sıcaklık kazanır.

İşte çocuğun inatçılık dönemi deyince, tüm bunları da düşünmek gerekmektedir. Terbiye, sadece çocuğa has değildir. İnsan, ömrünün her safhasında terbiye olmaktadır. Eğer terbiye konusuna hem çocuk hem ebeveyn tarafından geniş bir perspektif içinde bu şekilde bakabilirsek, çocuk terbiyesiyle ilgili sorunlara da daha sağlıklı ve dengeli çözümler üretme fırsatımız olacaktır.

 

İnatçı çocuklar:

- Sık sık hiddetlenirler (Huysuzlaşırlar).

- Sık sık büyükleriyle tartışmaya girerler.

- Büyüklerin isteklerine ya da kurallarına uymaya çoğu zaman etkin bir biçimde karşı gelir ya da bunu reddederler.

- Çoğu zaman isteyerek başkalarını kızdıran şeyler yaparlar.

- Kendi yaramazlıkları için çoğu zaman başkalarını suçlarlar.

- Çoğu zaman alıngandırlar. Çabuk darılır ya da başkalarınca kolay kızdırılırlar.

- Çoğu zaman içerlemiş, kızgın ve güceniktirler.

- Kincidirler ve intikam almak isterler.

 

Anne Baba ne yapabilir?

-Soğukkanlı davranarak çocuğunuzun ruh halini anlamaya çalışın. Saygısızca karşılık vermenin çocuğunuz için ne anlama geldiğini açıkça sorun.

- Bu davranışının nedenini açıklamasını isteyin. Siz sakin, tutarlı ve işbirlikçi bir tutum sergilerseniz; o da giderek sakin ve işbirlikçi olacaktır. Ve güvenle sorunlarını anlatacaktır.

- Size nasıl davranılmasını istiyorsanız, siz de çocuklarınıza öyle davranın. Çocuğunuzun, size ya da başkalarına karşı herhangi bir saygısızlık göstermesi durumunda özür dilemesini sağlayın.

- Çocuğunuz itaatkâr ve saygılı davrandığında onu övüp ödüllendirin.